DEVAMI İLE BİRLİKTE
BOĞAZ'IM
Günlerdir hatta aylardır yazamamanın problemini yaşıyordum ,
içim sıkılıyor , daralıyor , hatta patlıyordum ...
Gel gör ki yazamıyorum artık eskisi gibi .
Hiçbirşey tat , zevk vermez oldu . İlham versin diye boğaza gitmeye karar verdim . İş çıkışı eve hiç uğramadan boğazda salaş bir balıkçının tahtadan taburesine oturdum . Masada , taburede nemliydi . Rengi koyuya kaçmıştı ve garip bir kokusu vardı. Boğazın ve kızarmış balıkların kokusuyla karışınca daha da garip oluyordu .
Bu düşünceleri bırakıp kağıda
"balık ekmek lütfen :) "
yazıp küçük kulübeye doğru yol aldım . Balıkçı abiye kağıdı verdim , balık ekmeğimi aldım ve kalem , kağıdımı bıraktığım masama doğru ilerledim .
Hava biraz soğuktu , etrafsa kalabalık fakat yinede sessiz sakin ...
Martıların sesleri bile yoktu , gerçi martının nasıl ses çıkardığını da bilmiyordum , internette okumuştum sesleri varmış .
Akşam yemeği niyetine yediğim ekmeği bitirip artık nihayet amacımı gerçekleştirmek için kağıt kalemimi önüme çekip yazmaya başladım...
boğazı hep mavi gözlü , beyaz tenli , sevimli , utanınca dizginlenen , sinirlenince kabaran fakat yinede eşsiz güzellikte bir kadına benzetmişimdir sebebini bilmem ...
kalemi elime alınca şu dizeler döküldü;
"Evet karşındayım güzel kadın
Biliyorum sana kavuşmakta geç kaldım
Ve sen ben gelmeden gelmezsin
Ben git desem , nereye kadar gidebilirsin ..? ". Yazdığımdan tatmin olmamıştım ama uzun süredir yazamadığımı düşündüğümde bu büyük bir mükâfâttı .
Hafif hafif rüzgar esiyordu . Yazdıklarımı saklamak gibi bir alışkanlığım yoktu . Zaten 1 sayfam vardı yanımda , buraya gelirkende dörde katlayıp ceketimin cebine koyarak getirmiştim kalemle birlikte .
Boğaza fırlatmak , o minik şiiri
- şiir denebilirse eğer ! - sahibine verecektim , atacaktım boğaza .
İnsanlardan hep söyleyemediklerimi duysunlar isterdim ama bir tek hayatımdaki tek kadın, güzel kadın (boğaz) benim söyleyemediklerimi anlıyor , çünkü benden birşey söylememi istemiyor ...
Gerçi benden birşeyler söylememi kimse istemedi . Annem başka bir adam için babamı terk edip beni annesiz bırakınca 9 yaşımdan 17 yaşıma kadar babamla yaşadım , babam çok anlayışlıydı ama tek sorunumuz beraber dışarı çıkamıyor oluşumuzdu . Sabah yedi'de evden çıkar Akşam saat sekiz'de gelir arada bir de kahveye giderdi akşam yemeğinden sonra . Pek vakit bulamazdık o yüzden . Ben o zamanlar yorgun olduğunu , vakti olmadığını , annesiz bir çocuk büyütmenin bir babanın omuzlarına nasıl yük olabileceğini , annemi çok ama çok özlediğini , geceleri ağladığını hiç bilmezdim ve fark da etmezdim ...
Benden utanıyor o yüzden pek ilgilenemiyor sanırdım . Yani o zamanlarda da beni çokça konuşturmaya çabalayan bir insan yoktu , arkadaşlarımda pek yoktu .
Bi ahmet vardı bir de zeliha ... zeliha çokça yanıktı bana , pek dışarı çıkmadığımdan konuşamadığımı da bilmezdi . Birkaç kez Zelihanın bana seslendiğini yazmıştı ahmet bir kağıda ve bana vermişti , zeliha benim duyamadığımdan değil de , kendini beğenmiş bir insan olduğumdan cevap vermediğimi sanıp ulaşamadığı için de daha fena sevdalanmıştı ...
O mahalleden taşınalı 3 sene olmuştu , babamın vefatından sonra
( 17 yaşıma bastıktan 3 ay 12 gün sonra sabah dokuz civarlarında uyandığımda babamın ceketinin hâlâ portmanto' da asılı olduğunu gördüm . Halbuki tüm 3 aylık olan izin günlerini kullanmıştı . Hasta mı acaba diye odaya girdiğimde gözleri açık ve gözyaşları hâlâ kurumamış bir şekilde elinde annemin resmiyle göçmüştü babam , dünyaya gözlerini bile kapatamamıştı ... )
taşındığım yer eski evimize çok uzaktı , babam çalıştığı paralardan arttırarak tam 18 tane büyük kumbara doldurmuştu , çoğu kağıt para . O anıların yaşandığı evden kaçmak için teminattı o paralar ...
Bu düşüncelerimi bir kenara bırakıp uçmasın diye kağıdın üzerine koyduğum kolumu çektim ve rüzgar benden önce davranıp uçurdu kağıdı .
Maalesef rüzgar boğazdan balıkçıya doğru esiyordu ve kağıdı arka tarafa uçurdu . Bir hışımla ayağa kalkıp kağıdı tutmaya çalıştım ama nafile ... kağıt bir kadının yüzüne gelmişti , yüzü görünmüyordu . Kadın kağıdı yüzünden çekince beden dilini kullanarak özür dileyecektim , beden dilini herkes bilmesede beden dilindeki özür dileyişi elbet bilirlerdi . Kadın yüzünden kağıdı çekip okumaya başladı . Bense olduğum yere kilitli kaldım . Vücudumu hareket ettiremiyordum , oysa özür dileyecektim ...
İki boğazın arasında sıkışmış kalmış gibiydim , iki meleğin , iki güzelin , iki şaheserin ... boğazın ruh bulmuş hali kağıdı okuyordu
" Evet karşındayım güzel kadın
Biliyorum sana kavuşmakta geç kaldım
Ve sen ben gelmeden gelmezsin
Ben git desem , nereye kadar gidebilirsin ?" kadın okumasını bitirip bana baktı ve gülümsedi .
Ahhh... o an konuşabilmek
" Boğaz'ımı düğümlüyorsun kadın ,
Ne büyük şahesersin sen .
Şu lâl'e dert saldın,
Belki dile getirirdi bir busen ..."
diyebilmek için neler vermezdim ... ama sadece gülümsedim , sadece ve sadece gülümsedim ...
kağıdı bana uzattı , az özce boğaz sahibidir diye boğaza atmaya yeltendiğim kağıdın o adını bile bilmediğim kadında , boğaz'ımda , boğaz'ımı düğümleyenimde kalmasını istedim .
Elimi 'dur' şeklinde gösterip kafamı selam verir gibi sallayıp masamdan kalemimi alıp gittim . İçim rahattı ,
kağıt sahibindeydi çünkü .
. . .
DEVAMI :)
Buraya kaçıncı gelişim , saymadım . İşten çıkar çıkmaz gelirdim buraya yorgun olmadığım günlerde , yorgunluğu pek taktığım da söylenemez zaten haftada 4-5 kere gelirdim buraya .
Evet yine burdayım , boğazda .
bu sefer boğaza sırtını dönmüş oturuyordum , sebebi bilinmez.
boğaza sırtını dönmüş bütün şehri kucaklamıştım , ya da sadece beklediğim kişinin gelip gelmediğini daha iyi kontrol etmek içindi .
hem bugün kalem , kağıdımı da almamıştım yanıma . Dediğim gibi daha önceden de gelirdim boğaza daha dün de gelmiştim hatta Ama dün kalem kağıdımı getirmiştim . tek getirmediğim gün Bugündü, Evet . Çünkü fark ettim ki artık yazamıyorum . Sanırım İstanbul Boğazı onun yerine başka birşey düşündüğümü sezmiş ve bu yüzden ilham vermiyor ...
İki boğazın arasında kalmak , zor . Ve ben içime akana aşığım ...
Elimden gelen tek şey gelen gideni , Etraftaki koşuşturmayı incelemek ... Başka bir şey değil. Sahaftan erken çıkmıştım Bugün sırf buraya gelebilmek için erkenden . Saat 18'i göstermiş miydi onu bile hatırlamıyorum. Ve şu an saat 21'i gösteriyordu . Gidenler , gelenler , sessiz kahkahalar hiç durmuyor , birbirini kovalıyordu . Ve ona benzeyen birisi gelmişti . Dört masa ilerime oturdu , tanıyabilmek için ileriye gitmek , şart olmuştu . Dağınık olan neyim varsa toparladım masamdan . Evet , tam olarak içimdekileri ...
Her şeye göğüs gererek kalktım ayağa bütün benliğimle. İleri gittikçe, yaklaştıkça ona fark ediyordum ki o , o işte ...
Tek başınaydı önünde sadece ince belli bardakta tavşan kanı çay . belki birlerini bekliyor , belkide kafa dinlemek için gelmişti . Geç gelişinden dolayı boğaza yakın tüm masalar doluydu , kendine yakın oturamamıştı . Ne üzücü ... Masasına ulaşmama birkaç adım vardı . Tam 3 ay önce gördüğü ama tanımadığı bir insanı hatırlamazdı kimse , o da hatırlamaz diye düşündüm .
Artık tamamen yanına gittiğimde aklımda olan tek şey ona her şeyi açıklamaktı ama konuşarak değil . Beden dili ile anlatmak isteseydim ona , onu ne kadar çok sevdiğimi ve onu gördüğümde heyecanlandığımı anlamazdı . Aklıma tek bir şey geliyordu O da cesaret istiyordu . şimdiye kadar hiç cesaret göstermemiştim herhangi bir şeye . eski evimizde yaşamaya cesaret edemeyip çok uzaklara taşındığım gibi , zelihaya bile cesaret edip anlatmaya çalışmamıştım konuşamadığımı , o da mavi gözlüydü . Deniz gibi gözleri vardı ama tabi o zamanlar ilk okul -orta okul zamanımdı , o zamanlar bile tanımazdım , sokağa oynamak için de çıkmazdım . Markette gidip gelirken görüyorsam görüyordum , sonrası yok , zaten liselerimiz de farklıydı , o fazla zekiydi Ahmetin anlattığına göre , yüksek puanlı bir liseye gitmişti , tanışma isteğindede hiç bulunmamıştım 14 yaşımdan sonrada hiç görmemiştim zaten ...
Anlayacağınız ; şimdiye kadar gerçekten de cesaret etmeye korkmuştum .
cesaret edesim gelmişti ilk defa . Ben masasının önüne gelince beni fark edip gülümsedi . sağ elini kafasının sağ üst köşesine avucunun içini iki kez götürüp , işaret diliyle " merhaba " demişti bana , şaşırmıştım doğrusu ...
Ve sonrasında "şiirin çok güzeldi " dedi . işaret diliyle ... evet o yazıyı okumuş ve "lâl " olduğumu ve duyamadığımı anlamıştı ...
Bu beni bir yandan sevindirsede , bir yandan da hüzünlendiriyordu . Anladığım kadarıyla işaret dili biliyordu , ben yinede ona işaret diliyle değil de cesaretimi toplayıp 'hissederek' yapmak istedim birşeyleri ...
Uzattım sağ elimi , avucumun içi kararmış gökyüzüne doğru olacak şekilde . Bir elime , birde gözlerime bakıyordu . Bir boşluğuna geldi sanırım , uzattı sağ elini . Iyikide gözler her dilde aynı şeyi anlatıyormuş dedim o an ...
Aldım elini , o incecik parmaklar ....
Elimin titrememesi için içimden dua ederken , zaten narin olan , hayatta bunca acıya dayanmış bundan sonrasından da korkan kalbimin yerinden çıkıyormuş oluşuna alildırmadan biraz eğilip elini kalbime götürdüm . Sadece 3 saniye gibi bir sure durdurup , çekti elini . Mesaj gelmişti ona ve sanırım banada gelmişti . Cebimdeki telefonun titrediğini ve onun telefonunun ekranının birden aydınlandığını fark ettik .
Aydınlanmaz mı hiç , aydınlanır elbette çünkü o vardı ekrandada . Bir merdivende fotoğrafı . Merdiven tanıdıktı , eski evimizin mahallesindeydi . O anın buğusundan çıkmamı onun çantasını alıp el sallaması bozmuştu .
Bana sadece el sallamak düştü .
. . .
Evet karar vermiştim ve karar vermem 42 gün sürmüştü . Bir daha adım atmam dediğim mahalleye onun için gidecektim , en azından 'orda mı' diye kontrol edecektim . 17 yaşımdan 27 yaşıma kadar hiç gitmemiştim o mahalleye , 17 yaşıma gelene kadar da pek çıktığım söylenemezdi .
Hazırlandım , aldım tüm yazdıklarımı . Bulacaktım sora sora evini , koyacaktım kapısının önüne tüm yazdıklarımı ...
İster ayağıyla itsin hepsini , ister başının üzerinde yer ettirsin . Pek umrumda değildi . Tek isteğim sahibine ulaşmamış tek bir sayfa kalmasın evimde , tek bir dize kalmasın gönlümde ...
Bütün bunları düşünerek taksi çağırıp , taksiye binmiştim .
...
Etrafa bakmadan , başım yerde ilerledim o hatırladığım eve doğru . Evin kapısına geldiğimde zilde "Zeliha Akçan" yazısını gördüm ...
Evet o ev Zelihaların eviydi . Ben bu mahalleden taşındıktan 8 say sonra Ahmet bana mesajla söylemişti Zelihanın annesinin vefaat ettiğini , zaten babası da yoktu ben bildim bileli . Tek kalmıştı evde , benim gibi ...
Kucak dolusu defteri bıraktım kapının önüne , üstünde evdeyken yazdığım kağıtla birlikte "Ben seneler boyunca yazdım ve hepsi bir tek sana yakıştı ... " .
Zile bastım ve bekledim .
Çocukluktan kalma bölük pörçük tek anım olan Zeliha açtı kapıyı . Büyük bir tebessümle "Hoşgeldin Emir " dedi . Anlayabileceğim şekilde ...
Ve evet ...
Baştan beri biliyordu beni ,
Benim ondan sakladığım duygular gibi ;
Saklamıştı o da adımı , kendi içinde ...
O an ,
Yazdıklarımın bir hayal olduğunu
Bir tek onun gerçek olduğunu anlamıştım .
Ne mutlu bana ....
Devamı geldi , umarım beğenirsiniz :)
Hatam , kusurum olduysa affediniz :)