Gönderi

Güven Adıgüzel
Yaşam Ağrısı iç kanamalı bir ömrün son suskunluğu bu belki de tüm iç karışıklık bir aşktan ve barıştım yalnızlığımla hayat zaten hep soğuk savaş… çocukluğuma gönderdiğim mektuplardan başka sitemlerim vardı bize küsüp gitmiş aşka… yeryüzünün tüm acılarına tutunup hayal kurmak vardı birde göğe gözlerimizi iliştirip kaybolup yıldızların içinde uçurtmasının kuyruğuna jilet bağlamayan çocukların ödülü olmalıydı gökyüzü aşkın tayini çıkmamalıydı ve 657 ye tabiydi çocukluğumun bütün aşkları... yaz mevsimlerinin içinde mavi olmayan yalnızlığında mecburiyetten özlerdik nisanı ve barındırdığı tüm yağmurları biraz mavi… biraz su… biraz da hüzündü bize nisan baharı bile mecburiyetten seviyor insan… iç kanamalı bir ömrün son suskunluğu bu belki de içimde ölen şataraban … gözlerin kadar yalan… tüm rüyalarımın tabiri eşkalinin işgalinde gönlümün tüm caddelerinde binlerce ayak izin ve sustuğun her yer sağır sessizlik… bir aşk daha yazılırken gözyaşımın tuzlu hanesine biliyorum faili meşhur bu cinayetin… içimdeki sehpayı tekmelerken kendimin celladı oluyorum dayanınca şakaklarıma rezil bir ölüm anlıyorum mustafa kemal’in içindeki latife gibi fikriye sancısını şair bu dörtlükte ne anlatmak istemiştir sorusunu bekliyorum bırakıyorum dizelerimi otopsiye incelenmek üzere… iç kanamalı bir ömrün son suskunluğu bu belki de bir büyüğün içinde solungaçlarıma kadar sarhoş olsam ne eskiler satsam ne musikiler alsam atsam oltamı bir yetmişliğin içine ah… rakı şisesinde balık tutsam… iç kanamalı bir ömrün son suskunluğu bu belki de adını yazmaktan kanattığım duvarlarda sevdim seni yüzün solgun bir akşamın günbatımı telaşıdır bildiğim tüm iklimlerde mevsimsiz sulietin saçlarında birikmiş bir yaşamın ağrısı ne kadarda tarifsiz kalıyor anlatmaya yüzünü bu aşkın coğrafyası adını söylüyorum… tütün çatallığı çökmüş sesimle ve duyuşuna hasretimle avazım yırtılıyor… adını söylüyorum mühürlenmiş bir aşkın azad mevsimi gelmiş adını söylüyorum… gülce susuyor… yağmur yağıyor… ve şimdi ellerini çektiğin ellerime el oldu teninin sıcaklığı bir kelepçede tutuklu iki el olamadık bir silahın şarjöründe tanışan iki soğuk mermi gibiydik sırası gelen gidecekti belki başka bir aşkın kalbine yani tetik düşecekti yani sen gidecektin… ah yaşam ağrım… ilkokuldaki ilk cebir korkusu matematiksel sancılarla büyüttüğüm çalakalem düşlerime bir tek seni getirmiyordu güzel türkçemizin katiliydi duvarlardan ajandama sızan sevda sözleri ve kabustu gözlerinden uzak hayatı çarpanlarına ayırmak yeterince güzel değildi türkçemiz okuduğumuzu anladık mı diye sorarken anlayışlı değildi çocuk bünyemiz oysa okuduğumuzu anlar mıydık? daha soluduğumuzu anlamazken… iç kanamalı bir ömrün son suskunluğu bu belki de bir şehri düşlemek her coğrafyadan arta kalmak ömrümün ‘g’ noktasıydı ince belli bardakta gözlerinden hayatı yudumlamak ve üşümek doyasıya… belki tüm ömrümüze yetecek kadar üşümek hüzün ayazına kesmiş caddelerinde karabekir’i anlamak pamuk prense inat gelinliğini erken giyerdi çocukluğumun başkenti ve beyaz ankara ya bile yakışmazdı bu kadar… iç kanamalı bir ömrün son suskunluğu bu belki de… sanskritçe bir türkü tutturup dünyanın en fiyakalı dilinde adını yazdım adıma bir fail aramıyorum bu cinayete meyhanenin son sarhoşuyum anasonda gözlerini yüzdüren şimdi aynaların yetmediği bir zamanın yorgunluğunda iç kanamalı bir ömrün son suskunluğuna gönderdim gözlerini ah yaşam ağrım… bir fail aramıyorum bu cinayete dünyada ki tüm ölümlerin mezarlığıyım dertler nakşettim çilehanemdeki ismine bir yanımda kalsaydın... ah yaşam ağrım martıların denize küsmesi sensin gelişine uyandığım sabahların telaşı sen krizantem kokulu baharlarım sensin öfkemin aşktan damıtılmış sancısı sen acıya ekmek banmak sensin yeditepeli şehirlerin türküsü sen ah yaşam ağrım… ömür travması bir gülüşün ve dönüşün kıyametimdir… kop ne olur… iç kanamalı bir ömrün son suskunluğu bu belki de ah… yaşam... ağrım… fail aramıyorum bu cinayete faili meşhur bu cinayetin.
·
34 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.