Dostoyevski'nin eserlerini okumak, onun hayatındaki gizli çatı katına çıkmakla başlar. Yani ha çatı katı, ha yeraltı... Çünkü insan, tüm gizlerini kendinden bağımsız yürütemediği o yeraltı dünyasına yahut da çatı katına saklar. Bu bağlamda Dostoyevski'yle yeraltına inmek, çatı katına çıkıp o tozlu çerçeveler arasında kaybolmak gibi külfetlidir.
Rus bir yazar... Döneminin tüm şartlarına kafa tutarak insan ruhunun o çekilmez labirentini eserlerinde yansıtarak gerek tarihsel bir arka fonda gerekse psikoloji alanının tüm nevrozunu hissettirek tüm çabasıyla kaleme alır.
Dostoyevski'yle birlikte onun dünyasına girerek yeraltından tüm sessizliğiyle ben burdayım demesine eserlerinde şahit oluyoruz. Şahit oluyorum. Her bir eserinde onun bir yanını keşfediyorum. Bu keşfe çıktıkça beni Dostoyevski yazınına çeken o realist tutumunu son damlasına kadar savunuyorum.
Dostoyevski ve yeraltı dendiği zaman onun Yeraltından Notlar'ı akla gelse de onun tüm çığlığı sadece bu eserinde değil, bütün eserlerinde yeraltılık kokuyor.
Henri Troyat'tan Dostoyevski biyografisini henüz sindire sindire okuduğumdan Rene Girard'dan bu kitabını yaşamöyküsü üzerinden değerlendirmek benim için hayli zor olsa da eserleri açısından baktığımda yaşamöyküsünden kalma izler eserlerinde yer yer kendini belli etmekte. Onun yeraltılılığı ise yaşamdan kalan bu izlerden kaynaklanmakta.
İnsancıklar'ının mağrur ama Öteki'nin statüsü bozuk resmi ilişkilerine, Beyaz Geceler'inin hüznünden Yeraltından Notlar'ının keskin felsefesine, Suç ve Ceza'nın cesur psikolojisinden Budala'nın safça sevgisine... Dostoyevski'nin tüm eserlerini ele alarak teorik bağlamda Dostoyevski ve eserlerine dair sağlam çıkarımlar bulunan bu ince ama mana yönünden kalın kitap, sağlam bir kaynaklık teşkil ediyor.
Bu kitabı, Dostoyevski külliyatını okumaya başlamadan önce okuduğum için oldukça verimli geçen bir deneyim edindim. Dostoyevski'yi okumaya bu kitapla başlamanızı tavsiye ederim.