Gönderi

140 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 5 days
Biraz da Vitrinde Yaşamak’ın devamı gibi olan Kötü Çocuk Türk okuduğum ikinci Nurdan Gürbilek kitabı ve bir bütünün parçası, sanırım kitaplarının hepsini okuduktan sonra her şey yerli yerine oturacak. Bu yüzden kitapla ilgili fazla yorum yapmak çok anlamlı olmayabilir. Denemelerin hepsi ayrı güzel, gene de en hoşuma gidenin Türk Edebiyatındaki temel sorunların ele alındığı Orijinal Türk Ruhu olduğunu söylemem gerek. Okurken ufkunuz genişliyor, “gerçekten okur” olmaya giden yolda olduğunuza ilişkin kımıltılar estiriyor zihninizde. Azgelişmiş Babalar’daki Oğuz Atay; Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar değerlendirmesi çok sağlam, örneğin. Kitaptan ne kadar alıntı yapılsa yeterli olmayacaktır, bütün denemeler yani kitap okunmaya değer: Ben de İsterem, Yabancının Ölümü, Acıların Çocuğu, Azgelişmiş Babalar, Kötü Çocuk Türk I-II, Orijinal Türk Ruhu ve Yakın Taşra. “Türkiye'de eleştirinin özgün edebiyat idealini -ilk başlarda endişeyle, telaşla, öfkeyle, yetersizlik duygusuyla dile getirilmiş bu ideali- zamanla bir reflekse dönüştürdüğünden söz etmiştim yazının başında. Sorunu yaratan değilse de, aşılmasını engelleyen nedenlerden biri bu. Çünkü ideal reflekse dönüştüğü, kendi kendine harekete geçtiği, kendini problemli bir alan olarak tanımlamaktan vazgeçtiği an, özgünlük arayışının gecikmişliğin çözümü değil, gecikmişliğe verilmiş bir tepki olduğunu gizler. Yazının başında sözünü ettiğim, farklı politik vurgularla da olsa özgünlük ısrarında birleşen yaklaşımların benzer bir unutuşla iş görmelerinin nedeni de bu. Birincisi ("bizde özgün roman yok, olamaz da!") özgünlüğü, yalnızca kendi sakil gerçeğimize uygulanan bir ölçüte dönüştürüp modelin kendisini bir özgünlük abidesi olarak alır; özgünlük daima başka yerdedir. İkincisi ise ("kendimize dönelim, herkese sahici tarafımızı gösterelim!") özgün ve özerk bir "biz" tanımlarken, "biz bize benzeriz"de ısrar ederken, aslında bu "biz"in tam da safdışı edilmek istenen başkaları tarafından çoktan şekillenmiş olduğunu, "Kendine dön!" çağrısının başkasının yarattığı basınçla yapılmış olduğunu; milli bir edebiyat, özgün bir roman, özerk bir estetik kültür yaratma çabasının daima bir gecikmişlik stratejisi olarak kalmaya mahkûm olduğunu görmezden gelir. İki durumda da eleştiri, nesnesini ya bir taşra ya da bir züppelik olarak kendi dışına taşır. Diğer yandan otoritesini tam da bu bölünmeden; birilerine "züppe", başkalarına "taşralı" deme yetkisinden alır. Birincisinde kendini nesnesinden bütünüyle ayırıp daima dışarıda olduğu varsayılan bir özgünlüğün bekçiliğine çekilmiştir. İkincisindeyse birilerine taklit derken, bunu büyük bir cümleye çevirirken, bu tepkiyi ortaya çıkaran açmaz üzerine, kendi sahicilik iddiası üzerine, kendi mağduriyet söylemi üzerine, yani kendi taklitliği üzerine hiç düşünmemiş gibidir. Oysa eleştiri de tıpkı roman gibi, iki kültür arasındaki çeviri problemlerinin ortasında, bir travmayla birlikte doğmuştu. "Neden onlarda var da bizde yok?" sorusunu cevaplamaya çalışıyordu. Tıpkı roman gibi o da Avrupa kültürüne karşı beslenen hayranlık ve horgörünün, gıpta ve korkunun içine doğmuştu. Bu yüzden romanı en iyi anlayacak olan aslında odur. Ama bir adım önden yürüyüp romana hep bu özgünlük ölçütünü dayatması, sanki kendisi başka bir malzemeden yapılmış gibi romanın önüne sürekli bir dış borçlar faturası sürmesi sadece kendini değil, romanı da geriletiyor. Bu yüzden eleştirinin safdil bir özgünlük çağrısındansa, daha baştan bir arızaya doğan Türk romanı kadar kendini de gecikmiş kılan koşulları anlamlandıracak, bu kültürel gecikmişliği edebiyatın her zaman çoktan gecikmişliğiyle birleştirebilen kavramlarla çalışmasında, yokluğun ya da yetimliğin dilini sürekli yeniden üretmektense, başkası olma arzusunun romanda olduğu kadar kendinde de yol açtığı kaymaları kaydetmesinde yarar var. Çünkü eleştiri de tıpkı roman gibi kendi koşulsuz hayranlık ve kızgınlıklarıyla; kendini özerk başkalarını züppe, kendini doğal başkalarını taklit ya da tam tersine kendini modern başkalarını taşralı gören yanıyla didişerek ilerleyebilir. Eleştiride züppece bir kibrin olduğu kadar taşralı bir gururun da dağıldığı bir an olmalıdır. Eleştirinin bu açmazın dışına çıkabilmesi gerekir; dışına çıkabilmek ise çoktan içinde olduğunu bilmekten geçiyor. Adı, bu yüzden eleştiri. Orijinal Türk Ruhu'na gelince. Söylemeye bile gerek yok: Orijinalin içinde bol bol taklit, ruhun içindeyse bol bol madde var. Madde, üstelik yabancı madde. (Orijinal Türk Ruhu, VII, s. 132)
Kötü Çocuk Türk
Kötü Çocuk TürkNurdan Gürbilek · Metis Yayıncılık · 2003242 okunma
·
35 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.