Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Kader(Sel)
Gözleri siyah atkılı, genç kadına takılıp kaldı. "Kerim'le Rusça konuşurken, gözlerini ondan ayırmıyordu. Kerim ona Rusça kısa, sert bir şey söyledi, askerse buna daha da sert bir karşılık verdi. Afgan asker alçak, arabulucu bir sesle söze karıştı. Ama Rus asker, onlan irkilten bir şeyler haykırdı. Baha'nın yanımda kaskatı kesildiğini hissedebiliyordum. Kerim genzini temizledi, başını öne eğdi. Sonra, açıkladı: Asker, genç hanımla kamyonun arka tarafında yarım saat baş başa kalmak istiyordu. Genç kadın atkıyı yüzüne çekti. Ağlamaya başladı. Kocasının kucağındaki bebek de öyle. Kocanın beti benzi attı; bu yüz şimdi gökyüzünde asılı duran ay kadar soluktu. Kerim'e, 'Bay Asker Efendi'ye söyle de biraz merhamet göstersin, dedi; onun da bir annesi, belki bir kız kardeşi yok muydu; hatta belki bir karısı? Rus, Kerim'i dinledi, sonra peş peşe bir şeyler haykırdı. "Bunun karşılığında geçmemize izin verecek," dedi Kerim. Kocanın gözlerine bakamıyordu. "Ama yüklü bir bedel ödedik zaten. Parasını aldı ya," dedi koca. Kerim'le Rus asker konuştular. "Diyor ki... her fiyatın bir vergisi varmış." Bunun üzerine Baba ayağa kalkü. Şimdi onun baldırına yapışma sırası bendeydi, ama Baba bir silkinişte elimden kurtuldu, bacağını çekti. İri gövdesi, ayışığmı kapamıştı. "Bu adama bir şey sormam istiyorum," dedi. Kerim'le konuşuyor ama doğruca Rus askere bakıyordu. "Utanma duygusunun nerede olduğunu sor." İkisi konuştular. "Savaştayız, diyor. Savaşta utanma olmazmış." "Yanıldığını söyle. Savaş onuru ortadan kaldırmaz. Tam tersine, barış zamanından çok daha fazla onur gerektirir.*1 Her zaman kahraman olmak zorunda m«m?diye sordum 118 içimden, kalbim küt küt atarken. Bir kez olsun boş veremez misin? Oysa biliyordum, yapamazdı doğası böyleydi. Bu kez sorun, doğasının hepimizi Ölüme götürecek olmasıydı. Rus asker, dudaklarında belli belirsiz bir gülümsemeyle Kerim'e bir şey söyledi. "Ağa efendi," dedi Kerim, "bu Rus-si bize benzemezler. Saygıdan, şereften filan anlamazlar." "Ne dedi?" "Kafana bir kurşun sıkmaktan büyük bir zevk alacakmış... en az şey kadar..." Kerim'in sesi gidiverdi, başını askerin göz koyduğu genç kadına doğru salladı. Asker bitmemiş sigarasını fırlattı, tabancasının kılıfinı açtı. Baba'nm ölümü böyle olacakmış demek, diye düşündüm. Sonu böyleymiş, demek? İçimden, okulda öğrendiğim bir duayı okudum. "Söyle ona, bu rezilliğe izin vermeden önce, bana bin tane kurşun sıkması gerekecek," dedi Baba. Gözümün önünde altı yıl önceki kış günü canlanıverdi. Köşe başında durmuş, çıkmaz sokağa bakıyorum. Kemal'le Veli, Hasan'ı yere bastırıyor. Assefin kalçasındaki kaslar geriliyor, gevşiyor; kalçaları öne arkaya deviniyor. Ve ben uçurtma için kaygılanıyorum. Bu nasıl bir yüreksizlikti böyle? Bazen, ben de ciddi ciddi merak ediyordum: Baba'nın gerçekten de öz oğlu muydum? Buldog suratlı Rus tabancasını kaldırdı. "Baba, lütfen otur," dedim, kolunu çekerek. "Baksana, ateş etmeye hazırlanıyor." Baba elime vurdu. "Sana hiçbir şey öğretemedim mi?" diye kükredi. Sıntan askere döndü. "Söyle şuna, beni ilk atışta öldürse iyi eder. Çünkü yıkılmazsam, bu Allah'ın belasını ellerimle parçalarım!" Kerim'in çevirdiği sözleri dinlerken, askerin kılı kıpırdamadı; hâlâ sırıtıyordu. Silahının emniyet kilidini açtı. Namluyu Baba'nm göğsüne doğrulttu. Güm güm atan yüreğim ağzımda, yüzümü ellerime gömdüm. Silah patladı." Uçurtma avcısı
·
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.