Gönderi

199 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
34 günde okudu
Romanı bitirdiğimde kahramanımızın ben kitabı kapattıktan sonra da yürümeyi sürdüreceğinden hiç kuşkum yoktu, ezelden ebede bu “sonsuz” dolaşma hâli devam ediyor: “Yürüyordu. Her zaman yaptığı bir şeydi bu, şimdiye kadar dünyanın çevresini birkaç kez kat edecek kadar yürümüştü. Sanki tüm yaşamı boyunca yürümüştü. Yürümek için değil ama başka bir şey yapamadığından, yapabileceği tek şey bu olduğundan yürüyordu(s.45).” Bu bağlamda kitabın kapağındaki André Kertész’in 1954 tarihli New York’ta yer alan Washington Meydanı’ndaki bir ânı ölümsüzleştiren karlı fotoğrafı romana çok yakışmış. Geçgin’in Kenarda’ya yayınevi aradığı günlerde zamanın İletişim Yayınları metni aşağı yukarı şu gerekçelerle geri çevirmişti: “Hoşnutsuz, yaşam bezgini bir adamın… halet-i ruhiyesi. Tamamı betimleme olan bir anlatım sözkonusu olduğunda betimlemelerde bir canlılık aranır. Okuyucu da bezdirilmek zorunda değildir…” (Bülent Eken, “Modernizm, Postmodernleşme ve Ayhan Geçgin’de Kayıp Poetikası”, Monograf, sayı: 9, 2018) Yukarıdaki alıntı kitabı okumayı düşünenler için bir fikir verebilir: Kaptırıp, keyifle okuyabilir ya da katlanılmaz bulup, bir “kenara” bırakabilirsiniz, “okur”una kalmış. Ayrıca yazarın okurların bir kısmını “bezdirme” hakkının mahfuz olduğunu düşünüyorum, bezenleri ayıklamak bâbında. Bezginlik yaratmadı, ben çok beğendim. Asuman Kafaoğlu-Büke’nin sözleri de romanın genel okuyucu için ne ifade edebileceğinin tespiti gibi: “Ayhan Geçgin’in ilk romanı Kenarda için bir roman denemesi demek daha doğru olur, çünkü klasik romandan uzak bir roman anlayışıyla yazılmış. İlk sayfalar boyunca kitaba konsantre olup anlamakta epey güçlük çektim. Sanki açık bırakılmış bir kamera her şeyin görüntüsünü kaydetmiş ve bir şekilde sözcüklere dökmüş okura aktarıyor hissine kapıldım. Hiçbir kahramanın olmadığı, sadece sokak görüntülerinin aktarıldığı uzun bölümler boyunca sürüyor roman. Romanın kahramanı sandığımız kişinin gittiği, bulunduğu mekânları en ince ayrıntılarına kadar öğreniyoruz oysa kahramanın kim olduğunu, neden buralarda gezdiğini roman bittiğinde bile hâlâ bilmediğimizi anlıyoruz. Neden Kenarda?” (Cumhuriyet Kitap, 2 Ekim 2003) Buradaki değerlendirmede yer alan: “Sanki açık bırakılmış bir kamera her şeyin görüntüsünü kaydetmiş ve bir şekilde sözcüklere dökmüş okura aktarıyor” cümlesinin aklıma getirdiği ise: Macar yönetmen Béla Tarr o kamerayı kullanıp sözcüklere dökülmüş bu görüntüleri kaydetse ne güzel bir film olurdu. “Bir son gerçekleşmişti ama gerçekleşmesi bitmiş değildi, öyle ki yaklaştığı ölçüde uzaklaşsa da, olmuştu, dahası oluyordu, üstelik olmayı da sürdürüyordu. Sanki zaman çizgisi bir sona gelmiş, toprakla birlikte yitip burada bitmişti. Ama son bitmemişti, kendini bitimsiz bir an, bir şimdi olarak sonsuza kadar yaymıştı. [...] Yıkım yıllar önce olmamıştı, yıkım çok önceden vardı, belki dünyanın kuruluşundan önce, daha dünya kurulurken yıkım önce kurulmuştu. Zamanın belirişiyle o da belirmişti, zaman yıkımın içinden onun öz çocuğu olarak doğmuştu. [...] Akıntıda sürüklenen kendi boğulmuş varlığını da görüyordu. Çok önce varlığı boğulup gitmişti, şimdi kara kütük olan o da sürüklenip duruyordu. Dahası sürüklenecekti (s.128, 130, 131).” “Sıkıntılı bir ruhun başdönmeli dolaşması” şeklinde bir “muğlaklık”la da tanımlanıyor roman ki doğaldır; yeryüzü, âlem, hele de insan muğlak değil mi ki… Sarih olan ne? Ayhan Geçgin’in bir söyleşisinde söyledikleri de burada, sıradan bir okurun yorumunda kısa bir yanıt olabilir : “Edebiyat herkesin, istediğini, istediği gibi söyleyebileceği, yazabileceği bir alandır. Bir kuralı, yasası yoktur. Ama bir tarihi vardır.” (Monograf, sayı: 9, 2018, Ayhan Geçgin Söyleşi: Melek Aydoğan – Hakan Kaynar) Okur kitlesi için romanın, adı gibi “Kenarda” bir yerde kalma ihtimâli çok yüksek, Hâyalî ne demiş: “O mâhîler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler”
Kenarda
KenardaAyhan Geçgin · Metis Yayınları · 202055 okunma
·
126 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.