Kapı zili ve telefon eş zamanlı çaldı. Telefona doğru yürürken, kapı zili hem çalıyor, hem de kapı tıklanıyordu. Telefonu açtığımda, cevap yoktu, karşı taraf kapatmıştı. Kim aradı acaba diye düşünürken, kapı zili ve kapı tıklaması kaldığı yerden devam ediyordu. Koştum kapıya, gözetleme deliğinden baktım ve üst kat komşum Nermin ablayı gördüm. Açsam mı, açmasam mı derken, açıverdiğimi fark ettim. Sarı, kıvırcık saçlarıyla Nermin abla; karşımda, kalın dudakları ile gülümsüyor. “Cam sil var mı canım” Bir saksıda süs bitkisine benziyordu, kapının önüne konulmuş süs bitkisi. Temizlik hastası, bir insan ne kadar cam silebilir ki, bazen cam silerken çıkan sesleri benim dairemden de duyar gibi oluyordum. Bir gün cam silerken aşağı düşecek bu kadın diye anlatırdım arkadaşlarıma. Bizim blokta altı daire vardı, her katta iki daire. Üç daire altlı üstlü dolu, üç dairenin de karşı kapı komşuları yok, daireler boş duruyor. En altta Fatih, orta katta ben, üst katta Nermin abla. Toplam dört kişiyiz. 1+1+2=4. Nermin ablanın küçük bir çocuğu var, kocası Rusya’da. Arada bir geliyormuş, ben henüz geldiğini görmedim. Camları silerken kocasının yolunu gözetliyor diye düşünmedim de değil. Belki de hep cam sildiği için kocası Rusya’da. Karma karışık işler bunlar. Hayat karmakarışık. “Bir bakayım Nermin abla, bir ara vardı ama hatırlayamadım” Tam dönüp banyoya gideceğim sırada, bacağıma bir şey dokundu, korktum da. Tosi. “Aaa, Tosi sende mi burudaydın” Tosi Nermin ablanın oğlu, ufacık bir şey, pıtır pıtır koşmalarını dinlerim geceleri, ne zaman uyur bilmiyorum. Kediler gibi, gündüzleri uyuyor, geceleri avlanıyor sanki. “Babam gelecek bugün” Nermin ablaya baktım hemen, kalın dudakların gülümsemesi yok oldu, dudaklar ağzının içine kaçtı sanki o an anladım, babası falan gelmeyecek. “Ooo Tosi, bu ne güzel haber, hiç yaramazlık yapma bugün, baban geldiğinde uslu bir çocuk görsün… Peki, tamam öyleyse, ben bir banyo bakayım cam sil var mı? Abla geçseydiniz içeri” Banyoya zor attım kendimi, çocuğun bu hali çok canımı yakıyordu. Bu kaçıncı babam gelecek demeseydi, yazık bu sabiye. Geçenlerde babamı istiyorum diye gece yıkmıştı apartmanı, kasabanın merkezinde mini lunaparka götürmüştüm onu da ancak susmuştu. Gece gece atlıkarıncayı çalışır hale getirebilmek için iyi para vermiştik. Bu vatana nöbetçi lunaparklar gerekli be kardeşim. Fakir fukaranın, garibanların çocuklarına; sevgisizlikten uyuyamayan çocuklara uyku ilacı niyetine nöbetçi lunaparklar gerekli. Tosi’nin atlıkarınca dönerken yüzündeki gülümseme, gözlerindeki parıltı, denize yakamoz olarak düşmüştü ve tüm yakamozlar gibi geçici bir parıltıydı. “Nermin abla yokmuş ben de cam sil, istersen gidip bakkaldan alabilirim, ama bir duş alıp kendime geleyim önce, çok acil değilse” Tosi’nin babam gelecek sözleri onun keyfini kaçırmıştı. Birkaç basamak çıkmıştı ki, “Nermin abla, ben cam sil alayım, sen de kahvaltı hazırla, kahvaltı yapalım beraber, sohbet de ederiz, olmaz mı?” Sonradan fark etmiştim ki kahvaltı vakti çoktan geçmiş, vakit öğleyi geçmişti, yine de Nermin abla teklifimi kabul etmişti. Yalnızlığın kederli taraflarını yaşayanlar bilirler. Bir nefese, bir sese, ağızdan dökülecek birkaç sözcüğe gereksinim duymak, kurak toprakların bir damla suya ihtiyaç duyması gibi bir dinleyiciye ihtiyaç duymaktır. Çatırdayan ruhun rahatlaması için dertleşmek, hayatın paylaşamadıklarını paylaşabilmek son derece önemlidir. Çıkmaz sokaklarla dolu bir güzergâhı rehbersiz bir vaziyette bir nefeste çıkabilmek mümkün değildir. Bazen bir dinleyici, bir kelam etmeden sadece karşında oturup dinlese, arada başını sallasa, kaşlarını çatsa, bir tebessüm etse, öksürse, karşında sadece nefes alıp verse bile duvarlara konuşmaktan iyidir, iyi midir hakikatten? O gün bir lokmacık yiyemedik. Çay ve sigara bize, bakkaldan aldığım bir poşet şekerleme Tosi’ye. “Babam çok karşı çıkmıştı Orhan’la ilişkime. O zamanlar dinlemedim babamı, sevmiştik de birbirimizi. Yaz geceleri evin önünden geçerken öksürmesinden anlardım onun geldiğini, evin içi sıcak, yangın yeri gibi bu sebeple annem babam terasta yatarlardı. Aşağıya inip sessizce bahçe kapısını açardım, yalın ayak nefes almadan odama kadar yürürdük. Ne cesaret ama gençtik işte. Akıl, mantık ne gezer. Bir keresinde annem seslendi, hemen dolapla duvar arasındaki boşluğa saklandı Orhan. Ben uyuma numarası yapıyorum, kapı açıldı, odanın içine doğru annem birkaç adım attı, o birkaç saniye ne uzun gelmişti, az kalsın yakalanacaktık. Gündüzleri bir an önce gece olsa da yine buraya gelse diye zamanı iteler dururdum. Gücüm yetmezdi elbette, o yine bildiği gibi ilerlerdi. Zaman yine aynı zaman, vuslat için yavaş ilerliyor.” Çayından bir yudum aldı, sonra sigarasından bir nefes çekti, gözlerinin içinde dumanlar gördüm sanki adeta sigara içmiyor, dünyanın bütün kederini içine çekiyordu. O anda dünyada tüm sıkıntılar bertaraf olmuştu, her şey Nermin ablanın içindeydi. O süre zarfında; benle birlikte, tüm dünya bir ferahlık hissetti. Her şey o kadar güzel olmuştu ki. Savaşlar sona erdi, açlıktan çocuklar ölmedi, hiçbir kız tecavüze uğramadı, zenginler ellerinde ne var ne yoksa her şeylerini fakir fukaraya verdiler. Hiçbir hayvana eziyet edilmedi. Sedye üstünde hastane kapılarında bekleyen hastalar kalmadı. Kırmızı ışıkta geçen araçlar, sokaklara tüküren insanlar, süte su katanlar, kantara hile karıştıranlar, bankaları batırıp kaçanlar kalmadı. Riyakârlık son buldu, samimiyetsiz sıfatı kullanımını yitirdi, yaftalamak, haksız yere suçlama, düşünce suçu tarih oldu. Liyakatsiz olduğunu düşünenler derhal işlerinden istifa ettiler, liyakatsiz kişileri önemli görevlere atayanlar vicdan azabından öldüler...
ihtiyar - geçici insan masalları