Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

254 syf.
4/10 puan verdi
“Osmanlı daima Türk’e “eşek Türk” derdi. Türk köylerine resmi bir kişi geldiği zaman “Osmanlı geliyor” diye herkes kaçardı.” (Sayfa 32) Yukarıdaki cümle, yazarın, çalışmada, Osmanlıdan bahsederken kurduğu cümlelerden bir örnektir. Hatta, günümüz Türkçesi çevirisinde hata yoksa, Osmanlı – Türk ikilemi veya Osmanlı iç siyaseti bahsinde şu alıntı da önemli görülebilir: “Türkler Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu iken bu topluluğun oluşturduğu feodalizm içinde Hristiyan uyruk durumuna düştüler. Aynı zamanda yaşamlarını topluluk için asker ve jandarma görevlerini yapmakla geçirdiklerinden, kültür ve ekonomi bakımından yükselmek olanağını bulamadılar, öbür budunlar Osmanlı topluluğundan kültürlü, uygar ve varlıklı olarak ayrılırken, zavallı Türklerin ellerinde kırık bir kılıçla eski bir sabandan başka bir miras kalmadı.” (Sayfa 72). Ziya Gökalp, Türk ile Osmanlının özellikle İmparatorluğun son dönemlerinde bir arada yaşamasının olanaklı olmadığını veya en azından ikisinin aynı anda var olamayacağının anlaşıldığı durumda Türk olgusunun ayakta tutulması gerektiğini vurgulamıştır. Yazar, çalışmada, “Tanzimat Dönemi” ismiyle tabir edilen dönemde vücut bulmuş fikir akımlarından “Osmanlıcık” ve “İslam Birliği” anlayışını özellikle reddederken, Abdülhamit yönetimince düşman ilan edildiğini belirttiği “Türkçülük” düşüncesini önermektedir. Özellikle bunu siyasi ortamı betimlediği şu ifadelerinden anlıyoruz: “31 Marttan sonra Osmanlıcılık düşüncesi eski etkinliğini yitirmeye başladı. Bir zamanlar Abdülhamit’e İslam Birliği düşüncesini veren Alman kayzeri bu durumdan yararlanarak Sultanahmet alanında İslam Birliği adına bir gösteri yaptırdı. O günden bu yana ülkemizde gizli İslam Birliği örgütü yayılmaya başladı. Genç Türkler, Osmanlıcı ve İslam Birlikçisi olmak üzere iki karşıt bölüme ayrılmaya başladılar. …Her iki akım da ülke için zararlıydı. Ben 1910 kurultayında Selanik’te genel merkez üyeliğine seçildiğim sırada siyasal durum böyleydi.” (Sayfa 10).  Yazarın, Osmanlıcılık ve İslam Birliği fikirlerinin neden zararlı olduğunu ve buna karşılık Türkçülük düşüncesinin gerekçelerini çalışmasında vermeye çalıştığını görüyoruz. Bunu yaparken yöntem olarak Marksizm veya “Tarihsel Materyalizmi” reddederek, Emile Durkheim yöntemi etkisi altında “Toplumsal Ülkücülüğü” benimsediğini belirtiyor. Bu bağlamda, önerdiği düşünceyi gerekçelendirirken: kültür ve uygarlığı keskin biçimde birbirinden ayırıyor, ulus, Türk ulusu, ulusçuluk, Türk kültürü, Avrupa uygarlığı ve hepsinden önemlisi “ulusal bilinç” kavramlarına başvuruyor. Çalışmanın ikinci bölümünde ise; tabiri caizse Avrupa uygarlığının Türk kültürüne monte edildiği, bazı uygulama esaslarından bahsediyor. Ancak çalışmada genellikle ulusal bilinç kavramı etrafında şekillenen Türk kültürü anlatımının aynı zamanda uygulama programı kısmında çok atıf yapılan “Eski Türkler” kavramının bilimsellikten uzak ve oldukça belirlenimci göründüğü; aynı zamanda sözde esaslar ve neden bu akımın benimsenmesi gerektiği noktasında belirtilen gerekçelerin oldukça yetersiz ve kapsayıcı olmadığı ortaya çıkıyor. Son olarak kültür ve uygarlık ayrımı noktasında Batılılaşma anlayışının kendi içerisine bir çelişki barındırabileceği gözden kaçırılmış gözüküyor.     Yazarın, özellikle Türk ulusunu tarif ederken, bu denli belirlenimci davranmasını, ulusu bir organizma olarak ortaya atıp hiçbir gerekçe olmadan bireylerini nerdeyse yok saymasını anlamak mümkün değildir. Mesela şu cümleler bir ulus bünyesinde yaşayan tüm duyguların neredeyse önceden belirliymiş gibi kesin olması gerektiği izlenimini uyandırmaktadır: “Sıradan bir kişi hangi ulusun eğitimini almışsa, ancak onun ülküsüne çalışabilir. …Oysa eğitimiyle büyümüş bulunduğumuz bir toplumunun ülküsü ruhumuza kesinlikle coşu veremez.” (Sayfa 19). “Serveti Fünun topluluğu, Osmanlı edebiyatının en parlak bir dönemidir. Bu topluluğa bağlı yazarlarla şairler çoğunlukla kuşkucu, karamsar, umutsuz, sağlıksız ruhlar biçiminde görünmüşlerdir. Gerçek Türk ise, inançlı, iyimser, umutlu ve sağlamdır.” (Sayfa 30).  “…Türklerde Tanrı sevgisinin üstün olması bu eski geleneğin sürdürülmesindendir. Türklerde tanrı korkusu pek seyrektir.” (Sayfa 34). “…örneğin Fransızların Aleksandrin dedikleri 6 + 6 ölçüsüyle şiirler yazdılar. Bu şiirler, halkın hoşuna gitmedi. Çünkü halkımız hece ölçüsünün ancak kimi biçimlerini seviyordu. Ulusal ölçülerimiz, halkın kullandığı bu sınırlı ve belirli ölçülerdir. Halk ölçüleri arasında 6 + 6 biçimi yoktur. Bunun yerine 6 + 5 ölçüsü vardır. Denemeyle anlaşıldı ki Türk halkı bu son ölçüden çok hoşlanıyor.” (Sayfa 124). Buna benzer ifadeleri çalışma içerisinde görmek mümkündür. Yazarın, bu yönüyle adeta, 20. Yüzyılın ve hatta günümüz dünyasının baş belası “kafatasçılığın” neredeyse ülkemizdeki temellerini attığı aşikardır. Yazar, Türkçülüğün görevi üzerine: “…bir yandan yalnız halk arasında kalmış olan Türk kültürünü arayıp bulmak; öbür yandan Batı uygarlığını tam ve canlı biçimde alarak ulusal kültüre aşılamaktır.” (Sayfa 38) sözlerini sarf etmiştir. Ayrıca konunun analizi üzerine de: “Öyleyse Türkçülüğü ülküsünün büyüklüğü bakımından üç aşamaya ayırabiliriz: 1) Türkiyecilik, 2) Oğuzculuk ya da Türkmencilik, 3) Turancılık.” (Sayfa 23) açıklamasını yapmıştır. Ancak Türkçülük ülküsünün gerekçesini belirtirken, coşu (vecd), mutluluk gibi kavramlardan bahsetmiştir. “…Çünkü ülkü bir coşu (vecd) kaynağı olduğu için aranır. … Özetle kişioğlu, eğitimce ortak olmadığı bir toplum içinde yaşarsa, mutsuz olur.” (Sayfa 19) alıntıları bunu göstermektedir. Yani çalışma, neden Türkçülük sorusuna: haz veya mutluluk üzerinden cevaplar vermeyi tercih etmektedir. Ulusal bilinç konusunda açıkça yadsınmış olan kişisel düşüncelerin sebep gösterilirken kişioğlu mutluluğu olarak ortaya atılmasının anlaşılır bir tarafı bulunmamakla beraber diğerlerine alternatif öne sürülen fikri temelsiz kılmaktadır.   Ziya Gökalp’in genel olarak kültür ve uygarlık ayrımı yaptığı bilinmektedir. Bu çalışmada da kültür ve uygarlığın ayrı ayrı tarifleri isabetli görünmektedir. Ancak bu tariflerden anlaşılıyor ki kültür ve uygarlık birbirlerine sebep-sonuç ilişkisi içerisinde bağlı olabilecek kavramlardır. Uygarlıkların içinde yaşadıkları kültürlerden etkilenmeden yaşayamayacakları veya en azından birbirlerini muhakkak etkileyecekleri çalışma içerisindeki anlatımdan anlaşılıyor. Buradan yola çıkarak, yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı üzere, Batı kültür ve uygarlığının birbirinden ayrılması Batı kültürünün bir tarafa ayrılarak Batı uygarlığının edinilmeye çalışılması önerisi o denli isabetsiz görünmektedir. Yazar, Batı uygarlığının Batı kültürü içerisinde vücuda geldiğini, aynı zamanda Batı kültürü zemininde gelişebileceği gerçeğini yadsımıştır. Bu denli gerekçesiz yüceltilmiş Türk kültürü üzerine Batı uygarlığının oturtulmaya çalışılmasının isabetli olamayacağı aynı zamanda, çalışmanın, fayda ahlakı üzerinden yaptığı önerilerle de uyumlu olmadığı açıktır. Çalışmanın özgün denemelerden oluşan bir yapıt olduğu belirtilmiştir. Özellikle uygulama kısmında yer yer dipnotlarla belirtilmiş olan düzeltmelerden anlaşıldığı üzere yapıt, daha çok çalışma notlarının derlenip kitap haline getirmesi izlenimini uyandırmaktadır. Bu yönüyle çalışma, toplum-bilimsel olma iddiasından çok politik ve kültürel veya ideolojik bir çerçeve sunmaktadır. Yeni bir tartışmayı başlatmış olmak açısından, yazarın, Osmanlı uluslar topluluğu yakıştırması üzerine sarf ettiği şu ifadelerinden: “…Egemenlik altındaki uluslar, ulusal benliklerini, imparatorlukların kozmopolit yönetimi altında, ancak geçici olarak unutabilirlerdi. Bir gün, ne olursa olsun uyrukluk uykusundan uyanacaklar, kültürel bağımsızlıklarını ve siyasal egemenliklerini isteyeceklerdi.” (Sayfa 38) yola çıkarak şu soruyu sormamız gerekir: O dönemden, kültürel bağımsızlık ve siyasal egemenlik elde etmeyi başaramamış, ancak ulusal benliğini hatırlayarak bir ulus devlet içerisinde yaşayan çağdaş Türkiye’ye miras kalmış başka uluslar da var mıdır? Yoksa yok mudur?
Türkçülüğün Esasları
Türkçülüğün EsaslarıZiya Gökalp · Ötüken Neşriyat · 20226,1bin okunma
··
143 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.