Gönderi

96 syf.
7/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 42 days
Gecenin 01:59'unda ne derdim vardı da şu incelemeyi yazdım? Bitirince kendime ağız tadıyla girişeceğim. Hatta şarj aletinin sapıyla girişeceğim kendime. Ama kabahat Marcuse'nin! Bütün mesele dünyanın halk ayaklanmalarıyla ve toplumsal hareketlerle çalkalandığı o meşhur dönemde, Marcuse'nin yazmaya cüret etmesinde saklı. 1969 yılında, Sol'un vaziyetinin pek de parlak olmadığı, Marksizmin göz bebeği olan işçi sınıfının devrim yapsalar bile bir halta yaramayacak kadar bulanık olan durumunun ve Batı kapitalizminin dişlerini toplumsal hayata geçirmesine güya karşı duracak olan fakat görülen o ki kendisini o çarkın içerisinde görmekten pek de rahatsızlık duymayan Sovyetlerin olduğu dönemde, her şey tam da olmaması gerektiği gibiyken bu deneme Marcuse'nin itirazıydı. O, "bari tabutum uzun olsun" diyen cüceydi. Kaldı ki bu inceleme uzun. Demiş olayım. Marcuse'nin Marsizmi reddetmeyen -sitedeki incelemenin ilk boşluğu buydu-, aksine devrimin teşviki için teorik oyalamalardan öteye geçip fiili olarak bir şeyler yapmayı vazeden duruşu onu klasik ütopya anlayışından farklı bir yere koyuyor. Orwellci sahte-demokrasinin uzağında, Marksizmin ütopik-spekülasyondan sıyrılma çabasının yanında Marcuse'nin özgün ütopyası, gerçeğin sıfır noktasında bir yerde duruyor. Hayal olmayan, bir kıvılcım bekleyen ve birgün mutlaka olacak olan ütopya. Olması hayal edilen ütopyadan farklı bir noktada... Kitabın derdi burada başlıyor çünkü özlenen ve daha önce doğal olarak sahip olunan özgürlüğün tekrar fakat bu kez daha sağlam şekilde sahiplenilmesi için gerekli olan başkaldırı giderek bürokratikleşen ve homojenleşen sosyalist bir çevreden geliyordu. Çin'de, Vietnam'da, Küba'da, hatta Latin Amerika'da bile aynı "yıkıcı güç" Büyük Reddedişi diri tutuyordu. Elbette Marcus bu yıkıcı gücün kapitalizm karşısında zafer kazanacağını düşünmüyordu. Yine de ekseriyeti öğrenci grupları ve gettolardan oluşan bu grupların kazanamasalar bile arzularının dindirilemeyecek olduğuna inancı yüksekti. Yeter ki parola ihmal edilmesindi: "sömürü düzeninin özgürlüklerinden de özgürleşmek." Bu da gösteriyor ki Marcuse'nin özgürlük tanımının kendisi bir kere kendisinden doğan bir anlamı karşılıyor. Zaten ilerleyen sayfalarda özgürlüğün ne olduğunu değil fakat özgürlüğün ne olmadığı üzerine açık yargılarını esirgemiyor Marcuse: o (özgürlük), tahakküm altında rekabetçi olmayan, yaşamın saldırgan, vahşi ve çirkinliğine biat etmeyen bir duruştur. Bu tanımı anlamak zor değildir çünkü açıkça insanın arzu ve doyumlarına sistemin talepleri lehine biat etmemesi telkin edilir. Özgür insan budur. Bunca meşruiyet üretmenin yanında bir de meşru devrim zemini olmalı ki Marcuse için bu çocuk oyuncağıdır. Onun nezdinde dönemin toplumu "müstehcen" toplumdur. Bu kavram, cinsellikle doğrudan bağıntılı değil fakat büsbütün ayrıksı da değil. Dönemin toplumu -uzağa gitmeye gerek yok aslında, günümüz toplumu- boğucu bir boğlukta mal ürettiği ve kurbanlarının yaşam ihtiyaçları gün gibi ortadayken onları ihtiyaçlarından yoksun bırakarak bu malları ahlaksızca sergilediği için; politikacılarının eylem, söz, dua, gülümsemelerinde bile cehalet olduğu; sömürüyü meşru ve gerekli göstermek adına insanı tek boyutlu hale sokmaya cüret ettiğimizde için "müstehcendir." Nokta. Bitti. Böyle bir toplum modeline karşı başkaldırı özgür olmanın önkoşuludur. Buraya kadar aktardıklarım "neden özgür olmalı" sorusunun cevaplarıydı. Kitabın bu soruya alt başlıkları da var. Süsü kaçmasın diye yazmayacağım. Dileyen olursa ayrıca sorar, ayrıca cevap alır. Şuurlu okumalar.
Özgürlük Üzerine Bir Deneme
Özgürlük Üzerine Bir DenemeHerbert Marcuse · Ayrıntı Yayınları · 201364 okunma
·
171 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.