Gönderi

En çok istanbula benzeyen gözlerini sevdim gözlerinde devrik cümleler gibi bakan kederi esirgeyen bağışlayan aşkın adıyla başladım sana erkekliğim bedeninde kimbilir kaç kez hatim indirdi kimbilir kaç kez yazdım kendimi arka sayfalarına hayatının faili meçhul bir cinayet haberi gibi kırlangıç fırtınalarına benzeyen yüzünü sevdim jilet yansıması gibi yüzüme çarpan yüzünü yüzünün avuçlarımdaki yasa dışı hüznünü hani geceyarıları gökgürültülerine kulak kabartır gibi hani bir ırmağın kendini denize dökmesi gibi hani iki arada bir derede telaşlı sevişmeler gibi hani anlarsın ya suçüstü bir aşk gibi bulup bulup yitirmeyi sevdim seni ustura suskunluğuna benzeyen ellerini bana olmadık şeyler düşündüren ellerini beni içimin gizlisinden alıp her karartma gecesi en argo şiirlere rehin bırakan ellerini sevdim bana bu kenti bu ülkeyi ve bu dünyayı bana bu en ahlaksız çağını zamanın bana güneydoğudaki çocuk ağlamalarını unutturan dokunduğun heryerinde bedenimin sigara yanığı tırnak çiziği yaralar açan bana kendi uçurumlarında çığlıklar yakıştıran ellerini sevdimaruz veznine benzeyen yalnızlığını sevdim. Ben senin kendi yalnızlığında iş çıkışlarındaki caddeler gibi çoğalmanı cuma akşamları beyoğlunun çalgılı sokakları gibi bir korsan gösteriye dört koldan katılmak gibi içimde kalabalıklaşmanı sevdim çocukluğuma benzeyen yalanlarını yalanlarında yakaladığım gerçeklerini gerçekler ki zaten saatli maarif takvim yapraklarının arkalarındaki maniler gibidir bu ülkede ülkelerini sevdim her gidişinin ardındaki mide kanamalarımı nöbetçi eczanelerin uykusuz kalfalarıyla korkuttum korkularını da sevdim düşmemek için bir elinle sımsıkı tuttuğun merdiven korkuluklarına benzeyen korkularını mutedil dalgalı denizlere benzeyen sevişmelerini sevişmelerindeki acemi dilsiz alfabesini patladı patlayacak bir fırtınanın tam ortasında kendini ölüme bu kadar genç hissetmeni senin gecikmelerini sevdim tebdil-i kıyafet beni sevmeni sevdim dudaklarında bir karanfil gibi ısırdığın fahişe gülüşünü komisyon vermemek için bir otobüs durağında tam on altı yerinden bıçaklayıp kaçarak pezevengini sadece kendin için sattığın gülüşünü sevdim bir şiire benzeyen uzaklıklarını sevdim yalnız denizlerde kürek çektiıim uzaklıklarını bir mülteci gibi bana hep ülkemi özlete kendimden kaçtıkça seni bulduğum sana gittikçe kendime vardığım uzaklıklarını imkansızlığını sevdimben seni arkamda bırakacağım en son sözcük gibi ben seni bir intihar gibi sevdim. Ben senin gözlerini daha önce de gördüm hani ter kokulu bir belediye otobüsünde cüzdanını çarptığım kadından kaçarken sırtımdan vurulup da ellerine düşmüştüm ya hani bileklerimi jiletlediğim bir akşam başucumda oturup saçlarıma dokunmuştun aramızdan imkansız şarkılar geçiyordu çocuk bahçeleri gibi umutsuzdunben senin gözlerini daha önce de gördüm hani ıssız bir sokağın yankılanması gibi hani son dizesi henüz yazılmamış bir şiir gibi dudaklarımdan uzak okyanusların bütün mavisini dudaklarımdan söyleyemediğim bütün sözcükleri bir öpüşte çekip almıştın ya haniben senin gözlerini daha önce de gördüm hani birinci şube kapısında dipçiklendiğim akşam hani bir paket sigara için yeni pabuçlarımı sattığım akşam hani bir gülüşüne gül olduğum akşam hani bir damlasına gözyaşının la ilahe illallah bin dolunayı kurban ettiğim akşam hani yaklaştıkça kendine doğru kaçan bir ufuk dokundukça kendine kapanan bir kapı uçurumlarında sesimi yitirdiğim bir çığlık ve suskunluğunda burnumun direğini sızlatan zifiri karanlığında kendimi aradığım bir çocukben senin gözlerini daha önce de gördüm ben senin gözlerinde daha önce de öldüm. Bu şehri benzetebildiğim kadar sana benzettim en sensiz gecelerimde rum batakhanelerinde girit rakısı içtiğim sabahlara kadar sokaklarında ana avrat dümdüz gittiğim denizlerine kustuğum caddelerinde yittiğim bu şehre meydanlarında on bin ağızdan on bin lanet ettiğim köprülerinde ateşler yakıp aşka boyun eğdiğim çingene rengi şiirler söyledim diye polislerine rüşvet verdiğim karakollarında körkütük kan işediğim bu şehre gündoğumlarında salya sümük ağlayıp kendime geldiğim kalbimi varoşlarına sığdıramadığım bu şehre benziyorsun sen çaresizliğimin jilet yarası annemin konfeksiyon atölyelerindeki hüznünü öğüten şehir hatları vapurlarında çocukluğumu sattığım iki yakasını biraraya getiremediğim bu şehre benziyorsun en çok uğruna bileklerimi kestiğim orospulara benziyorsun imkansızlığın anlamı kadar imkansızsın artık kalbime dinamitler döşüyorsun. Geçmiş bir zamandı kalabalıktık gelincik tarlalarında bahar çağrıları gibiydi yüzün hayra yorulmayacak düşler gibiydin bir ayeti ezberler gibi ezberliyordum yüzünü sen susuyordun kuşatılmış bir kent nasıl susarsa öyle elimi kolumu sallaya sallaya dolaştım senin o ıssız caddelerinde dilimde dinamitler patladı öyle doluydum ki uzatsam ellerim göğe değecekti sanki gökyüzüme dokunsan ağlayacatın mavinin kaç tonu var bulutlardan öte ağladığın zaman anlayacaktın çığlık çığlığa sevişmeler gibiydin dağ koyaklarında eşkiya ateşleri gibi gizli ve namlu yatağında sabırsız bir mermi kadar gerçektin sendin senin ellerindi akdenizdi senin gözlerindi bir balıkçı teknesi gibi heyamollarla geçip gitti sendin hiçliğimin ilk gecesiydin olmadık şarkılar dinliyorum şimdi en ölümcül intiharlar besteliyorum uykulardan uyanıp zaman zaman mavi yüzlü çocuklar adıyorum tarihe sonra susuyorum sonra mutlaka bir şiirle bağırıyorum senibütün umutsuzluğumu bir mayın patlaması gibi gibi bin parçaya ayır yarın olsun sen ol gözlerin olsun ve hep olsun aşkın hiçliğimin önüne barikatlar kursun ne dersin yolundan dönebilir mi bu kurşun. İşte yine gittin ortalığı toplamadım karnımı doyurmadım yağmura bile aldırmadım örneğin darmadağın ettiğin alnım yaktığın ateşin koru yatağıma bıraktığın deniz kokusu ve kalbimden silmeyi unuttuğun parmak izlerin öylece duruyor cinayet delilleri olarak kanıtlasın diye yokluğunu aklında bir yerlerde yüzde hesapları ondalık kesirler ve enflasyon oranları toplanıp çıkarılamayacak bölünüp çarpılamayacak kadar karmaşık hiç bilinmeyenli bir denklemi çözmek için sözlüye kalktım aşkın kare kökünü aldım sen çıktın ezbere anlattım bütün intihar yöntemlerini ve bütün matematik kuramlarında sıfırın kendine bölünemediğini herşey bir hesap hatasıydı yani oradan bakınca vardın buradan bakınca yoksun alnımdan güvercinler havalanıyor görmüyorsun dudaklarım ne zaman bir sözcüğe dursa kalbim iki rekat aşk için kıblene dönüyor bilmiyorsun. Zamanı bin parçaya bölüyorum her sabah her parçaya bin gül ekiyorum koklamıyorsun avuçlarımda ormanlarını biriktiriyorum dağlarına çıkıyorum yağmurlarını yağıyorum ırmaklarını döküyorum okyanuslarıma duymuyorsun bütün fiil çekimlerimi senin öznene bütün aylarımı senin gecelerine bütün sabahlarımı senin alnına ve bütün sancılarımı seni doğurmaya adıyorum katlime ferman çıkarıyor gözlerin şiirler tutukluyor ellerimi anlamıyorsun kendimi sırtlayıp apansız giriyorum hudutlarına mayın tarlalarında acemi bir asker gibi nasıl bir telaş içinde kalbim nasıl firar ediyorum kendimden yakalamıyorsun seni hep büyük harflerle düşünüyorum parantez içinde ve hep adını tanrının adıyla yazıyorum okumuyorsun bir denklemin en bilinmez noktasına koyuyorum seni yakışıyorsun kılıçtan geçirilmiş bir ordunun son neferi gibiyim yorgun ve terli suskun ve aç mahçup ve yenik bir sabah ezanı gibi dolaşıyorum sokaklarda - abonman vay bilet vay yüreğim dolunay. Sırtımda iki bıçak yarası birbirini bulamayan iki ırmak yatağı ve yağmurun camlarda bıraktığı jilet kesiği su yolları gibiyim şimdi bir cinayet dolaşıyor ki parmaklarımda öyle kalleş ne zaman yokluğuna açsam gözlerimi ellerim şairliğimi ispiyonluyor kağıtlara sabıka kayıtlarımın arasında unutulmuı bir kadın bulut yüzlü gök yüzlü yağmur yüzlü yazsam hiçbir şiire sığmaz yazmasam ellerimde kalır hüznü. Avuçlarını bir yokluğa benzetirdim ve ne zaman avuçlarına sığınsam aşka ve hiçliğe dair kederler gelirdi aklıma hiçliğe dair kederler gelirdi aklıma aklıma gelen başıma gelirdi sen giderdin sen gidince ben de giderdim biterdimben bütün başka kadınlarda seninle sevişmiştim seviştiğim bütün kadınlarda seni sevmiştim. Gün ortalarında ateş böcekleri kadar yalnız ve sahipsizim artık gitme yokluğuna uzamasın ellerim. Bir göçmen türküsü gibi sevdim seni bir vatan nasıl özlenirse öyle özledim çingene kızların ceyizleri kadar rengarenk bıçkın delikanlıların yürekleri kadar yalansız ve anamın ak sütü gibi helaldim sana şimdi terkedilecekse bir sehir senin gibi terkedilmeli bir yaranın kabugunu kanatır gibi bir martı havalanır mı dudaklarımın arasından maviye keser mi hüznüm bırak bu dalgalar kırılsın dilimde kan tadında bir bakış olsun yüzüm. Rezil rusva oldum şiirlerime uykusuzluktan beynim kalbime yaylım ateşler açıyor şimdi öyle yoksun öyle yoksun ki içimde bir vatansız gibi dolaşıyorsun şakaklarıma dayadığım bir revolverin son kurşunu gibi saklıyorum seni ben burada dudaklarımı ısırıyorum sen orada kanıyorsun sen kanadıkça bana benziyorsun ben kimselere anlatamadıkça ellerini sen bile ben olduğunu bilmiyorsun. Bir hiçliğe demir atmıştık seninle ışıklarımız sönüktü pusulamız bozuk bir kere bir olalım demiştim eşittir birdi kendine bölünemeyen tek sayıydı o unutmuştuk beyoğlunun arka sokaklarındaydık belki de beyoğlu bizim arka sokaklarımızdaydı bilinmez nefeslerimizde nasıl bir anason kokusu ve gülücüklerimizin arkasında nihavent makamında kanayan nasıl fitil işlemez bir şiş yarasıydı hüzün yağmur arabesk bir şeydi bu saatlerde içimize işliyordu sen siyanür buharı gibi dolaşıyordun içimde yasaklanmış afişler gibiydi yüzün yüzünde bir serçe kendine uyandı bir tek ben gördüm bu yüzden benim bile umurumda değildi artık bir mayıs bin dokuz yüz yetmiş yedide bu sokaklarda kaç kez öldüğüm. Ben sana bir uzun yol şöförü gibi geldim gözlerimden şerit şerit akıyor hala serseriliğim üç kağıtçılara uykumu kaptırdım yankesicilere şarkılarımı şarkılarım ah çocukluğumun allı güllü şarkıları güldüm mü bu yüzden bir çocuk gibi gülerim ve kimseler görmez benim dışıma ağladığımı (artık suskunluğu kendinden menkul bir aşkız aşkın hiçliğe vardığı noktadayız) ben senden bir uzun yol şöförü gibi gidiyorum cantamı topladım artık arkama bile bakmıyorum hangi kapı daha yakındır bana bilinmez hangi deniz daha uzak kalsam gözlerin beni sırtımdan vuracak. Yağmur yağıyordu bütün aşk siirleri böyle başlar biliyorum ama yalanım yok yağmur yağıyordu bir tek ben ıslanıyordum (bir ateşi beraber koruduk rüzgardan avuçlarımızda bir yerlerlerdeydi aşk bir sigara içimlik zaman kadar yakın aramızdaki masa kadar uzak) dokuz kalibrelik iki mermi çekirdeği gibi ceplerimi ısıtıyorsun şimdi yastığımın altında ruhsatsız bir silahsın sen bütün aramalardan saklıyorum seni. Kalabalık bir sokağında yürüyorduk zamanın omuzlarımız çarpıştı bakıştık ben gözlerindeki yalazı çaldım kimse görmeden sonra arkama bile bakmadan kaçtım senin arka sokaklarında arıyorlar beni kalbim sabıkalı adım komiserlerin uyurken bile aklında sen gözlerindeki yalazı çaldırmış bir mağdursun artık ihbar ediyorsun beni karakollara iki şişe şaraba satacağım seni biri rüşvet olsun polis amcalara. Ben orospu kasıklarda uyumuşum dokuz ay on gün hangi genelevin hangi odasında hangi uykusuz şöför çarpıştıysa anamın döl yolunda bilinmez dna testlerinden dna testlerine koşmuş kadın ille de bir babam olsun diye her ne kadar kimyasal yapıları birbirine benzese de gözyaşlarımızın benimkiler biraz daha piçtir sevgilim gerisi inleyen nağmeler gerisi uzun hikaye kafa kağıdımdaki baba adım beyoğludur bana sorarsan tüm istanbul geçmiş kadının üstünden ya neyse gözlerim üçüncü sınıf muhallebici dükkanlarının sinekli vitrinlerinden yansıyorsa sevgilim ceplerim gönlüm kadar zengin olmadı benim gerisi zil zurna sosyalizm gerisi uzun hikaye sana viski bardaklarının üzerindeki parmak izlerini anlatmış mıydım ucuz viski bardaklarının üzerindeki parmak izlerini anam konsomasyona giderdi üç kuruş beş paraya assolistler gerdan kırar göbek oynatır ben bally koklardım hayat bilgisi niyetine sana bally kokusunu anlatmış mıydım sevgilim gerçi gerisi halusinasyon gerisi uzun hikaye bana bu çatal dil babalarımdan mı kalma muhtemelen aşıktı onlar da yattıkları her orospuya belki de bu yüzden bir denizim olmadı hiç süslü püslü yelkenliler düşünemedim hiç oysa ben ölmeyi böyle anlamıştım oysa ben bu martıları senin için ağlamıştım senin için hazırlamıştım döl yollarımda hayatı mesela sular gibi çocuklar doğuralım diye mesela suları maviye boyayalım diye susalım diye be sevgilim anlarsın işte en kurak yerlerimizde birbirimize susayalım diye kendimi senin mecburi istikametlerinde mi yitirdim işte gerçek bu sevgilim gerisi uzun hikaye. Gözlerindeki istanbulu gördün mü nina ben gördüm istanbul ya bu sokar böyle her şarkıya burnunu yürek desem artık modası geçmiş bir laf kalp desem mayın tarlası alkol acemisi bir yeni yetme gibi içimin en olmadık yerlerine anason kusuyorum nina bütün sözcükleri jiletliyorum bu akşam aç parantez elma dersem cık armut dersem çıkma istanbul ya bu hani o en orospu halini bilirsin ya istanbulun hani arkadan vuracakmış gibi bakar ya adama parantezi kapat nina gözleri istanbulun en kalleş haliydi benim ellerim kaburgalarımın arasında ve iş işten çoktan geçmişti bu dilde bir şiir yazmamıştım hiç ağzımda kükürt gibi çiğnememiştim sözcükleri kıl kadar yalanım varsa namerdim nina ne me quitte pas... ne me quitte pas. Yarın çok geç olabilir sevgilim mesela yarın ben ölebilirim ağır ağır demir alır gibi limanından yaralı bir gemi kıyısız bir denize açılabilirim artık ne bir fırtına anlatabilir beni sana ne de alelacele seviştiğimiz zamanların tehlikesi yarın kendimi bir yaprak gibi dökebilirim sonbahara yarın kendimi bu şiir gibi kanatabilirimyarın çok geç olabilir sevgilim yarın çocuklarımız bile olamayabilir gülüşlerini şimdiden sana benzettiğim gülüşlerini şimdiden dudaklarına armağan ettiğim denizlere gebe kalamayabilirim yarın çok geç olabilir sevgilim bir kılıç kınından sıyrılıp boynumu vurabilir bir kent bütün sokaklarımla beni alıp götürebilir yarın çok geç olabilir sevgilim bilirsin tahammüle kısıtlıdır serseriliğim öyle deli sevişmeler adadım ki ben sana yarın çok geç olabilir. Sana bütün insanlığımla gelmiştim kavgalarım yenilgilerim ve bütün varoluşlarımla dilimde artık unutulmuş eski bir denizci lehçesi yüzümde hep vedalaşır gibi bakan gözlerimle yalansız riyasız ve dolambaçsızdım sana bir dağ getirmiştim küçük bir dağ henüz doruklarına çıkılmamış sana bir ülke öyle bir ülke ki sokaklarında çarpışıp ölmeyi deneyeceğim şimdien terbiyesiz şiirlerle seviştim her gelişinde her gidişinde intiharlar özledim bekleyişlerinde eskiyen yüzüm yağmurlar biriktirdi her mevsimden uzun upuzun bir köprü oldum önünde geç beni yürü beni bul beni diyeyenildim dünyanın bu en aşifte yüzünü asil bir duruş gibi yüzüme yakıştırmayı yalanları yalanlarla dölleyip sahte cümleler kurmayı ve plastik aşklar yaşamayı beceremedim ucundan kenarından tutmaktansa bir kez dokunup yanacağım seni doğmamış bir çocuğu yetim bırakıp ölmeyi deneyeceğim şimdi... Şiir: Uğur Özakıncı
··
207 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.