Bazı kitaplar güzeldir keyifle okursunuz, bazı kitaplar etkileyicidir her duyguyu hissedersiniz, kitabın içine girersiniz adeta… Fakat bazı kitaplar da vardır ki derin izler bırakır okuyucusunda. Hayatı boyunca yanında taşıyacağı imgeler bırakır okuyanına…
İşte bu kitap öyle. Hepimizin yaşadığı fakat farkında bile olmadığı iç çatışmaları simgeleştirip hikaye adı altında sunuyor bizlere…
Biz insanlar gerçekten çok garip varlıklarız. Bir hayatı yaşıyoruz fakat kendimizi tanımadan. Kendimizi tanımaya kalktığımızda ve varlığımızı sorgulamaya kalktığımızda ise bitmek bilmez, dibi görünmez bir kuyunun içinde buluyoruz kendimizi.
Soru basit, iki kelime sadece: Ben kimim?
Var mı acaba bu soruya cevap verebilen? Ya da bu soruyu zaman çizgisinden soyutlayabilen?
-Ben kimdim, kimim, kim olacağım, kim olmalıyım, kim olabilirim….?
Peki ya toplum, çevre, ‘diğer’leri ?
-Ben A (B, C, D..) için kimdim, kimim, kim olacağım, kim olmalıyım, kim olabilirim….?
Pandoranın kutusu gibi…
Giovanni Papini bu kitabında bu kutuyu ucundan gösteriyor bizlere. Kutuyu açmayı ise bizlere bırakıyor. Bir su yansımasındaki ‘geçmiş ben’imizle karşılaştırıyor mesela bizleri. ‘Ben’in en büyük düşmanının yine ‘ben’ olacağını gösteriyor. Nefretin bir zaman çizgisiyle ‘ben’de başlayıp ‘ben’de bittiğini anlatıyor. ‘Ben’ den kaçmak isteyip de kaçamayışımızı anlatıyor…
Geçmişi öldürmek, geçmişin prangalarından kurtulmak, sizce özgürleştirir mi insanı? Yoksa daha da mı sıkar kelepçelerini? Katlanamadığımız geçmişin varlığı mı yokluğu mu daha sancılıdır?
‘Ben’ olmak geçmişle bir bütün müdür? Yoksa sadece şimdiden ibaret midir ‘ben’?
Kitaptaki her hikaye çok derin sorgulamalar içeriyor. Fakat benim genel bağlamda ortak bulduğum iki genel kavram vardı: ‘ben’ ve ‘zaman’. Bunların yanına kimi hikayelerde ‘ölüm’ ve ‘yaşam’ eşlik etti.
Ben kitabı okurken çok büyük keyif aldım. Soru sormanın, doğru soruyu sormanın verdiği keyfin bazen cevaplardan daha tatmin edici olduğunu düşündüm okurken. Sayfaların kenarına köşesine çirkin el yazımla bir dolu soru yazdım, soruları yazdıkça hem rahatladım hem bunaldım. Biraz da mazoşist gibi hissettim kendimi. Rahatsız oldukça, sorular açık seçik acımasızca yüzüme çarpıldıkça, ‘ben’in çukurlarına düştükçe daha çok okumak istedim.
Buna benzer ‘bir ben var bende, benden içeri’ tarzı duyguları yeri bende bir ayrı olan Miguel de Unamuno’nun Sis’inde ve Luigi Pirandello’nun Biri, Hiçbiri, Binlercesi’nde yaşamıştım daha önce. Zaten birkaç hikayede direk bu kitaplar geldi aklıma, benzer sorgulamalara değindiklerinden dolayı.
Papini’den okuduğum ilk kitaptı ama son olmayacağını biliyorum… Felsefi sorgulamalarla bezenmiş, bir hikaye deneyimi yaşamak istiyorsanız siz de bu kitabı kesinlikle okumalısınız :)