Gönderi

408 syf.
·
Not rated
·
Liked
·
Read in 32 days
Üzerinde sıkça gezindiğimiz, gelişigüzel kullanmaktan geri durmadığımız ve büyük olasılıkla da neye karşılık geldiği konusunda buzlu camdan hallice olduğumuz postmodernizm hakkında bu kitaptan daha niteliklileri elbette vardır. Ne var ki Harvey kavramın durumunu inceleme konusunda pek maharetli duruyor. Bilhassa Mekânın Üretimi kitabını okumaya yeltenip Lefebvre'nin hayretimucip anlatım tarzına maruz kaldıysanız, David Harvey kaçacak delik mahiyetindedir. Kitabın temel tezi, 1972'den bu yana zaman ve mekânı algılayışımızda yeni hâkim biçimlerin ortaya çıkması üzerine. Tarihin seyri içerisinde bir şeyler oluyor ve bu olan şeyler ya dönemlerinin popüler ürünü olarak geçiciliklerini ilan ediyor ya da uzunca bir süre kalıp bütün parametrelere sirayet etmeye yeminli gibi duruyor. Postmodernizm, ikinci gruba girenlerden... Diğer -izm'ler gibi gelip bir süre de öylece oyalayıp gider derken, toplumsal ve politik olan her şeye alenen sinerek bizlerin zaman-mekân sıkışmasındaki her tavrımızı etkiler oldu. Peki ne zaman başladı? Bunun keskin bir tarihi yok. Kaldı ki net bir tarifi de yok. Fakat dünya savaşı sonrasında "yaratıcı yıkım" diyerek tahrip olmuş kentleri yeniden inşa etme furyası ve sonraki uzunca süreçte hem “kentin” nasıl tanımlanacağı, hem de kent üzerindeki yaşamın sınıfsal parsellerde ayrılmış olması noktasında yeni formların neleri kapsayacağı üzerine uzun vadeli söylemler, basılı ve yazılı beyanlar yükselmeye başladı. 1970 ve sonrasına geldiğimizde bu anlatıların giderek hakim olmaya başladığı, kent üzerinde belirginliğini iyice hissettirmeye azmettiği de aşikârdı. Özellikle Raban’ın “Yumuşak Kent” tasarısı -ki ona göre kentler hiyerarşi duygusunun çözüldüğü mekânlardır-, artçı sarsıntılar olarak “soylulaştırma” ve “yuppie” tartışmaları, Jacobs’un kenti imgeler ve göstergeler alanı olarak idealize eden yaklaşımı derken artık modernizmin ve modernist anlatıların karşısında kudretli bir postmodernist anlatıdan söz etmek kaçınılmazdı. Charles Jencks, modernizmin sonu-postmodernizmin başlangıcı olrak 15 Temmuz 1972, saat 15:32’de St. Louis’deki Pruit-Igoe toplu konularının “dar gelirlilerin içeride yaşayamaz oldukları” gerekçesiyle dinamitlerle havaya uçurulmasını gösterir. Böylece Terry Eagleton için postmodernizmi nispeten tanımlama imkânı doğar: postmodernizm, şakacıdır Kendi ürünleriyle dalga geçer. Eagleton aceleci davranmış olabilir fakat postmodernizmi şizofrenik bir form olarak övmesi kaale alınacak gibidir. En azından Pruit-Igoe’nun havaya uçurulmasının ardından başta Le Corbuseir ve diğer modernist havariler için yeni bir mottosu vardı postmodernizmin: “büyük anlatılar ve tarihsellik dışında da öğrenilecek çok şeyler var.” Böylelikle postmodernizm kendisini “çoğulcu ve organik” olarak tanımlayarak 1972’den itibaren kentlerde her türlü işlev dışı unsuru, süsü, gösterişi dışlayan modernizmin yerine süslü, yüksek katlı ve işlevsel olmak zorunda olmayan -hatta açıkça sipariş üzerine yapılan- konutları yerleştirmeye başladı. Böylece kendisini her türlü üst anlatının (burada Freud ve Marksistlerin kulakları çınlasın) karşısında duran ve bütüncül bir tarihsellik inancının da muhalifi gören postmodernizm edebiyata, felsefeye hatta görsel sanatlar dahil her alana yerleştirmekten geri durmayacaktı. O, açıkça bütün farklı mekânları birleştiren bir kolaj olacaktı. Bu tatminkar olma çabasındaki yeni formu açıkça modernizmin karşısında yeni bir güç olarak yerleştirmek oldukça zor. Kaldı ki onu modernizmin metalarının piyasaya entegrasyonu üzerinde kolaylık sağlayan bir yol olduğu konusunda da fikir birliği sağlamak zor iken postmodernizmin durumunu tamamıyla tanımlamak hâlâ oldukça zor. Fakat en azından edebiyata farklı birçok perspektifin birbirine değebildiği ve birbirine geçebildiği -modernist romanın böyle bir özelliği yoktur-. En azından artık postmodernizm için “zamansız ve mekânsız- demeye ruhsatımız vardır. Felsefede postmodern izleri görmek daha yüksek ihtimallidir çünkü temel tezini Aydınlanmanın yol göstericiliğinde bulan modernizmin Antik Yunan temelli salt akıl ve rasyonalist inancı Tanrısızlığı idealize ettiği noktalar postmodernizm tarafından yapıbozumuna uğrar. Postmodernizm, her türlü üst anlatıya muhaliftir ve yalnızca aklın üst anlatı olacağı bir yerde onun itici gücü olan ahlâki amaç ve ruhu devre dışı kalacağını iddia eder. Böylelikle, onun şiarı, aklın kudretini hiçe saymaksızın Tanrının da bir hakikat olabileceği yeni kolajlar üretmek üzerine olacaktı. Bu karşı duruş, bir yerde de Aristoteles’e karşı çıkıştı ve açıkça “Heyhat! Sahici hayat Aristoteles’in çizdiği gibi değil!” demekti. Haksız da sayılmazdı bu reddiye, zira Aydınlanmanın “sapere aude”si, matematik, bilim, akıl dışında hiçbir şeyi kaale almaz ve her türlü önermede mutlaka 1 ya da 0, doğru ya da yanlış, siyah ya da beyaz mantığıyla hareket eder. Ancak başlarda da söylendiği üzere postmodernizm üst anlatıları elinin tersiyle iter, “kriz” olarak nitelediği bu algıyı lağveder. Baktığımız zaman gerçek hayat ne salt siyah ne de beyazdır. Gri de vardır ve hayat kırçıldır. Henüz atmosferi dünyadan ayıran sınırın nerede başlayıp nerede bittiğini bilemeyen, parmağımızdaki molekül sayılarının kaçının bize ait olduğunu kaçının havada kaybolduğunu tespit edemeyen ve “ölümün” ne olduğu üzerinde net bir yargı sunamayan bilimin mutlak doğru ve mutlak yanlış inadı, böylece direkten döner. Meseleyi Bernard Russel’ın sorduğu soruyla kapatmak yerinde olacaktır: “Giritli bir yalancı bütün Giritlilerin yalancı olduklarını söylediğinde yalan söylemiş olur mu?” Son olarak postmodernizmin durumun anlık olan, farklılıkları birleştiren ve tarihe bağlı kalmamak şartıyla ondan da çok şey yağmalayan bir anlatı olduğunu tekrar ederek onun akışkan bir değişim furyasında yüzüp gittiğini tekrarlamak gerekir. Böylelikle hiçbir zaman yaşam üzerinde veya gelecek ile ilgili bir plan, hayal ve beklenti içerisinde olmayı düşünmemek onun tavsiyesi olur. Bu yüzden postmodernizm kenti “planlamaz”, “tasarlar.” Geleneklere, anlık motiflere, tekrar etmek gerekirse sipariş usulüyle yapılacak ürünlere açıktır. Bir noktada onun bu keyfiyetçi tutumunu hazzı ve derinliği yok ettiği ve yüzeysel olana bağlandığı konusunda eleştirmek haklılık içerir ancak öyle görünüyor ki postmodernizm bundan etkilenmek bir yana, giderek artacak şekilde gündelik hayata müdahalesine devam edecektir. Öyle ki bir türlü net bir mesaj alamadığımız, konusunda bağımsız reklamvari içerikleri gördüğünüz, işlevselliği ve işe yararlığı konusunda muammada kaldığımız her şeyde postmodern izleri gördüğümüzü bilmek durumundayız. Günümüzdeki mimari anlayışa da eklektik, kurgusallık, kargaşa ve geçicilik hakimdir. Bu, Harvey’in kitabı boyunca titizlikle işlediği filmin yalnızca fragmanıydı.
Postmodernliğin Durumu
Postmodernliğin DurumuDavid Harvey · Metis Yayınları · 2003130 okunma
·
146 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.