Bazı kitapları okumayı neden bu kadar erteliyorum bilmiyorum. Belki de kaçtığım, görmek istemediğim şeyler var diyorum bazen. O kitapları okursam kaçtıklarımla yüzleşeceğim sanki...
Üniversite yıllarında da Oğuz Atay okumayı hep erteledim. Üç kez kütüphaneden aldım Tutunamayanlar’ı. İkisinde okuyamadım.
Günün birinde, vize zamanı, sınava girerken hocanın masasının yanına bıraktım kitabı. Kopya olasılığı olmasın diye bütün kitaplar hocanın masasına konuluyordu.
Hoca geldi. Kürsünün alt tarafındaki Tutunamayanlar’ı çıkardı, kim okuyor bunu dedi. El kaldırdım gönülsüz, başıma iş çıkacağını tahmin ederek. Bu kitabı okuyup gelip burada sunumunu yapacaksın, dedi. Evet tabi hocam, dedim, ne yapacağımı bilmeyerek.
Üçüncüde kitabı okuyabilmeyi umut ederek.
Kitabı okudum bir süre içinde. Ama böyle zor bir kitabın sunumu nasıl yapılır, incelemesi nasıl anlatılır bilmiyorum. Neyse hocaya gittim, “Ben kitabı okudum ama bu kitap nasıl anlatılır bilmiyorum.” dedim. Yanındaki sohbet ettiği hanım da güldü hatta. Hocam “Ben yardım ederim.” dedi. “Sen sunumunu hazırla.”
İlk hafta yetiştiremedim. Yanıma geldi derste, senin sunum vardı, ne yaptın, dedi. Unutmamıştı, unutacağına karşı umutlarım da yok olmuştu.
Bir hafta sonra derste Oğuz Atay’ı ve Tutunamayanlar’ı anlattım. Yıldız Ecevit, Berna Moran... ne varsa okumuşum yazara, romana dair. Hoca da ben anlattıkça yorumlar yaptı, eseri hakkını vererek aktardık.
O gün bugündür Oğuz Atay okurum. Kendimi ve korkularımı yendim zamanla sanırım. Ne mutlu kendini, korkularını -eh işte- yenene :)