Gönderi

Haziran 2018 Hikaye Etkinliği
Yazar:
Ayşenur
Ayşenur
Hikaye Adı : Bir Umuttu Yaşatan İnsanı Link: #30306061 Rahatsızdı genç kız. Her gün etrafında dönen aşk budalalıklarından, utanmaz yalancılardan, gözü dönmüş insanlardan, içi boş muhabbetlerden, yapmacık sohbetlerden. Rahatsızdı yazılan bütün o romanlardan. Sahte düş kırıklıklarını okumaktan. Bir kız aşık olmak zorunda mıydı evinde çalıştığı zengin züppeye? Bir kadın illa kedi mi sevmeliydi merhametli görünebilmek için? Kendine kitaplardan bir kule inşa edemez miydi? Toplumsal eşitsizlikler yüzünden cinayet işleyemez miydi mesela? Ya da şiddet gördüğünde bile beyaz atlı prensini mi beklemeliydi? Kadın dediğin çiçek miydi, böcek miydi, bulut muydu, aşk mıydı, zehir miydi, panzehir miydi? 30'lu yılların "özgürlük meşalesi" sloganlı, feminist pazarlamasıyla eline yapışmış sigarası, kalbinde umutsuzluk dalgasıyla yürüyordu genç kız. Umutsuzdu çünkü bugün işten çıkarılmıştı, umutsuzdu çünkü bakmak zorunda olduğu sadece kendisiydi... Eve gittiğinde ev karanlıktı, en az 1981 yılının saat 24:00'den sonraki sokakları gibi. Işığı yakmak için bir süre kapıya dayanarak bekledi. Bir dayanacak kapısı kalmıştı oda gidecekti yakında. Kira ayın 13 ünde. Banka borcu son ödemesi 17, eve yeni aldığı televizyon taksiti 25. Ülke toptan krizde. Vicdan krizi. Espriler bile yavan, düşündürmediği için gülen insanlar. Genç kızda güldü haline ama gülmek için güldü. Gülünecek bir sebep arasaydı bulamazdı. Midesi bulandı ve sigarasının hala elinde olduğunu fark etti. Hemen portmantonun üzerinde duran kül tablasını alarak söndürdü onu. Halıya kül düşseydi yanmıştı, izini çıkarmak için uğraşır dururdu bütün gece. Kırmızı-lacivert desenlerle süslü halıyı evle beraber kiralamıştı. Kendisine ait olan bir televizyon vardı, oda taksitlerini ödemeden bozulmuştu zaten. Uzunca bir süre durdu öylece... Komşuların duyamayacağı bir sesle "Yeter!" Diye bağırdı karanlık eve, "Yeter artık. Yeter bu umutsuzluk. Kes gülmeyi, kes sızlanmayı." Işıkları açtı, perdeleri kapadı, paltosunu astı, saçlarını topladı. Gidip mavi koltuğuna oturdu. O da son okuduğu romandaki gibi bir adam mı bulsaydı acaba? Kirasını öder, eve yemek getirirdi en azından. Zaten eski iş yerindeki muhasebeci evlilik teklifi etmişti. Ahlaklı bir para kazanma yöntemi olurdu evlenmek. 'Hayır kendini satmak olur bu' diye düşündü sonra... Gerçi her gün kendini satıyor sayılırdı, toplumun her istediğini yapan uyumlu bir insandı, insanların onaylamadığı şeyleri yapmaktan kaçınır onayladıklarıyla oyalanırdı. Mutsuz olsa bile. Ama ikisini aynı kefeye koyamazdı herhalde. Hem o kadar da uyumlu değildi, uyumlu görünüyordu sadece. Kalktı kendine bol telveli bir kahve yaptı. Kahve uykusunu kaçırmazdı hiç, aksine uykusu varsa hiçbir kafein engel olamazdı uyumasına. Ama uykusu gelmeyince suçu kafeine atardı. Laktoz intoleransıda bulunmazdı. Hiçbir şeye alerjisi yoktu ikiyüzlülüğe olduğu kadar. Yine de kendini ikiyüzlü hissediyordu bu sıralar, sevmediği kaç kişinin yüzüne gülmüştü onları kırmamak için ya da kaç kişiye 'her şey iyi olacak' demişti hiç bir şey iyi olmazken? Bilmiyordu. Dalgındı ve yorgundu ama uykusu yoktu. Yine suçu işten kovulmadan önce içtiği kahveye attı. Severdi suçlamayı. Kendini suçlardı, başkalarını suçlardı, ayağına takılan taşı suçlardı. Kapı çaldığında saat gece yarısını geçmiş, kahvesini bitirmişti. Yavaşça kalktı koltuğundan, tedirgindi. "Kim o?" Diye sordu gözünü kapı deliğine dayayarak. Gelenin üst komşusu Necla olduğunu görünce açtı hemen kapıyı. "Hayrola bu saatte?" "Telefonuna ulaşılamıyor" Dedi Necla heyecanla "Haberleri izledin mi?" "Yoo izlemedim, televizyon bozuldu." "Sizin iş yerinin orada patlama olmuş. Bir apartmanın doğalgazı mı ne patlamış. Yangında yayılmış. Ölenler arasında tanıdık bir isim gördüm...Kapıda mı anlatayım bunları canım? Giriyorum içeri." İçeri geçerken konuşmaya devam ediyordu "Senin bana anlattığın bir adam varya onun ismini gördüm, hani sana evlilik teklifi etmişti" "Muhasebeci mi?" Dedi hemen genç kız, şaşırmıştı. Kapıyı kapatıp Necla'nın yanına koştu. "Evet muhasebeci, fotoğrafını gösterdiler. Dalyan gibi çocukmuş, yazık olmuş." Yazık olmuş! Yazık olmuş! Necla bu arada bir sigara yakmıştı. "Ahmet peki?" Diye sordu kız "Oda bizim orada çalışıyordu." "Ahmet mi? Sorma şu zevzeği, bana yaptıklarından sonra ölse daha iyi ama yok, adını görmedim onun. Belki yaralanmıştır, hem yaralıların ismini göstermiyorlar haberlerde. Boyu devrilesice." Dedi sinirle bir yandan sigara içiyor bir yandan 8 aylık karnını okşuyordu. "Ay Necla, sende bırak şu sigarayı" uzanıp elinden aldı "içme şunu söyledim sana bebeğe zarar" "Garibimin babasından daha büyük zararımı var. Anam kardeşim doğana kadar içti sigara bir şeycik de olmadı hem, bu sabiye mi olacak? Senide hiç anlamam üniversite okumuş kızsın, ne işin var burada? Gelip ders verir gibi konuşuyorsun." "Allah korusun bir şey olur çocuğa sonra suçlayıp durursun kendini. Okumuş kızsam dinleyeceksin beni, hoş okumakla da olmuyor." Dedi sigarayı söndürürken. "Ay sen onu boşver de, beni dinleyip kabul etseydin adamı şimdiye duldun. Üzülme ama gencecik kızsın bulursun birini." "Of Necla, alemsin! Ona mı üzüldüm ben, iyi bir insandı. Beni de seviyordu. Ailesine üzüldüm, kız kardeşi vardı yıkılmıştır şimdi." Bir süre ikisi de sustular, ikisinin de erkek kardeşi vardı ve ikisinin de kardeşleri ölmüştü. Biri gerçek manada biriyse manevi. "Sen gelmeden önce evlilik teklifini kabul etmeyi düşündüm." "Kapatalım artık konuyu. İçim sıkıldı, hamileyim ben! Ne düşünürsen başına o gelir derler." Dedi Necla gerginlikle, bir yandan tırnaklarını koltuğun kenarına vuruyor, bir yandan başını sallıyordu. Bebeğin doğmasına son bir ay kalmıştı. İyice gergindi Necla. "Tamam, tamam sorun yok. Her şey güzel olacak." Dedi genç kız ve hemen ardından 'Al işte yine ikiyüzlülük' diye düşündü 'hiç bir şey iyi olmayacak' "Bebeğin adını ne koyacaksın?" "En çok ihtiyacım olan şeyin ismini." "Çocuğa da para ismi konulmaz ki" Dedi hemen kız gülerek. "Dolar gel buraya." Necla yüzünü buruşturdu. "Kopek mi bu! Tabi ki Umut koyacağım. İnsan parasız yapamaz, doğru. Ama umutsuz kalınca ölür. Hem de kelimenin tam manasıyla." Şimdi genç kızın gözlerinin tam içine bakıyordu "Bir umuttu yaşatan insanı" diye mırıldandı. "Sağ ol Bulutsuzluk Özlemi... Çay yapayım mı?" "Yapma. Ben evime çıkıyorum, haber vermeye geldim sadece." Necla oturduğu yerden kalktı, genç kız oturmaya devam etti. Gergin bir ortam oluşmuştu ve kız gerginliğe katlanamayacak kadar yorgundu. Necla kapıdan çıkmak üzereyken döndü. Derin bir nefes aldı "Benim durumum belli... Yetimim, fakirim, orta yaşın üstündeyim, devletin verdiği üç kuruştan fazlası geçmez elime ama sen... İş bulsan bulursun, anneni arasan görüşürsün, nefes alsan rutubet yerine hava girer ciğerine. Susayım dedim ama sen söylemiştin bana, bir şair 'hiçbir şey olmamış gibi davranmak taşlara mahsustur' demiş. Ne taşım, ne kalpsiz. Benim Umut'um böyle iğrenç bir yerde tek başına oturup umutsuz kalsa vururdum kendimi." Dedi ve kızın cevap vermesine fırsat vermeden kapıyı sertçe kapayarak gitti. 'Hamilelik yaramadı buna, iyice delirdi' diye düşündü genç kız 'hem ne zaman İbrahim Tenekeci'nin sözünü söylemişti ki? Yoksa bu gizli gizli kitap mı okuyordu? Yok canım, nerden okusun kitap olmuş kaç para.' "Umut'um, umutsuz kalsa vururdum kendimi." diye tekrar etti sessizce kız. "Umudum, umutsuz kalsa" Yorgundu ama Necla bir bomba bırakıp kaçmıştı evine, muhasebeci ölmüştü. Ölüm varsa umut nasıl olsun? Yaşamaya değil de ölümden sonraya mı saklamalıydı umudu? Bir umut muydu yaşatan insanı? İnsanlar neden hep umutlu olmaya çalışırdı, umutsuz olsa ne olurdu sanki. Umut dediğin basit bir duygu değil miydi? Yorulmuyorlar mıydı? Sürekli umutlu olmaya dair inançları boğmuyor muydu onları? Umutsuz olduklarında kendilerini daha fazla suçlamıyorlar mıydı? Ne demişti Necla 'Nefes alsan rutubet yerine hava girer ciğerine' güldü, yine gülmek için sadece. Astımı vardı kızın, havayı bile zor alıyordu zaten. Genç kız bir kere bakmıştı içinde yeşeren umut tomurcuklarına onda da fırtına geçmişti üzerinden. Annesi, abisinin ve kardeşinin ölümünden kendini suçluyordu. En sonunda delirmişti. Annesinin odasına her girdiğinde 'bak kardeşinle konuşuyorum' derdi. 'Anne öldü onlar' demeye cesaret edemezdi kız. En sonunda annesine bakacak bir kadın bulup kaçtı. Babasının annesine kalan emekli maaşı da doğrudan bakıcı kadının banka hesabına gidiyordu. Maddi manevi uğraşmıyordu kız. Bencildi. Bencildi ve bunun farkındaydı. Bu yüzden her geçen gün daha da umutsuz oluyordu. Ne çabuk kabullenmişti her şeyi. Babasıyla kardeşinin ölmesini, annesinin delirmesini. İşten çıkarılalı kaç saat olmuştu daha. Üstelik insanlar ölmüştü. "Hala umut diyor Necla!" Diye fırladı koltuktan. Evin içinde dolandı durdu bütün gece, nasıl olsa sabah erkenden gidecek işi yoktu. Mutfağa gitti, salona geldi, telefonunu buldu, bataryasını çıkardı taktı... "Belki" Dedi en sonunda "Belki umut doğduğunda benim de umudum olur." Hava aydınlandığında yeni uyumaya başlamıştı. Rüyasında Umut'u gördü. Minicik elleriyle tutuyordu genç kızın parmaklarını. Genç kız uzun zamandır hissetmediği 'mutluluk' adlı duyguyu keşfetti o sabah. Necla gerçekten umuda gebeymiş...
··
67 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.