Gönderi

903 syf.
10/10 puan verdi
·
Read in 8 days
#27324883 Bu incelememde yazan her şey, buradaki için de geçerlidir. Hatta başlangıç kısmı budur. Yeni bir şekilde deneyemezdim. Denemezdim. Düşündüm. Çok düşündüm ve düşünmeye devam edeceğim. Ancak size söyleyemem. İstesem de yapamam. Birazdan okuyacaklarınızın ne olduğunu ben de bilmiyorum. Gerçeğe yakın değillerse eğer, benim sanrılarımdan kurtulmaya çalışırken dökülen parçalardır. Hepsi bu. Şu an ne buradayım, ne de orada. Ne yaşıyorum, ne de ölüyüm. Dostoyevski'deyim. Dostoyevski'de... + Hay, aksi! Yine Dostoyevski'yi anlatmaya çalışmalıyım. İyi de nasıl anlatacağım? Diyebilecek bir şeyim var mı ki? Dostoyevski şöyle büyük bir yazar, şöyle güzel şeyler yazmış, böyle güzel anlatmış vb. ıvır zıvırı mı anlatacağım? İçimdeki bir su damlacığında, okyanusun gizli olduğunu fark etmemi sağlamasını nasıl anlatacağım? İlk kitabını -Yeraltından Notlar- okuduğumda kendimi hiç bilmediğimi fark ettirmesini mi anlatacağım? Bir sonraki romanında -Budala- hiç kimseyi gerçekten tanımamış olduğumu fark ettirmesini mi anlatacağım? Yoksa en büyük eseri olarak görülen ve bundan önce okuduğum romanı -Karamazov Kardeşler- sayesinde hâlâ ne kendimi ne de başka birini gerçekten anlamamış olduğumu anlatacağım? Ya da bu romanında insanların düşüncelerinin, insanların önüne nasıl geçtiğini göstermeni mi anlatayım? Ne anlatabilirim Dostoyevski? İnsanların düşüncelerinin; kendi derinliklerinde Yağmur Ormanları'ndaki bitkiler gibi, kendisinden kopanın kendini ve diğer tüm bitkileri sırf güneşe ulaşmak ve ulaştıktan sonra daha da fazla sahip olmak için ezmeye çalışmasını mı anlatayım? Düşüncesel tutkunun köklerinin de yeraltında büyürken, nasıl diğer düşünce köklerini engellemeye çalıştığını mı anlatayım? Ya da birinin tüm varoluşu ile başka birinin üzerinden parazit bir şekilde yaşamasını mı anlatayım? Veya bu düşüncelerinin peşinde büyüyenlerin nasıl diğerlerini de kendine basamak yaptığını mı anlatayım? Senin söylemediğin ne söyleyebilirim ki? Yaşamış olduğun acıların ve başkalarının yaşadığı acıların sana yansımalarından nasıl böyle güzel bir şekilde çıkmış olabileceğini mi anlatayım? Hepsi bir yana, senin tüm bunları nasıl anlamış olduğunu çözümleyememe mi anlatayım? Veya tüm bunların arasında kaybolmayacak ve yok olmayacak kadar güçlü oluşunu nasıl anladığımı mı anlatayım? Bir baba veya anne, çocuğuna dair hiçbir şey anlayamazken senin nasıl her insanı en ince parçasına kadar çözümleyebildiğini mi anlatayım? Veya insanların birbirleri ile olan tüm görünmez bağları nasıl görünür kıldığını mı anlatayım? Yine soruyorum, senin anlatmadığın ne anlatabilirim ki? Senin anlamamış olduğun insanı -kendim de dahil- nasıl anlamış olabilirim ki? Senin değerini anlayabildim mi sence? Seni geçtim, acının değerini anlayabildim mi sence? Bu kelimeleri dışarıya döken ben miyim sence? Doğruyu söylüyor muyum? Doğruyu geçtim, yalan bile olsa bir şey söylüyor muyum? — Dostum, ömrüm boyunca hep yalan söyledim. Doğruyu söylerken bile yalan söyledim. Hiçbir zaman gerçek adına bir şey söylemedim, söylediğim her şey kendim içindi; bunun böyle olduğunu eskiden de bilirdim, ama ancak şimdi görüyorum... Ah, ömrüm boyunca dostluğumla incittiğim dostlar neredeler? Hepsi... hepsi! Savez-vous[Biliyor musunuz], belki şu anda da yalan söylüyorum; evet, sanırım yine yalan söylüyorum. En önemlisi de kendi yalanlarıma inanmam. Dünyada en zor şey, yalan söylemeden yaşamak... ve... ve kendi yalanlarına inanmamak... evet evet, bu en zor şey dünyada! Ama durun hele, bütün bunlar daha sonra... –durdu, coşkuyla ekledi:– Birlikteyiz, birlikteyiz! + Ben de yalan söyledim. Seninkinden ne farkı mı vardı? Farkı yoktu. Hemde hiç. En büyük yalanımı söylediğimde 6 yaşındaydım. Yalanın tüm pisliğini de daha ilkinde görmüştüm. Kutsanmış olduğumu düşünebilirsin. Hâlbuki aksine, lanetlenmiştim. Neden mi lanetli olduğumu düşünüyorum? Bugün olduğu gibi ilkbaharın tüm güzellikleri ile ortaya çıktığı bir günde olmuştu. Bu güzel günde olacak bir olayın önce zihnime, sonra tüm hayatıma ölü ve çıkmaz bir koku gibi sineceğini nereden bilebilirdim? Senin kitaplarının yaptığı yüce tesiri ve en küçük hücrelerime dahil işlediğin acıdan daha büyüktü bu tesir. Sabahın erken saatleriydi. Annem, her zamanki gibi ev işleri ile uğraşıyordu. Bizim ile olan ilgisi ancak alışkanlıkların ve temel görevlerin gerektirdiği kadardı. Kız kardeşim henüz üç yaşındaydı. Algısı keşfetmek için vardı. Her yerde bilgi arıyordu. Ben de öyleydim, ama ondan önce keşfe başlamanın getirdiği büyüklük vardı. Belli başlı objeleri, olayları ve duruma göre insanları anlayabiliyordum. Empati yeteneğim oluşmuş ya da oluşmaya başlamıştı. Emin değilim. Fakat yakın olduğum insanların hiçbir düşüncesini anlamıyor olsam da, duygusal durumlarını iyi anlıyordum. Her çocuğun beyninde bolca olan ayna nöronlardan mı kaynaklı yoksa, benimle alâkalı farklı bir olağandışı durumdan mı kaynaklıydı bilmiyorum. Hâlâ da öyle çünkü. Algıladığım hiçbir insanın düşünce durumunu çözemiyorken, duygu durumunu tek yumurta ikizi gibi anlayabiliyor ve onunla birlikte hissedebiliyordum. Annem, cüzdanını evin girişindeki ayakkabılığa bırakmıştı. Mutfakta kim bilir ne yapıyordu. Karnı tok ve enerjisi olan biz ise oyun arıyorduk. Kovalamaca ile başlamıştık. Ancak kardeşim çok küçüktü; yakalama ve kaçma konusunda beceriksiz olunca erken sıkılmış ve oyunu bitirmiştim. Gözlerim arayış içindeydi. Annemin cüzdanını gördüm. İçinde ne var diye bakmak istedim. Anahtar, nüfuz cüzdanı, bir tane kağıt 5.000.000 ve biraz da bozuk para vardı. Kağıt parayı alıp ben dokunmadan cüzdan nasıl duruyorsa, aynı şekilde bıraktım. İçindeki bir kağıt parçasının yokluğu hariç az önceki ile aynıydı. Bu değişim de dışarıdan belli olmuyordu. Neyse, hızlıca salona koştum. Kardeşime gösterdim. Üzerindeki resim ve silinik sarı rengi ilgisini çekmişti. Gülmeye başladı. Dokunmak istedi ve verdim. İncelemeye başladı. Ne olduğunu ve neye yaradığını sordu. Oyunumuz için gerekli son parça olduğunu söyledim. Annem hâlâ aklımda olduğu için onun parayı görmesinden deli gibi korkuyordum. Burada annem hakkında ufak bir bilgi vermem lazım. 12 yaşından beri zorunluluklar ve sorumluluklar altında ezilmiş ve ezilmeye devam eden bir kadındı. Ailesinin hiçbir sözünden çıkmamış, çıkamamış ve her görevi yerine getirmek zorunda kalmış fedakâr biriydi. Böyle uzun yıllardır sürekliliği olan çaresizliklerin oluşturduğu sessizlik ve baskı altında, gün geçtikçe daha fazla sıkışarak daralıyordu. Bu da onu bir nevi sinir hastası yapmışı. Gerçeklik, kafasındaki plandan ufacık farklı olunca hemen parlıyordu. Kendini kontrol edemeyen bir öfkeye sahipti. Anlayacağınız fiziksel ve sözsel olarak sevgi ve güçle gelen şiddete sık sık maruz kalıyorduk. Annemden korkuyordum. Tüm benliğimle korkuyordum. Yine de bu işe girişmiştim. Bir şey olmayacağını umuyorum. Fakat temkinliliği de elden bırakmamak lazımdı. Camın önüne koltuğu çektim. Kardeşimle beraber üzerine çıkıp birlikte camdan bakmaya başladık. Bu sayede annem parayı göremeyecekti. Kızsa bile parayı saklayacak zamanım olacaktı. Parayı kardeşimden istedim. Ona rüzgârın gücünü göstermek istedim. İki parmağımla paranın bir ucundan tutmuştum. Diğer ucu rüzgârla dans ediyordu. Rüzgâr uçurmaya çalışıyordu ve ben bu uçuşa engel oluyordum. Rüzgâr, bu şekilde parayla temas hâlinde iken; paranın serbest ucu ezişip büzülür katlanır ve kendi kendine çarpıp düzelmeye başlar. Bu sırada da çıkan sesler olur. Görüntü ve ses, kardeşimin ilgisini çekmişti. Gülmeye başladı. Ben de yapacağım, diye heyecanla söylenmeye başladı. Parayı ona verdim. Mutluluğu daha fazla artmıştı. Belli bir zaman geçtikten sonra parayı ondan aldım. Ben de yapmak istedim. Bir süre daha ben yaptım. Sonra yine istedi. İşte, o anda vermek istemedim. Farklı bir şey göstererek parayı daha fazla tutmak istedim. Ona, parayı bırakırsam ne olacağını biliyor musun, diye sordum. Bilmiyorum, dedi. Görmek ister misin, diye sordum. Evet, dedi. Gözlerinin önünde yatay bir çizgide parayı getirdim ve götürdüm. Sonra heyecanlandığını görünce biraz farklı şekillerde devam ettirdim. Sihirbaz tarafından etkilenen izleyici gibiydi. Birazdan olağandışı bir şey gerçekleştirebileceğim objeye takılı kalmış ve sihirbazın ne yaptığına dikkat etmeyen birine dönmüştü. Sadece parayı izliyordu. Gülümseyerek ona baktım. O sırada parayı da bıraktım. Ben sadece kardeşime bakarken, o paranın havada uçuşunu izliyordu. Ben gülümsüyordum, o ise şaşkın bir yüz ifadesine sahipti. Bakışlarını bana çevirdi ve şimdi ne olacağını sordu. O anda gerçeklik beni çarptı. Para gitmişti. Ne yapmıştım ben, demeye kalmadan annem bağırdı. Ne yapıyorsunuz, dedi. Korku bir anda beynime hücum etti. Tüm benliğimi sarması ise yaklaşık iki saniye sonra annemin soruyu yinelemesi ile oldu. Ben öylece donuk bir vaziyette kalmışken, kardeşim söze girdi. Para uçuruyorduk, anne, dedi. Ne parası, diye sordu. Ama cevap beklemeden ayakkabılığa doğru gitmeye başladı. Cüzdanını kontrol edeceğini ve paranın yokluğunu fark edeceğini anladım. Kurtuluş yolları aramaya başladım. Ne yapabilirim diye düşünürken, aklıma yalan söylemek geldi. Ama nasıl bir yalan beni kurtarabilirdi? Kardeşimi fark ettim. Annem geri dönmüştü. Para nerede diye bağırıp duruyordu. Söyleyin yoksa ikinizi de döveceğim, dedi. Bir an tereddüte düştüm, ancak korkum, sevgimin üstüne geçti. Kardeşim yaptı, dedim. Annemin bunu duymasıyla öfkesinin dışa vurması arasında bir saniye bile geçmemişti. Kardeşimin kolundan sıkıca tuttu ve sol tarafına bir tokat bastı. Kardeşim, ilk darbeyi hisseder hissetmez ağlamaya başladı. Tıpkı basınçla sıkıştırılmış suyun, üzerinden basıncı sağlayan etmenin kaldırılması ile suyun sahip olduğu güçle patlaması gibi; annem de öfkeyi dışarı atabilecek alanı bulunca şiddeti çoşmuştu. Kardeşime elleriyle, ayaklarıyla ve imkânı olduğu her şekilde vuruyordu. Kardeşim gözyaşlarına boğulmuştu. Ağlama sesi gittikçe artmıştı. Uzun bir süre böyle geçtikten sonra kardeşimin ciğerleri mi yorulmuştu yoksa gözyaşları mı bitmişti ya da acıyı hissetmez hâle mi gelmişti bilmiyorum, ama ağlama sesi kısılmaya ve direnç göstermeye başladı. Tüm bu süreç boyunca sadece izledim. Utanmıştım. Acı çekiyordum. Küçülüyordum. Kardeşime baktığımda içim parçalanıyordu. Ama korkudan bir şey diyemiyor ve yapamıyordum. Artık çok geç diye düşünüyordum. Söylesem ne olacaktı ki? Annem aynı hınçla beni de dövecekti. Belki daha fazla dövecekti. Yalan söylemem de fazladan dayak sebebiydi. Bu düşüncelerimin sonunda anneme baktım. Tüm hücrelerim öfke ve nefretle dolmuştu. Bir anne çocuğuna nasıl bunu yapabiliyordu, anlamıyordum. Sanki tüm acıların ve dertlerin kaynağı kardeşimdi veya tüm mutlulukların ve huzurun kaynağı o 5.000.000 lira idi. Anneme olan sevgimi bitireceğime yemin etmiştim. Kardeşimi de ilk önce kendimden, sonda diğer herkesten koruyacağıma dair yemin etmiştim. Zaman o an benim için durmuş olduğundan, ne kadar süre kardeşim dayak yedi ve birlikte ağladık bilmiyorum. Ancak annem durmuştu. Enerjisi bitmişti. Bir daha sakın cüzdanıma ve paralara dokunmayın, diye son bir hınçla bağırdı. Bizi bıraktı ve gitti. Kardeşimin gözleri şişmişti ve yüzü kıpkırmızıydı. Hıçkırıyordu sadece. Yere çökmüş öylece hıçkırıyordu. Yanına oturdum ve sarıldım. Ağlamaya yeni başlamış gibi gözyaşlarım şiddetli bir yağmur şeklinde akmaya devam ediyordu. Sonra ağlamam durdu ve kendime geldim. Onu da alıp yatak odasına gittim. Kapıyı kilitledim ve yatağa uzandık. Sonra da uyumuşuz. İşte, böyle Dostoyevski. Hayatımdaki en büyük hatam ve en büyük acı buydu. Bu olaydan sonra 19 sene yaşadım ve hâlâ yaşıyorum. Kendime ve başkalarına daha neler yaşattım, nelere tanık oldum ve bana neler yapıldı dersen binlerce sayabilirim. Ancak hiçbiri bunun kadar tesirli değildi. O gün nasıl biri olacağımı değil, ama nasıl biri olmayacağımı, daha doğrusu olmak istemeyeceğimi görmüştüm. Acı ve sevdiğime yaşattığım acı, empati gücümü besledi. O gün bugündür sevdiğim veya sevmediğim hiç kimseye bu ve buna benzer acılar yaşatmayacağıma karar vermiştim. Gerekirse kardeşime yaptığım gibi suçsuz yere suçun cezasını çekecektim, ama kimseye isteyerek acı çektirmeyecektim. Özellikle benim çekmem gereken acıyı. — Ah, bağışlayalım, bağışlayalım, her şeyden önce bağışlayalım... herkesi, her zaman bağışlayalım... Kendimizin de bağışlanacağımızı umalım. Çünkü herkes, hepimiz tek tek, ötekinin önünde suçluyuz. Herkes suçlu! + Bağışladım, Dostoyevski. Önce annemi bağışladım. Uzun yıllar ondan nefret ettim, ama onu gerçekten anlamaya başlayınca affettim. Ancak kendimi bağışlayamadım. Kardeşime yıllar sonra bu olayı anlattığımda hatırlamıyordu. Ağlayarak anlattım ve affını istedim. Affettiğini söyledi. Gözyaşları ile parıldarken gözleri, gülümsemeye başladı ve tekrar etti. Affettim abi, dedi. İşte, ben de ondan sonra kendimi bağışlayabildim. — Sevgiden daha değerli ne olabilir? Sevgi, var olmaktan, yaşamaktan daha önemlidir; sevgi varoluşun tacıdır; öyleyse, varoluşun sevginin önünde baş eğmemesi mümkün müdür? + : Ben. — : Kitaptan alıntı, yani Dostoyevski. Dip Not: İmla hatalarımın canı cehenneme!
Ecinniler
EcinnilerFyodor Dostoyevski · Türkiye Kültür İş Bankası Yayınları · 20195.6k okunma
··
1 plus 1
·
1,354 views
Kitap Kâşifi okurunun profil resmi
Güzel kardeşim belki bunu insanlara yakın olmak için yapıyorsun, belki samimi oluğunu göstermek istiyorsun vesaire inan seni anlarım. Farklı sebeplerden ötürüde yapabilirsin, yine başım gözüm üstüne. Fakat kitap incelemesi bu değil. Kitap incelemesi; kitabın konularına girerek o konuları irdelemektir. Olayları kendi açından tarafsızca yorumlamandır. Kısacası kendi hayatını anlatman değildir. Ben burada sana üstün gelmeye veyahutta sana ders falan vermeye çalışmıyorum. Sadece bildiğimi söylüyorum. Sana yorum yaptım diye şimdi bir takım insanlar bana saldırabilir, yok sen kitap incelemesi yapıp eskiden kendi incelemelerini sahte hesaplarla beğenmedin mi diyenler olur, sataşırlar. Bana komplo yapanlarda o sahte hesapları açanlarda onlar. Burada çok ahlaksız insan tanıdım ben. Bana küfür ettiler, hakaret ettiler, hiçbirine cevap verip tartışmadım. Hepsi benim milletimin insanı ben onları affettim. Ben kitap incelemesini bıraktım artık yapmıyorum dedim, üzerime iftira attılar, sahte hesap muhabbeti çıkardılar, ne kadar ironik. Benim beğenilmeye ihtiyacım yok ki. Benim öğrenmeye ihtiyacım var. Bu insanlar benim onlardan daha fazla kitap okumamı çekemedi, bende hesabımı sildim yeni hesap açtım. Artık inceleme yapmıyorum, alıntı yapıyorum. Yani sataşacak insan arayan varsa o ben değilim. Ben her zaman ahlaklı ve kendi halimdeydim. Ve üstelik ölümcül hastalıkları olan bir insanım kimseye üstünlük güdecek biri değilim. Söylediğim gibi kardeşim, kalemin güzel, fakat inceleme bu değil. Umarım ilerde güzel incelemeler yaparsın ve önemli olan beğeni değil. Sen sen ol, varsın kimse beğenmesin.
Quidam okurunun profil resmi
Söylenebilicek her şeyi söylemişsiniz zaten. Bana da susmak düşer.
1 next answer
22 öğeden 21 ile 22 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.