Kitap okumak bir beceri midir? Okumayı bilen herkes her kitabı okuyabilir mi? Eleştirel okuma, derin okuma nedir? Bir kitabı okuyup değerlendirebilmek için, bilgi birikimimi, tecrübe mi, yaş mı önemlidir yada birkaçı birden mi? İnsanın okuma zevki zamanla değişiyor mu? İnsan kolay anladığı kitapları değersiz görüp zorlandığı kitaplara daha mı çok değer veriyor? Hikaye neden edebiyatın üvey evladı muamelesi görüyor? Milli edebiyata neden yeteri kadar ilgi gösterilmiyor? Sorular, bazısı cevap ararken bazısı da bazı rahatsızlıkları duyarlılıkları/duyarsızlıkları dile getiren sorular..
Ahmet Hamdi TANPINAR’ı ilk okumam 3-4 yıl öncesine dayanır. İlk okuduğum yazarlardandır kendisi. İlk 5 en kötü ilk 10 yazarımdan birisi. Sartre, Camus, Yusuf ATILGAN, Sabahattin ALİ okumalarım da aynı zamanlara denk gelir. Sartre’nin "Bulantı" ile Camus’un "Sisifos Söyleni" ve "Yabancı" , TANPINAR’ın "Sahnenin Dışındakiler", "Mahur Beste" ve "Huzur" eserlerini okumuştum. Yahu ne cahillik. Şu an bile zor anlıyorum bu yazarları, ucundan kıyısından ne tutturursak işte..
Huzur’un kapağını kapattıktan sonra 6 ay elime kitap alamamıştım. "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" ile "Beş Şehir"’ i de satın almıştım da hala durur kitaplığımın rafında. "Hikayeler" kitabı elime geçmese uzunca bir sürü daha elime Tanpınar almaya cesaret edemezdim ya..
Mahur Beste’yi okuduğum da şaşkına dönmüştüm. Adamın canı sıkılmış, gezdirmiş de gezdirmiş okuru, demiştim. Sonuç odaklı düşündüğümüzden olsa gerek, şimdi değerini daha iyi anlıyorum. Huzur kitabını okuduğum da baygınlık geçirecektim. O kadar ağır bir eser olamaz. İktisat, Musiki, felsefe, edebiyat, karakterlerin özgünlüğü. Hele o Suat yok muydu o Suat, onca kitap okudum aklımdan bir türlü çıkmaz.. Uzun, sayfalarca betimler.. Canım sıkılıyordu okurken, onları görecek göz nerede..
Hikayeler geçti en son elime. Tamamen son zamanlardaki hikayelere olan düşkünlüğümden. İyi ki de geçmiş. İlk hikayeyi – Abdullah Efendinin Rüyaları- okurken bir büyüye kapıldım sanki. Ben böyle hikaye ne gördüm ne duydum. Hikayelerde genelde konu özgünlüğü pek aranmaz. Farklı olan üsluptur, kullanılan tekniklerdir. Tanpınar hikayesinde olağan bir konuyu öyle olağandışı bir mecraya çekmiş ki, derinliğinde boğulmamak, büyülenmemek elde değil. Bu olağandışı, akılüstü olayları anlatırken de olağanlaştırmış. Farklı bir boyuta götürmüş okuru.
Tanpınar’ın oturmuş bir felsefesi var. Eşyalara ruh üflemek.. Her şeyin bir ruhu var. Zaman kavramını irdelemiş bazı yerlerde. Cümle kurgusu müthiş. Hele o nitelemeleri yok mu, ben en son böylesini Yaşar Kemal de görmüştüm ama onunkisi daha çok betimlemelerdeydi. Tanpınar neredeyse bunu her yerde kullanıyor. Betimlerken, ruh halini anlatırken, felsefesini verirken..
Anladım ki Türk Edebiyatı Tanpınar dan çok etkilenmiş, beslenmiş. “Rüya gibi” hikayesinde şimdiki zamandaki karakterin hayat hikayesini vermiş. Bu hikaye defalarca farklı yazarlar tarafından işlendi. Sonra karakterin kimliksizlik sorunu. Benzeri birçok konu.. Sadece konuda değil.. Tanpınar bir yazar nasıl olur, hem felsefe hem edebiyat nasıl bir arada anlatılır onun en büyük örneği..
Eleştirilebilecek tek husus ise, yenilik arayışında olmayışı, hikaye türüne bir roman edasıyla yaklaşımı olabilir. Yazdığı dönem düşünüldüğünde böyle bir arayışın beklenemeyeceği düşünülsede Sait Faik de aynı dönemlerde yazmıştı ve hikaye türünde farklı bir çığır açtı. Tanpınar ‘dan da öğreneceğimiz, göreceğimiz çok şeyler vardı. Elbette ki bu onun büyüklüğüne bir gölge düşürmeyecektir. Bizimkisi sadece bir beklenti..
Herkese keyifli okumalar dilerim..