32- Âşıkta, aşkın elemlerine sabr-u tahammül bulunmayacak olursa; o,
biçare kanatsız kuş gibi kalır. Vay onun haline!
Aşkın kudret-i icazı, “Şad baş ey aşk-ı hoş sevda-yı ma” beytinde söylenilmiş;
Eflatun’un felsefe ile Calinus’un tababetle yapamayacağı ruhani ve cismani
tedaviyi, aşkın yaptığı beyan edilmişti.
Evet… Aşk, salik için icazkar bir kuvvettir. Zühde, tarik-i ilahînin seyyaresi
demek caizse, aşka da feza-yı tekarrübün tayyaresi denilebilir. Fakat tayyareye
bineceklerin cesur ve mütehammil olması icap ettiği gibi, aşk kanadıyla yükselmek
isteyenler için de cesaret, metanet, sabır ve tahammül lazımdır. O lüzuma
ehemmiyet verilmez, hayata bağlılık düşüncesi bertaraf edilmezse, matlup olan
yükselme husule gelmez. Çünkü tayyareye benzettiğimiz aşk, o tahammülsüz kimse
için, kanatları yolunmuş kuş gibi olur, uçamaz. Onun sahibi ve bineği de, saksağan
kargası gibi, ileri-geri sıçramaktan başka bir şey yapamaz. Fuzuli ne güzel söyler:
Aşk resmim, âşık öğrenmek gerek pervaneden,
Kim yanar gördükte şem’in ateş-i suzanına!
Canını canane vermekdi kemal-i aşığın,
Vermeyen can, itiraf etmek gerek noksanına!
من چگونه هوش دارم پيش و پس- چون نباشد نور يارم پيش و پس
33- Yarimin nuru etrafımda bulunmazsa ben nasıl önümü, ardımı idrak
edebilirim; yarimin nuru ilk ve sonla mukayyet olmayınca, ben nasıl başlangıç
ve son ile kayıtlanabilirim.”
İki türlü tercüme edilen bu beyit, iki nevi sualin cevabıdır.
Evvela: Aşkın kanada teşbihine mukabil, akıl da ayak mevkiinde kalır. Aşka
tabi olamayan, akıl ile hareket edemez mi, sualine cevaben deniliyor ki: Evet.
Akıl, ayak gibidir. Fakat o ayakla adımı atabilmek için, insanının basacağı yeri
görmesi lazımdır. O görüş ise, ancak yarimin bir nuru olan aşk ile kabildir. Aşk nuru
ile nurlanmayınca, ben nasıl önümü, ardımı görür ve adımımı atabilirim?
Keza, “Ey Mevlâna! Derin bahislere girişmeyeceğini evvelce söylediğin halde,
şimdi bahsi derinlere götürüyorsun” ihtarına cevap veriliyor.