Gönderi

310 syf.
·
Puan vermedi
·
7 günde okudu
Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları, Polonyalı sosyolog Zygmunt Bauman’ ın toplumsal düzenin modernlikten postmodernliğe geçişini birey, toplum ve iktidar ilişkileri üzerinden incelediği eseridir. Bauman bu eserde, Giddens’ ın modern dönemin bireyin yaşamı üzerindeki etkileri ve sonuçlarını postmodern bağlamda ele almıştır. Etik yabancı, avangart, tüketim, sanat, din, kimlik, belirsizlik gibi temalarla modernlik ve postmodernliğin farklı boyutları üzerinde durmuştur. Eser çoğunlukla Bauman’ ın postmodernite tenkitlerini içermektedir. Modernitenin dönemselleştirilmesiyle ilgili Giddens’ın ‘geç modernlik’, Castells’ın ‘ağ toplumu’, Baudrillard’ın ‘tüketim toplumu’, Ulrich Beck’in ‘düşünümsel modernlik’, Georges Balandier’nin ‘ modernlik ötesi’ gibi tanımlamalarına karşılık Bauman ‘postmodernite’ tanımını tercih eder. Ona göre içinde bulunulan dönem postmodern bir dönemdir. Bu dönem modernliğin vaatlerine duyulan güvenin sarsılmasının neticesidir. Modern dönemin düzen, özgürlük, haz arayışı yerini postmodern dönemde belirsizlik, kaos ve güvensizliğe bırakmıştır. Bugün düzensizleştirme zamanıdır (s.9). Bauman’ a göre postmodern birey sürekli bir belirsizlik, kaos ve güvensizlik içindedir. Bu bağlamda temizlik ve düzen arasında kurulu bir düzenden söz eder. Buna göre temizlik bir düzen vizyonudur. Yani her bir şeyin olması gerektiği yerde bulunduğu ve başka hiçbir yerde bulunmadığı bir durumun vizyonudur. Bir ‘düzen’ imgesi olmadan, şeylere kendi doğru ve tam yerlerini biçmeden temizlikten söz edilemez. Temizliğin karşıtı kir, pis, kirleten unsurlar, münasebetsiz şeylerdir. Şeyleri kirli yapan onların içsel nitelikleri değil, bulundukları konumdur. (s.15) Temizlik ve bununla ilintili olan “hijyen” (pisliğin savuşturulması) merakının düzenin kırılganlığı ile ilişkisi sadece öyle tesadüfi bir ilişki değildir; bu, sadece düzen üzerine titreyerek onu devam ettirmeyeceğimizi düşündüğümüz ve biz hiçbir şey yapmadan düzenin kendi ivmesiyle bizi kurtarmasını bekleyemediğimiz bir durumdur. “Düzen”, bizim hareketimiz için nizami ve istikrarlı bir çevreyi, olayların olma olasılıklarının rasgele değil sıkı bir hiyerarşiye göre dağıldığı -belli olayların muhtemelen olacağı, diğerlerinin daha az ihtimalle yaşanacağı ve diğerlerinin ise neredeyse asla yaşanmayacağı bir dünyayı ifade ediyor. Biz sadece böyle bir çevreyi anlayabiliriz. (Wittgenstein’ın anlama tanımına göre) biz “nasıl devam edileceğini” yalnızca böyle ortamlarda biliriz. Hareketlerimize kesin olarak -yani kafamızdaki hesapların gerçekten tutacağını umarak- sadece böyle bağlamlarda karar verebiliriz. Dünyadaki varlığımız süresince kazandığımız alışkanlık ve beklentilere sadece burada güvenebiliriz. Biz insanlar bir hafızaya ve belli bir öğrenme kapasitesine sahibiz ve bundan dolayı da dünyada bir “düzenliliğin” olmasını istiyoruz. Öğrenilen hareket kabiliyetleri, istikrarlı ve öngörülebilir bir dünyada işe yarayan güçlü varlıklardır; fakat olaylar bir anda neden-sonuç zincirinden çıktığı ve tüm öngörülerimize meydan okuyarak bizi şaşkına çevirdiği zaman bu değerli varlıklar tamamen anlamsızlaşacaktır. (s.16) Temizlik düşüncesi ve kire karşı mücadele saplantısı insanların evrensel bir karakterini oluşturur. Temizlik modelleri ve korunacak kalıplar zamanla ve bir kültürden diğerine değişir fakat her zaman ve her kültürün belli bir temizlik modeli ve kuraldışılıklara karşı korunacak belli bir ideal kalıbı vardır. Yerleri süpürmek ve vatan hainlerini damgalamak ya da yabancıları dışlamak hep aynı düzenin korunması, çevrenin makul faaliyetler için anlaşılır ve dost kılınması güdüsünden ortaya çıkar.(s.17) Bauman’ ın temizlik ve düzen vizyonunda özellikle dikkat çekmek istediği kalıbı bozan kirin çeşitli örnekleri arasında arz eden sosyolojik önemdir. Özelikle ‘öteki’/ ‘yabancı’ insanlar bu mükemmel çevre düzenlemesinin önünde bir engel olarak görüldüğü zaman. Temizleme ya da düzen yaratma kasti bir görev olarak algılandığı zaman yabancılar, günlük temizlik arayışı ile oturmaya müsait ve düzenli bur dünyanın günlük yeniden üretimi ile ilgili pek çok aktivitede bazı durumlarda özellikle önemli bir role sahip oluyor.(s.21) Bauman’ a göre modernlik yabancı/ öteki olanı dışlayarak bir düzen kurmaya çalışır. Modern ütopyalar sundukları ayrıntılı reçeteler bağlamında farklılaştı. Fakat bunların tamamı şu yargıda birleşti: Mükemmel dünya ebediyen kendisi olarak kalan bir dünya olacaktır. Bu dünyada bugün öğrenilen akıl yarın ve ertesi günde malullüğünü koruyacaktır ve edinilen yaşam yetileri ebediyen faydalılıklarını sürdüreceklerdir . Ütopyalarda çizilen dünya resmi, beklendiği gibi, aynı zamanda şeffaf bir dünyadır. Burada gözümüzün önünde karanlık ya da nüfuz edilemeyen hiçbir şey durmaz: hiçbir şey armoniyi bozmaz, hiçbir şey münasebetsiz değildir, bu dünya da kirli hiçbir şey yoktur ve bu dünya yabancısızdır. (s.23) Bauman’ a göre modern dönem boyunca tasarlanan, “yeni ve nihai düzenin ölçeği ve radikalliği ile “yabancılar sorunu”na yaklaşımdaki öfke ve yabancılara muameledeki sertlik arasında ciddi bir korelasyon vardı. Totaliter siyasal programlarda “totaliter” olan ne varsa, vaat ettikleri düzenin kapsayıcılığından, hiçbir şeyi şansa bırakmama kararlılığından, temizleme reçetelerinden ve arılık postulası ile çatışan şeyleri yok etme ödevine yaklaştıkları katılıktan daha fazla bir şeydir. Totaliter ideolojiler, yayılmayı koyulaştırma, muğlak olanı belirginleştirme ve denetlenemeyeni denetim altına ya da vuruş mesafesine çekme girişimleriyle ünlüdür. Algı ve düzene yönelen yaygın ve her yerde hazır ve nazır tehditler tarafından yayılan aynı derecede yaygın ve kapsayıcı kaygı, böylece o kadar sıkıştırılıyor ki bunlar “ele geçirilebiliyor” ve tek ve düz bir prosedürle toptan ele alınabiliyor. Bu totaliter eğilimi en uca taşımada Nazizm ve komünizm başı çekti. Birincisi modern formuyla “arılık” sorununun karmaşıklığını ırkın arılığında, ikincisi de sınıfın arılığında yoğunlaştırdı. Ancak totaliter özlem ve eğilimler -her ne kadar daha az radikalce olsa da- modern ulus-devletin, devlet vatandaşlığı kavramının ulusal üyeliğin evrenselliği ve kapsayıcılığıyla aynileştirilmesi çabasında da kendilerini gösteriyor. Arılığın idamesi amacına yönelik “temizleme” faaliyetlerini toplumsallaştırma ve merkezileştirme eğilimi günümüzde yerini daha fazla düzensizleştirme (deregülasyon) ve özelleştirme stratejilerine bırakma eğilimindedir. Bir yandan, pek çok yerde, devletin geçmişteki tekil ve kapsayıcı bir düzen modelini teşvik ödevine her geçen gün biraz daha kayıtsız kaldığını ve birden çok modelin birlikteliğine daha bir temkinli bakıldığını görüyoruz. Diğer açıdan bakıldığında ise, “daha fazla zorlamadan vazgeçilmesinin, alınan geleneğe karşı verilen modern aşındırma savaşının durulmasının, her şeyi kendi yerine koyma ve orada sabitlemeyi vaat eden düzenin her şeyi kapsayıcı şemalarına yönelik coşkunun (hatta gücenmenin) ortadan kalkmasının ve aslında süregiden başkalaşma, daha az kararlılık ve “karmakarışık” bir dünyaya karşı ilginin ortaya çıkışının modern ruh için yaşamsal nitelikte olduğu görülebilir.(s.24) Bauman devletin tüketimle baştan çıkardığı günümüz insanına değinir. Sistemin biçimlendirilmiş arzulara göre hareket eden post modern insanların sayısı ona göre her geçen gün artmaktadır. Arılığın ölçütü tüketicilik oyununa katılma becerisi olduğu için, “bertaraf edilmesi” gereken bir “sorun”, bir “kir” olarak bu oyunun dışında kalanlar eksikli tüketicilerdir. Bunlar, gerekli yetilerden mahrum oldukları için tüketici piyasasının ayartmalarına tepki veremeyen, tüketici seçimi bağlamında tanımlanan “özgürlük’e göre “özgür bireyler” olamayan insanlardır. Bunlar, yeni arılık şemasına uymayan yeni “kir”lerdir. Günün egemen perspektifi olan tüketici piyasa açısından bakıldığında bunlar gerçekten “münasebetsiz nesneler” olarak fuzulidir. Postmodern dünyanın diğer her şeyinde olduğu gibi, bu tüketim çöpünü ayırma ve yok etme işi de düzensizleştiriliyor ve özelleştiriliyor. Alışveriş merkezleri ve süpermarketler, yeni tüketimcilik imanının mabetleri ve tüketimcilik oyununun oynandığı stadlar, çevrelerine yerleştirilen izleyici kameralar, elektronik alarmlar ve ağır silahlı gardiyanlar yardımıyla bu eksikli tüketicileri, kendilerine rağmen, içeriye almıyor. Şanslı ve mutlu tüketicilerin yeni özgürlüklerinin tadını çıkardıkları semtler ile ev ve arabalarını daimi kuşatma altındaki kalelerin surları olarak gören tüketici bireyler de öyle. Bauman’ a göre çağdaş yaşamın pek çok yönü, ezici belirsizlik duygusuna katkıda bulunuyor: Gelecekte “böyle bir dünya” ve aslında kararlaştırılamayan, denetlenemeyen ve dolayısıyla da korkutan bir “yakın dünya” olacağı görüşüne, hareketin mevcut bağlamsal sabitlerinin, hareketin sonuçlarına ilişkin akılcı hesaplar yapmaya izin verecek sabitlikte olup olmayacağı konusunda sıkıntı verici bir kuşku manzarasına katkıda bulunuyor. Bundan sorumlu olan faktörleri ise şöyle sıralamaktadır: birincisi yeni dünya düzensizliği; Keskin bölünmelerin yaşandığı bir yarım yüzyıldan sonra, kuşku götürmeyen siyasal amaç ve stratejiler ve apaçık çatışmalar dünyayı, görünür yapıdan ve -kötü de olsa- herhangi bir mantıktan yoksun hale getirdi. Daha kısa süre öncesine dek dünyaya egemen olan güç blokları siyaseti, yaratacağı olasılıkların dehşetiyle [bizi] korkutuyordu. Onun yerini alan şey ise tutarlılık ve istikametten yoksunluğuyla ve gebe olduğu olasılıkların sonsuzluğuyla korkutuyor. İkincisi evrensel düzensizleştirme, irrasyoanaliteye ve piyasa rekabetinin ahlaki körlüğüne verilen sorgulanamaz ve yumuşatılamaz öncelik, diğer tüm özgürlüklerin pahasına sermaye ve finansa bahşedilen sınırsız özgürlük, toplumsal olarak örülen ve idame ettirilen güvenlik ağlarının darmadağın olması ve ekonomik aklın haricinde diğer tüm akılların reddedilmesi, bir zamanlar refah devletinin yasal çerçeveleri, sendikaların pazarlık hakları, işçi yasaları ve (burada çok daha cılız olsa da) küresel çapta gerçekleşen- sermayenin yeniden dağıtılmasıyla görevlendirilen dünya kuruluşlarının başlangıçtaki çabaları tarafından (bugün artık anlaşıldığı üzere sadece geçici olarak) durdurulan amansız kutuplaşma sürecine yeni bir ivme kazandırdı. (s.38) Son olarak diğer güvenlik ağları. Kendi kendine örülen ve idame ettirilen bu ikinci siper hatları bir zamanlar mahalle ya da aile tarafından sağlanıyordu. Kişi, piyasa mücadelelerinin kendisinde açtığı yaraları sarmak için buralara sığınıyordu. Bugün bunlar tamamen parçalanmadıysa da önemli ölçüde zayıfladılar. Bunun sorumlusu kısmen, tüketiciliğin egemen ruhuna yenik düşen ve dolayısıyla da ötekini haz verici deneyimin potansiyel kaynağı olarak tanımlayan kişilerararası ilişkilerin değişen edimbilgisi. Bu yeni edimbilgisi başka nede başarılı olursa olsun uzun ömürlü bağlılılar yaratamıyor ve özellikle de uzun erimli olduğu varsayılan ve bu şekilde muamele edilen bağlar hiç yaratamıyor. Bolca yarattığı bağlar ise kısa süreli ve tek taraflı olarak kopartılabilen cinsten bağlar ve de bunlar hak ve yükümlülüklerin ne verilmesini ne de edinilmesini vaat ediyor. (s.39) Bu yeni dönemde belirsizlik Anthony Giddens’ ın ifadesiyle bir yaşam biçimi hâline geliyor. Bireyler kimliklerini esnek bir biçimde inşa ediyor. Postmodern toplumda bireyin başlıca özelliği bir tüketici olmasıdır. Birey kendini ifade etme ve sosyal statü kazanma aracı olarak tüketime yönelir. Ancak bu tüketim ilişkileri uzun süreli bağlar yaratmıyor. Yalnızca bireysel ihtiyaçların tatmini değil, takımların ve toplulukların varlık ve esneklikleri de piyasaya bağımlı hale geliyor. (s.40) Bugünün yabancıları yan üründür fakat aynı zamanda asla sonuca ulaşmadığı için hiç bitmeyen kimlik inşa sürecinde üretim araçlarıdır. Bauman’ a göre yabancılara gereksinim duyarız. Bu gereksinimin nedeni sadece, kültürel olarak biçimlendirildiğimiz yoldan dolayı, tekbiçimli, monoton ve homojen bir dünyada, canlandırıcı değerdeki şeyleri özleyecek olmamız değildir. Bundan da öte, farklılığın olmadığı bir dünya, nereden bakılır-a bakılsın, yaşamlarımızın biçimlendirildiği ve sürdürüldüğü yolla geliştirilemezdi. Yani artık sorun, yabancılığın ve yabancıların kökünün nasıl kazınacağı ya da insani farklılıkların geçici münasebetsizliklerden başka bir şey olmadığının nasıl ilan edileceği değil, başkalıkla -günlük ve daimi- nasıl yaşanacağı sorunudur. [Yani] artık bilinmeyenle, belirsiz ve karıştırıcı olanla baş etmenin gerçekçi stratejisinin ne olduğu üzerinde düşünülebilir (ve bu da bu gerçeği tanımakla başlar).(s. 49) Modern dönemde sağ ve sol, ilericiler ve gericiler, yabancılığın anormal ve esef edilecek bir şey olduğunda ve geleceğin (homojen olduğu için) üstün düzeninde yabancılara yer olmadığında hemfikirdiyse, postmodern zamanlar da neredeyse evrensel kabul gören şu anlaşmayla temayüz ediyor: Farklılık sadece kaçınılmaz bir şey değil aynı zamanda da iyi, değerli ve korunma ve bakılmaya (cultivation) muhtaç bir şeydir. Bauman için postmodernlikte gerçek bir özgürleşme şansı bulunur; silahları bırakma, yabancıyı dışlamak için yürütülen sınır mücadelelerine bir son verme ve mesafe koymak ve ayırmak için günlük olarak dikilen mini Berlin Duvarlarını yıkma şansı. Bu şans, yeniden doğan etnisitenin kutlanmasında ve gerçek ya da icat edilen kabile geleneğinde değildir. Bu şans, modernliğin “yerinden edici” işine bir son vermekte yatıyor. Pekiyi, bu nasıl sağlanacaktır? Bu, vatandaşın/insanın tek evrenselliği olarak kişinin kendi kimliğini seçme hakkına ve bireyin nihai ve ayrılmaz bir parçası olan seçme sorumluluğuna vurgu yapılarak ve bireyi bu seçme özgürlüğü ve sorumluluğundan mahrum bırakmayı hedefleyen, karmaşık devlet-veya-kabile-idaresindeki mekanizmaların ifşa edilmesiyle yapılacaktır. İnsanların bir arada olma şansı, kimin yabancı olduğuna kimin -devletin mi yoksa kabilenin mi- karar vereceği sorusuna değil, yabancının haklarına bağlıdır.(s.52) Modern düzenekteki ana çatışma, bir yandan evrensel bir insan şekli adına farklılıkları silmeyi teşvik ederken öte yandan operasyonun başarıya ulaşmadan geri tepmesini körükleyen özümsümeci (assimilatory) baskıların içkin müphemliğinden kaynaklanıyor. Fakat yine bunu bilmekle şunu ancak varsayabiliriz: Ötekileri karşılaştırma ve değerlendirme hakkından uysallıkla feragat eden “sulu liberalizm” ile, ötekilerin karşılaştırma ve değerlendirme hakkını gaspeden azgın kabilecilik gibi aynı derecede nahoş ve savunulamaz olan iki aşırı uç arasında salınan post­modernliğin farklılıkları baş tacı etmesinde, çatışmaya gebe olan benzer bir müphemlik bulunabilir. (s.119) Bauman’ a göre modern aklın belki de en göze batan ve hatta en önemli özelliği, uzamsal ve zamansal farklılığın basamaklar halinde yükselen zaman dizisi (continuuın) üzerine yansıtılması ve heterojenliğin, basamaklar halinde yükselen zaman evreleri olarak yeniden sunumuydu. Fakat metaforlar, metaforsal ilişkiye giren tarafların her ikisini de dönüştürüyor. Uzamın zaman üzerine yansıtıması, “doğal olarak” sadece uzamda var olan şeyleri zamana da kazandırıyordu: modern zamanın, tıpkı uzamdaki herhangi bir yol gibi, istikameti vardı. Zaman eskiden yeniye doğru ileliyordu ve aslında bugünün yenisi yarının eskisiydi. Zamanın “önü” ve “arkası” vardı. Kişi “zamanla beraber ileriye” gitmeye teşvik ediliyordu. (s.126) Nitekim modern insan, yapısı olan bir zaman-uzamda yaşıyordu. Bu, insan iradesinin kaprisliliğini ve uçuculuğunu haritalamak ve gözlemek için kullanılacak doğru sabit nokta olmasının yanında, içinde insan eylemlerinin duyarlı ve güvenli hissedildiği sert bir konteyner olan sağlam, dayanıklı ve süreğen bir zaman-uzamdı. Böylece yapılandırılmış bir dünyada kişi kendisini kaybedebilirdi; fakat aynı zamanda kendi yolunu bulabilir ve tam istediği yere ulaşabilirdi. Kaybolmak ve istenilen yere ulaşmak arasındaki fark, bilgi ve kararlılık farkıydı: zaman-uzam yapısı hakkındaki bilgi ve, her ne olursa olsun, belirlenen istikameti izleme kararlılığı. Bu koşullarda özgürlük gerçekten de bilinen zorunluluktu (ve tabii bir de bu bilgiye göre hareket etme kararı).(s.127 Giddens’ın modern dönemde refleksif olarak inşa edildiğini düşündüğü kimlik, Bauman’ a göre tüketimle ilişkili ve geçicidir. Kimliğin anlamı hem kişilere hem de şeylere ilişkindir. Modern toplumda bunların ikisi de sağlamlıklarını, kesinliklerini ve sürekliliklerini yitirdiler. Dayanıklı nesnelerden oluşan dünyanın yerini, anlık tüketim için tasarlanan ve bir kere kullanıldıktan sonra atılan ürünlerin doldurduğu bir dünya aldı. Böyle bir dünyada kimlikler, tıpkı bir kostüm değiştirmek gibi, benimsenebilir ve atılabilir. Bu yeni durumun dehşeti şuradadır: bütün bir gayretli inşa işi boşuna olabilir. Bu durumun çekici tarafı ise, geçmişin denemelerinden bağımsız olmasında, asla nihai olarak mağlup olmamasında ve “seçeneklerin daima açık” olmasında yatıyor. (s.130) Postmodern insanların yaşam oyununda, oyunun kuralları oynanma sürecinde sürekli değişiyor. Dolayısıyla da mantıklı strateji, oynanan her oyunu (süre olarak) kısa tutmaktır; yani, mantıklı olarak oynanan bir yaşam oyunu, dev ve maliyetli riskler taşıyan ve her şeyi kuşatan büyük bir oyunun, küçük ve çok değerli olmayan şeylerin riske edildiği bir dizi kısa ve dar oyuna bölünmesini öngörüyor. her günü ayrı ayrı yaşama kararlılığı ve günlük yaşamı küçük vakaların oluşturduğu bir dizi olarak tanımlama, bütünüyle akılcı yaşam stratejisinin kılavuz ilkeleri oluyor. Oyunu kısa tutmak demek uzun vadeli taahhütlerin farkında olmak demektir. Ya da şu ya da bu şekilde “sabitlenmeyi” reddetmek demek. Mevcut konaklama ne denli hoş olursa olsun, bir yere bağlanıp kalmamak. Yaşamını tek bir mesleğe bağlamamak. Hiçbir şey ya da hiçbir kimseye bağlılık yemini etmemek. Geleceği kontrol etmemek fakat geleceğin ipotek edilmesini reddetmek: oyunun sonuçlarının oyunun kendisinden fazla yaşamamasına dikkat etmek ve böyle sonuçlar olduğu zaman da bunların sorumluluğunu üstlenmemek.(s.131) Postmodern yaşam stratejisinin özü, kimliğin kararlı hale getirilmesi değil, sabitlikten kaçınmaktır.(s.132) Postmodern dünyada olmayan tek şey hareketsizliktir; bu dünyada her şey hareket halindedir. Fakat bu hareketler rasgele ve dağınıktır; kesin (hele de kümülatif) istikametlerden yoksundur. Bunların “ileri” ya da “geri” doğasını yargılamak zor, belki de imkânsızdır. Çünkü, bir yandan uzamsal ve zamansal boyutlar arasında geçmişteki koordinasyon tamamen ortadan kalkmıştır; öte yandan da uzam ve zaman tekrarbetekrar muntazam ve aslen farklılaşmış bir yapıdan yoksun olduklarını göstermektedirler. Ne tarafın “ileri” ve ne tarafın “geri” olduğunu kesin olarak bilmiyoruz (ve ayrıca bunu bildiğimizden nasıl emin olacağı-mızı da bilmiyoruz). Dolayısıyla da, hangi hareketin “ilerici” ve hangisinin “gerici” olduğunu kesin olarak söyleyemiyoruz.(s.141) Artık düzenli ordular yerine gerilla birimleri orada burada muharebeler yapıyorlar. Kararlaştırılmış bir stratejik hedef güden yoğunlaştırılmış saldırılar yerine, bugün genel bir hedeften yoksun, sonu gelmez yerel arbedeler yaşanıyor. Hiç kimse ötekilere yol göstermiyor, hiç kimse ötekilerin [kendisini] takip etmesini beklemiyor.(s.142) Postmodern dünyaya has olan hoşnutsuzluklar, acılar ve endişeler- ise, en az güvenlik karşılığında en fazla bireysel özgürlük sunan bir toplum türünden kaynaklanıyor. Postmodern hoşnutsuzluklar baskıdan değil özgürlükten ortaya çıkıyor. Postmodern hoşnutsuzluklara -anlam kıtlığından şaşkına dönmüş olan postmodern insanların acı ve sefaletlerine, sınırların delinmişliğine, ardıl olayların/şeylerin tutarsızlığına, mantığın keyfiliğine ve otoritelerin zayıflığına karşı çare olarak görünen şey, sanatsal kurgunun Umberto Eco tarafından sayılan öteki özellikleridir: Şaşırtıcı karmaşıklığı yalınlaştırma, sonsuz çokluk arasından sınırlı bir hareket ve karakter kümesi seçme, gerçekliğin sınırsız kaosunu entelektüel olarak kavranabilir, yürütülebilir ve mantıksal bir boyuta indirgeme, olayların ahenksiz akışını okunabilir bir öykü olarak sunma yetisi. (s.185) Sonuç olarak Modernliğin Hoşnutsuzlukları bireyleri baskılayan düzenden kaynaklanıyordu. Postmodernliğin Hoşnutsuzlukları ise özgürlük boşluğunun yol açtığı anlamsızlık, kimlik krizleri ve etik sorumluluk eksikliği gibi durumlardan kaynaklıdır.
Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları
Postmodernlik ve HoşnutsuzluklarıZygmunt Bauman · Ayrıntı Yayınları · 200046 okunma
·
164 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.