Güzel bir dizeyle yüreği kandırmadan, bu müthiş zevki tatmadan ölüp giden ne kadar çok insan var bu dünyada. Hele zenginler ve daha da zenginleşmek için uğraşanlar!
Eğer iyi oturtulmuş bir dizeyle kanatlanıp uçmuyorsan, eğer edebiyatın, müziğin, resmin büyülü evreniyle kendinden geçmiyorsan; onca para pul, iktidar neye yarar ki! Belki sadece sıkıntıdan kurtulmaya... Çünkü sanatsız geçen bir hayat, yavan, anlamsız, tekdüze. Dünya giderek sanattan kopuyor. Türkiye’de durum daha da korkunç. Televizyonun karşısına geçmiş milyonlarca insan, kendilerine sunulan ucuz mavalları yutarak yaşamaya çalışıyor. Oysa her akşam yerel komedi seyrederek vakit öldürenlerin anne babaları müthiş masallar biliyorlardı. Bazen bir türkü mırıldanırlardı. Kök boyayla boyanmış kilimin içe işleyen nakışlarındaki hüneri sezebilirlerdi.
Şimdi varsa yoksa güzel diye sunulan çirkin kadınlar ile kalas gibi erkeklerin arasındaki vıcık vıcık ilişkileri merak edip, yavan, tatsız ve kokuşan bir yaşamın eteğine yapışmak.
Gülten Akın ne demişti: “Ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya!”
Kimsenin vakti yok! Çünkü herkes hem kendisini hem karşısındakini aşağılayan bir hırgürün coşkusuna kapılmış. Geri kalan zamanda da toplumun yeni kahramanlarını seyrediyor. Daha bir kuşak önce çocukların örnek almaması için uğraşılan, olumsuzluk örneği olarak gösterilen ilkel tipleri!
Bu ortamı yaratanlar niye böyle davranıyorlar bilmiyorum. Neden iyinin yerine kötüyü, erdemin yerine cıvıklığı, namusun yerine namussuzluğu, kalitenin yerine kalitesizliği, merhametin yerine gaddarlığı, gelişmişliğin yerine ilkelliği geçirmeye uğraşıyorlar.
Bu topluma bu kadar mı düşman bunlar?