''Tapduk Emre:
İsmi suphan virdin mi var
Bahçelerde yurdun mu var
Bencileyin derdin mi var
Garip garip ötme bülbül
Yunus Emre: pek bir güzel öter, dertli dertli öter.
Tapduk Emre: herkes güzel der bülbülün sesine, sen dertli dersin. Neden dertli acep? Belki de dertli oluşundandır sesinin güzelliği. Bülbül hayvanatın şairidir. Hakikati söylediğinden sesi güzel. İşiten her kim olursa olsun, ister kafir, ister putperest, ister müslüman, ister sürüde çoban, ister ekinde rençber, ister tahta sultan ol. Bilmese de hisseder ki bülbül hakikati söyler. Sesi güzeldir. Her kim ki bir gönlü var bülbül ona güzel gelir. Güzelliğe sebep hakikatin sesi olması. tıpkı bülbül misali cümle şairler de dost bahçesinin bülbülü. Hakikate davet eden bed sesler değil. Bize hakkı söyleyen bülbüller gerek. bülbül gibi ses ola cismi çıkara aradan. Hakikati şakıya. Hemi doğuya, hemi batıya, hemi kuzeye, hemi güneye. Kendi sükut edip hakikati söyleye. İşte o vakit söz gümüş iken sükut altın olur. Hakikat konuşanda benlik susar.
Her devrin esması var, her devirde başka şekilde tecelli eder hak sözü. Kimi devir olmuş felseficiler, kimi devir olmuş kelamcılar vesile olmuşlar. Kelam ile tebli en hızlı imiş. Amma sözün tesiri ok gibidir. Asırları aşar. Dillerde destan olur, gönüllerde şiir. Kişi çıkar aradan hakikat kalır meydanda. Bülbül sesinin sahibi mi ki? Tam tersi baki oldu hakikat geldi bülbülün ağzından çıkıverdi. Bu bülbüle şeref oldu. Öyle olmaya bülbülü kim bile kim tanıya, dalda gören taş atar, geçipde dal altında kulak kesilmez. O bülbül bilir mi ki kendisini şah mı dinler kul mu, zahid mi dinler sufi mi, köylü mü dinler şehirli mi?''