Gönderi

Haziran 2018 Hikaye Etkinliği
Yazar:
Meltek
Meltek
Hikaye Adı : Kırmızı Kaplı Kavanoz Link: #30140235 Rüzgârda sallanıyordum. Hafif bir rüzgâr yetiyordu zaten beni oradan oraya savurmak için. Neyse ki iki taşın arasına sıkışmıştım da rüzgâr beni uçuramıyordu. Yorulmuştum çünkü artık oradan oraya uçup durmaktan. Bundan uzun yıllar önce, sapasağlam bir meşe ağacı iken etkilemezdi rüzgârlar beni. Yapraklarım ve dallarımı sallardı rüzgâr ama bu çok hoşuma giderdi. Bir gece yarısı yanıma gelen o insanlara da göstermek istemiştim nasıl sallandığımı ve sallanırken çıkardığım o müthiş huzurlu sesi. Oysaki onlar beni dinlememişlerdi hatta kesilirken attığım çığlıkları bile duyamamışlardı. Yine de acıma rağmen umudumu kaybetmemiştim. Diğer arkadaşlarım ile birlikte yüklendiğimiz kamyonette kâğıt fabrikasına gittiğimizi öğrenince içimi bir sevinç kaplamıştı. Belki bir macera romanı olurdum. Kumarda, dünyanın en büyük yolcu gemisine bilet kazanan ve hayatı değişen fakir bir adamın hikâyesini anlatırdı sayfalarım. İçinde mutluluk olan, aşk olan bir roman olurdum belki de. Belki de Sadako’nun umudunu anlatan bir kitap… Belki de bir çocuk kitabı olurdum! Nasıl muhteşem olurdu öyle değil mi? Masallar diyarını anlatan onlarca sayfam olurdu ve benimle birlikte hayallere dalan yüzlerce genç yüreğe dokunurdum… Hissediyordum, kesin çocuk kitabı olacaktım. Hatta sayfalarımdan birinde de konuşan ağaçları anlatan bir masal olacaktı muhakkak! Çocuklara ağaçlara sarılmalarını da öğütlemeyi unutmayan bir kitap… Hayatta her şey hayal ettiğimiz gibi gitmiyormuş elbette. Ben çocuk kitabı olmayı düşlerken bir kâğıt para olacağım hiç aklıma gelmemişti. Daha çirkin ne olabilirdim ki? İnsanlar değil miydi bu minicik kâğıt parçası için birbirlerini öldüren? Hiç duymamıştım ki mutluluk getirdiğini. Sanki efendileriydi bu kâğıt parçaları; her şeyi ona göre ayarlıyorlardı. Hatta mutluluklarını bile ona bağlamışlardı. O varsa mutlu; yoksa mutsuz oluyorlardı! Oysaki dünya öyle bir yer değildi ki! Onu da kendileri icat etmişler. Onlar icat etmeden önce hiçbir şey paralı değilmiş ki. Ne hava, ne su… Şimdi neredeyse havaya bile para alacaklar! Ben bunları düşünerek kahrolurken olan oldu ve çoktan o çirkin paralardan biri haline geldim bile. Üstelik de banknotlar içindeki en yüksek değerli olan. İşte daha kötüsü olamaz dedikçe dahası da geliyordu! Şimdi hiçbir zaman çocuklara ulaşamayacaktım. Üzüldüğümü gören arkadaşlarım “Oyuncak alması için bir çocuğa verir belki seni babası, düşünsene ne kadar mutlu olur o oyuncakla” diyerek teselli ediyorlardı fakat sadece pahalı oyuncaklar gören bir çocuğun yeterince mutlu olabileceğine bir türlü inanmıyordum. Çiçek toplamanın, kırlarda koşmanın, bulutları şekillere benzetmenin ve su savaşı yapmanın tadını bilmeyen bir çocuk nasıl mutlu olsun ki? Üstelik bütün bunlar için paraya ihtiyacı yok! İlk günlerdeki hayal kırıklığım yavaş yavaş dağıldı. Elden ele dolaşıp durdum bir süre. Kimsenin yanında uzun süre kalamamak dışında sevmeye başlamıştım yeni yaşantımı. Beni gördüklerinde çok sevinseler de bir süre sonra başkalarına veriyorlar, böylece geçimlerini sağlamaya çalışıyorlardı. Hatta kâğıt para olarak devam ettiğim yeni hayatımın ilk zamanlarında uzunca bir süre aynı mahallenin içinde kapı kapı dolaştım. Mehmet Amca’nın emekli maaşı ile gelmiştim ilk, sonra birikmiş borcu ödemek için bakkala gönderildim. Bakkalın kasaba borcu, kasabın tamirciye borcu derken mahalle içinde çalmadığım kapı kalmadı. Ne yaşantılar gördüm o mahallede. Geçim derdinin altında iki büklüm olmuş ama yine de sevgi dolu insanlar. Bir hayli mutluydum da aslında o mahallede. Herkesi tanır olmuştum. Derken bir süre Sevgi Teyze’nin yastığının altında mahkûm kaldım. Sevgi Teyze’nin yanıma yeni arkadaşlar ekledikçe kurduğu hayalleri tatlı tatlı anlatması hayatımızın tek heyecanlı yeriydi. Onu dinlerken biz de onunla birlikte hayallere dalıyorduk. Hasret kaldığı memleketinde bir ev inşa ediyorduk onunla birlikte; bahçesinde çeşit çeşit ağaçlar ve hayvanlar olan! Tüm sebzelerini de kendi yetiştirecekti üstelik. O topraklar öyle verimliymiş ki her şey yetişirmiş; öyle anlatıyordu Sevgi Teyze. Bir süre sonra yastık altında saklamanın tehlikeli olduğuna ikna edince çocukları; bize de bankanın yolu göründü. Bankada bize benzeyen kasalar dolusu arkadaşımıza katıldık. Ne hikâyeler dinledik onlardan, bazılarını hayal bile edemezdim. Çok kalamadım ama orada da. Bir gün cebinde benim gibi onlarca arkadaş bulunan bir adamla birlikte çıktık bankadan. Yanımda bir sürü arkadaşım olsa da içimde kötü bir his vardı. Korktuğum da başıma geldi zaten. Arabaya binerken benim yere düştüğümü o sırada arabanın hareketi ile de savrulup uzaklara gittiğimi fark etmedi bile sayın zengin adam. Ben de o günden beri ihtiyacı olan birinin beni görmesini umarak oradan oraya savruluyorum işte. Neyse ki sonunda taşların arasında sıkıştım da birazcık olsun dinlenebiliyorum. Ama sanıyorum ki burada kimse bulamayacak beni. Üstelik arkadaşlarımdan da uzağım. Konuşabileceğim hiç kimse de yok. Taşlar da öyle somurtkan ki bir soruya cevap vermek için bile zor açıyorlar ağızlarını. Tek kelimelik bir cevap; o kadar. Keşke şuradaki papatyalara biraz daha yakın olabilseydim eminim onlar keyifli keyifli sohbet ediyorlardır. Bir dakika, bir çocuk geliyor bu tarafa doğru. Üstelik ağlayarak! Acısına dayanamadığım bir şey varsa; o da bir çocuğun gözyaşlarıdır. Üzerindeki eski hırkanın kolları bile öyle ıslanmış ki burnunu silecek yeri kalmamış. Gelip taşın üstüne oturdu. “Ah” dedim, “keşke duyabilse sesimi. Duyabilse de sorabilsem derdini.” Elindeki kırmızı kâğıtla kaplı kavanozu şıngırtılar eşliğinde kenara bırakıp bir süre daha ağladı, avuçlarının içine kapanarak. Aradan asırlar geçmiş gibi gelmişti ki bana, kaldırdı kafasını. Yorulmuştu belli ki ağlamaktan yahut gözyaşları tükenmişti. Yere eğilip kavanozu almak için uzattı elini; işte tam o sırada da beni fark etti. Önce inanamadı sanırım beni gördüğüne. Emin olabilmek için gözlerini ovuşturdu. Sonra beni korka korka eline aldı. Etrafına baktı; kimse olmadığını görünce sevindi. Bir koşudur tutturdu; kırmızı kaplı kavanozu almak aklına bile gelmemişti belli ki. Çok merak ediyordum nereye gittiğimizi. “İşte getirdim” diye bağırarak bir kapıdan içeri girdik. Öyle hızlı girmiştik ki nereye girdiğimizi ancak içeri girip durunca fark edebildim. Her yer ilaçlarla dolu olduğuna göre bir eczaneydi burası! İyi ama bu küçücük çocuğun burada ne işi olabilirdi ki? Ama adamın bakışlarındaki soru işaretlerine karşın çocuğun gözlerinden fışkıran umut görülmeye değerdi. “Annemin ilaçları için istediğiniz parayı getirdim işte!”
··
16 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.