Gönderi

Bu müzikleri dinleyip de hiçbir şey olmamış gibi kalkabilenlere, tıka basa yemek yiyenlere, başka basit şeyler konuşup gülenlere şaşıyor, irkiliyordum. Dediğim gibi lise bitti. Nasıl, ne vakit oldu bu iş pek hatırlamıyorum. Hemen her zaman olduğu gibi okulun en dangalak, en hiçbir şeysiz tipleri asıla asıla bir şey yakalamışlardı. İnsan on altı-on yedi yaşında nasıl bu asılış arzusunu duyabilir kendini asmanın dışında, hiç anlamadım. Ben peygamber olmak istiyordum, ya da hiçbir şey. Ama olamadığım peygamber olamamak olsun istiyordum bir yandan da. Bunlar salak salak her şeyi derste, okulda, hocadan öğrenen, düşünün, kendi arkadaşlarının yanında bile ezilen, yarışan, pis tiplerdir. Başkasının on beş yaşında bildiğini ve unutmaya çalıştığını kendileri otuz beş yaşından sonra ve elbet en etkisiz, zayıf haliyle, başka bir sürü çöple dolduktan sonra öğreniyor, daha doğrusu sağdan soldan duyup üzerlerine yamıyorlardı. Sahipler, hep sus pustu. Sahiplerin konuştuğuna hiç şahitlik etmedim. Konuşmak, gerçek muhatap ister. Boş olduğunu ve boşa konuştuğunu, bildikten sonra daha kolayı yoktu elbet. Kendi kupkuru, galeta gevreği halleri ile otuzundan sonra, onlara çok başka gelen, en basitine talip olunabileceğinden de on beş yaş civarındakine denk gelen en seyrelmiş, aslını kaybetmiş söz, davranış ve hallere sözde bir sahiplik yaratmaya çalışıyorlardı. Gördüklerimiz ve konuşanlar hep bunlardı. İşin tuhafı bu bir öngörü, fark edip sahiplenme idi. Hiçbir şeyi ayırt edemeyenlerin yanında pazara çıkıyorlardı. Bu pazar dünyanın en orta, en işlek, en kalabalık yeri idi. Desem ki bizzat kendisiydi, yanılmış olmam.
·
4 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.