Gönderi

"Kurban Bayramı sabahı annem yemekleri pişirip ahıra inekleri sağmaya gitti. Ben o zamanlar 8, abim ise 9 yaşındaydı. Biz evde oyun oynarken, kapıya üç Sovyet Askeri geldi. Askerler annemi ve babamı sordu. Ahırda ineklerin yanında olduğunu söyledim. Gidip çağırmamı istediler. Annemi çağırdığımda askerlerden oldukça tedirgin olmuştuk, sabırsızca bekliyorlardı çünkü. Nitekim üç saat içerisinde Batum’u terk etmemiz gerektiğini söyleyerek gittiler. Annem, perişan olmuştu, üzüntüsünden ne yapacağını bilemedi. Sadece ağladığını görüyordum. Biz ne yapacağız diye dövünmeye başladı. O zaman babam yanımızda değildi. Çalışmak için Çoruh’un diğer tarafındaydı. Çoruh nehri, Batum için sınırdı. Annem bir başımıza ne yapacağız telaşına kapıldı; çünkü evimiz çok tepedeydi. Makine(araba) yoktu. Annem, ağlamaklı yolda lazım olacak ve taşıyabileceğimiz kadar bir şeyler hazırlamaya koyuldu. Bir yatak, bir yastık ve yorgan, 15 kilo kadar da un hazırladı. Hepsini sırtımıza yükleyip evimizden ayrıldık. Yolda giderken Gürcü kadınlara rastladık. Anneme nereye gittiğimizi sordular. Annem, bizi buralardan çıkarttıklarını söyledi. Gürcü kadınlar, yanımıza yiyecek alıp almadığımızı sordular. Gelin gitmezden evvel size biraz yardım edelim dediler. Mısır ve un başta olmak üzere taşıyabileceğimiz kadar gıda aldık. Sonra Çoruhun ağzına geldik. Burası ana- baba günüydü. Her taraf insan kaynıyordu. Bizle birlikte Ahıskalı Türkler de yurtlarından çıkarılmıştı. 7 vagon vardı. Hepsi insanlarla doluydu. Nereye gideceğimizi bilmiyorduk. Babam ise arkamızda kalmıştı. Bizi trenin yanına getirdiler. Bizim bineceğimiz vagonda hayvanlarda bağlıydı. Tam 7 vagon insan Türk, Kürt üst üste trenlere bindirilmişti. Yaklaşık 20 gün terenle seyahat ettiğimizi hatırlıyorum. Sonra da bizi gelip buralara attılar”
Sayfa 51 - Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Hacer Uzunoğlu ile Kişisel GörüşmeKitabı okudu
·
4 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.