Evvela samimiyet!
Benim bir yazarda aradığm ilk kriter samimiyet olmuştur. yazacağı her kelime, kuracağı her cümle, anlatacağı her olay yüreğinden gelmelidir. Öyle olması gerektiği için, öylesine yazılmış her satır benim için müsveddeden ibarettir. Samimiyetsizliği hissetiğim andan itibaren kelimeler ağzımda çoğalır, anlatılan her şey zihnimde bulanık bir hal alır... Okuduğum samimiyetsiz satırlardan yola çıkarak henüz okumadıklarıma da ön yargılı yaklaşırım. İş böyle olunca da kitabı bitirmek resmen işkenceye dönüşür. Tevekkeli değil bir oturuşta bitecek hacimde bir kitap olmasına rağmen bir haftada anca bitirebildim Boyalı Kuş'u.
Şöyle bir düşünelim, bir kitap yazacaksınız kendinize bakıryorsunuz, geçmişinize bakıyorsunuz ve bir yazar için bulunmaz nimet sayılaccak bir geçmişe sahipsiniz ve pek tabii ki bunun nimetlerinden faydalanmak istiyeceksiniz. Soykırımın Tillahı'nın yapıldığı yerden geliyorsunuz neticede... Yaşanan vahşetin yakın tanıklarından biri olarak bundan da kitabından bahsetmeniz çokta abes durmaz ve samimiyetsiz gelmez. Ama tutupta tüm vahşetlere maruz kalan kişiyi bir çocuk olarak karşımıza çıkartırsanız kusura bakmayın ben sizin samimiyetinizi sorgularım.
Hele ki de baştan sona akla hayale gelmeyecek şekilde o çocuğa işkence yapıldığının yazılması dayanılacak gibi değil. Zaten samimiyetsizlik hissine kapılmama sebep olan da budur. "Yahu benim yazdıklarım, o dönemin çocuklarının yaşadıkları yanında hiç birşey" diye düşünmüş olabilir yazar. Ama bana tempoyu düşürmeyerek yüksek perdeden yazıp insanların en zayıf kalesi olan vicdanlarına oynamak gibi geldi. Nitekim bu kitabı ile dünyaya mâl olmuştur kendileri...
Eğer bu kitapta bir çocuğa sadistçe yapılan eziyetler anlatılmıyor olsaydı bu kadar dikkat çeker miydi? Elbette çekmezdi... Yazar da bunun bilincinde olacak ki abarttıkça abartmış, köpürttükçe köpürtmüş... Okumaya başladığım her sayfada bir önceki işkenceyi aratacak türde işkencelerle karşılaştım ve yazar hızını alamamış olacakki insan pisliğiyle dolu foseptik çukuruna çocuğu atacak kadar ileri gidiyor. Biz okurken dayanamazken onun bunları düşünüp yazmış olmasını hazmedemiyorum asıl. Gerçi yazarımız bu kitabın kendisinin otobiyografisi olduğunu söylesede, biyografisini kaleme alan James Park Sloan, yazarın aslında çocukluğunu II. Dünya savaşı sırasında ailesiyle birlikte yahudi olduklarını saklayarak, korunaklı bir ortamda geçirmiş olduğunu yazmıştır.
Yani demem o ki karşımda bir çocuk mutluluktan dahi ağlasa benim boğazım düğümlenir. Yazarın da bu hassasitlerimizi bilerek bunlara oynamış olacağı düşüncesine kapılmadan duramıyorum.
Kitapta beni dehşete düşüren bir diger olay da köylülerin korkunç cahilliği. olayların hangi zaman da geçtiğini bilmesem ortaçağda falan geçiyor diye düşünürdüm. Zira batıl inançlar, hurafeler havada uçuşuyor... Yazarın sanki Polonya halkı ile bir alıp veremediği var da bu romanla intikam alıyor gibi durum hissettim. Hatta kitapta bazı yerlerde Alman subayarına hayranlıkla türlü anlamlar yüklenirken Polonya halkı çocuğa iğrenç işkence yapan, hayvan tecavüzcüsü, sapkın , barbar insanlar olarak yansıtılmış...
Neyse Tüm bunlar benim zırvalarım ve beni bağlar. Kendini ispatlamış, büyük bir kitleye mâl olmuş bir yazarı eleştirecek çapta değilim ama hissetiklerimi Sait Faik'in de dediği gibi "yazmasam çıldıracaktım. "
Yazarı kızgınlığımı bir kenara bırakıp içeriğe gelecek olursak, Boyalı Kuş 1967 yılında yayınlanmıştır. Romanın kahramanı altı yaşında çocuktur. Ailesi onu polonya yı işgal eden nazilerden kurtarabilmek için uzak bir köye yollar.Çocuk evine sığındığı yaşlı kadın öldükten sonra artık kendi başının çaresine bakmak zorunda kalacak ve çevresi tarafından sürekli dışlanıp türlü eziyetlere maruz kalacaktır.
Çokta söylenecek bir şey yok. Dünyada ki en tehlikeli varlığın insan olduğunu söylememe de gerek yok, ırkçılğın bir psikolojik sorun olduğunu da söylememe gerek yok sanırım. Savaşların en büyük kaybedeninin kadınlar ve çocuklar olduğunu söylememe hiç gerek yok sanırım. Hepimiz bunları biliyoruz. Ama şu an dünyanın başka yerlerinde kadınlar ve çocuklar acı çekmeye devam ediyor. Tüm bunların bitmesi için dünyanın sonunu beklemekten daha gerçekci bir umudum yok maalesef...
Velhasıl kelam bu dehşet-ül vahşet olayların anlatıldığı kitabı okumak isteyenler varsa kendileri bilirler. Ne diyeyim ki...