Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Yekta Kopan - İki Şiirin Arasında /Can Yayınları
Aradan üç ay geçmeden, tam da pasaportları yenilemeye gideceğimiz gün kaybetmiştin nüfus kâğıdını. Evin altını üstüne getirmiş, bulamamıştık. Kayıp ilanı vermiştik gazeteye.    Biraz önce buldum.     Yerçekimli Karanfil'in arasındaydı. Adam Yayınları'nın eflatun kapaklı baskısı, hatırladın mı? İlk sayfasını koparmış, ikinci sayfanın üstüne adını yazmışsın. Yüz sekizle yüz dokuzuncu sayfanın arasında çıkıverdi karşıma. Tam sana göre bir davranış. Nüfus kâğıdından kitap ayracı.    Sol sayfada "Sevişen", sağ tarafta "Dağılgan" şiirleri var. Bir anlık gecesinde bir günlük mevsimlerin / Bildik mi yaşamayı ikimizce / Biz getirdik demektir anlamayı evrene / Sevişmek alanıdır yüreğin" diyor şiirlerinden biri. Öbürü, "Güzdü, yapraklar vardı / Biz yitirmek için yaşadık bu ölmezliği / Güzdü, yapraklar vardı / Her bir bakışıyla o şimdi / Dağılan beni sevdiğinin dağılışı gibi" diye fısıldıyor. Acaba sen hangisini sevdiğin için koydun nüfus kâğıdını bu iki şiirin arasına?    Tekrar tekrar okudum şiirleri. Senin zihninden okumaya çalıştım. Saçma, biliyorum ama anlamaya çalış beni. Sonra aklıma, kendine her yeni defter aldığında, ilk sayfasına özenle yazdığın o satır geldi: "Hayat dediğin, bir cümleye yenik düşmek. Bir kelimeye. Bir heceye."    Zihnimin, genişliği belirsiz koridorlarında başıboş dolaşan romanlar, öyküler, şarkılar, filmler var. Birbirlerine çarpa çarpa ilerliyorlar. Ne zaman dokunsa biri diğerine, ince bir ses çıkıyor. Senin sesine benzeyen, ince bahar sabahı tadında bir ses. Hep o sesi dinliyorum. Senin sesin. Gözlerimin kenarlarında hayatla uyumlu bir kırışıklık oluyor sesin; bir gülüşün başlangıcı. Tam o gülüş, başlangıç noktasından hız alıp bütün yüzüme yayılacakken, bir cümle, bir nota, bir görüntü geliyor karanlığın içinden; yenik düşüyorum.    Saçmalamaya mı başladım yine? Kusura bakma. Sana biraz kızımızı anlatayım.    Her sabah yumurta istiyor Gizem.     Doktora sordum, "Sakıncası yok," dedi. Zaten aksini söyleseydi de dinlemeyecektim. Onu bir şeyleri iştahla yerken görmenin ne demek olduğunu dünyanın en iyi doktoru bile anlayamaz.    O günden sonra...    O günden sonra aylarca doğru düzgün yemek yemedi. Sağlıklı beslenme falan derdim değildi artık, yesin de ne yerse yesin, diyordum. Yazık, Asuman her gün Gizem'in sevebileceği yemekleri yapıp getirdi. Kuru köfte patates, domatesli makarna, sosis tava, ne bileyim, öyle işte...    Biliyorum, sen olsan kızardın şimdi bana, kızımıza iyi bir beslenme eğitimi veremediğimi söylerdin ama inan çok çabaladım. Elimden geleni yaptım.Ceza, ödül, oyun, kural... hepsini denedim. Rehberlik öğretmeninin gönderdiği beslenme uzmanıyla görüştüm. Buzdolabının üstüne listeler astım. Ancak bu kadar oldu.    Çocukken annem azarladı beni. "O pilav bitecek," derdi, "yoksa o kadar çocuğun olur!" Hemen tabağın sağına soluna savrulmuş pirinç tanelerini saymaya çalışırdım. Kötü bir şey miydi insanın yirmi çocuğunun olması? Kaç çocuğa kadar kızmazdı anneler? Tabağımızda kaç pirinç tanesi bırakma hakkımız vardı? Bir Yudum Kitap
·
17 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.