Gönderi

Haziran 2018 Hikaye Etkinliği
Yazar: - Hikaye Adı : Gizemsiz Hikaye Link: #30571074 Tanrı, tüm o yaratma ve yarattıklarını gözetme eylemlerinden uzak kaldığı küçücük bir boş bulunma anında, kendi yalnızlığını hatırlamış ve üzülmüş. Bunu, yarattıklarına belli etmemeye çalışmış ama tabiatı gerçekten dinlemesini bilenler hemen anlamışlar durumu. Yağmurun sesiz sessiz yağmasından, kuşların kısa ve neşesiz ötüşlerinden ve daha bir sürü şeyden… Bütün o coşku gitmiş, yerine kayıtsız bir hüzün gelmiş sanki. Tanrı, yalnızlığının hüznünden kurtulmak, kendini avutmak için iki özdeş ve güzel ruh yaratmış. Fakat ruhlardan birine ne verdiyse, verdiği şeyin özlemini de diğer ruha vermiş. Birbirlerine birbirlerini anlatabilsinler diye de konuşmayı öğretmiş ve bu ruhları, hem kendisinin hem yarattıklarının görüp dinleyebileceği güzel bir yere yerleştirmiş. Ruhlar, birbirlerinin güzelliklerine hayran kalmışlar. O hayranlıkla başlamışlar konuşmaya. Konuştukça, birbirlerine ne kadar hasret olduklarını fark etmişler. Bir o konuşmuş bir o, hem konuşan kendinden geçmiş hem dinleyen, birbirlerinden ayrılamaz olmuşlar. Diğer yaratılanlar da bu yakınlığa hayran kalmışlar, Tanrı’nın bu işine de şaşmışlar. Tanrı, yaptığı işten, yarattığı ruhları seyretmekten memnun, ruhlar için yeni planlar yapmaya başlamış. Sayısız gezegenler, bu gezegenleri aydınlatacak güneşler ve daha bir sürü şey yaratmış. Başka ruhlar da yaratmış bu arada. Sabahı görme umudunuzun olmadığı gecenin karanlığı kadar karanlık ruhlardan, dünya üzerindeki hiç bir canlıdan ışığını, sevgisini esirgemeyen güneş kadar aydınlık ruhlara kadar çeşit çeşit ruh. Tanrı, mavi ve yeşilden bir gezegen de yaratmış. Daha aydınlık, daha güzel görünsün diye de bir güneşin yakınına koymuş. Gezegen başlamış dönmeye. Biraz kendi etrafında dönmüş, biraz güneşinin etrafında. Döndükçe değişmiş, güneşin sevgisi daha da güzelleştirmiş gezegeni. Gezegene isim de bulmuş Tanrı: Dünya. Çeşit çeşit canlı çıkarmış bağrından, bakmaya doyamayacağınız. Gezegen döndükçe çağlar geçmiş, giden canlıların yerine yenileri gelmiş ve planın işleme zamanı yaklaşmış. Tanrı, insanı yaratmış. Dünyada gördüğü ve dikkatini çeken bir canlıya, önceden yarattığı ruhları yerleştirmiş, adına da insan demiş. Ruhlar; dünyayı, önceki gördüklerinden bambaşka bir gözle görmüşler bu canlı sayesinde. Dokunmayı, tatmayı, duymayı ve daha bir sürü şeyi deneyimlemişler, Tanrı’nın bu işine de şaşmışlar. Şaşkınlıkları geçince de başlamışlar daha başka neler yapabileceklerini araştırmaya. Yapmışlar, yıkmışlar, hayat vermişler, hayat almışlar, çağlar geçmiş, devirler değişmiş, köyler, kentler oluşmuş, her şey değişmiş, insanlar değişmemiş. Tanrı, birbirine düşkün iki ruhu da dünyaya göndermeye karar vermiş. Uzun zamandır planlıyormuş ama en uygun zamanı bekliyormuş. Ruhlardan birini erkek olarak, birini kadın olarak yaratmış. Erkek olanı köyde yaratmış, kadın olanı kentte. Hem yakın, hem uzak olsunlar demiş Tanrı, planım için böylesi daha güzel. Ruhlar, dünyaya gelince başlarına gelene şaşmışlar. Belki bu şaşkınlıktan, belki ayrılmalarının acısına dayanamadıklarından, belki de Tanrı öyle istediği için; nerden geldiklerini, kim olduklarını, eski suretlerini unutmuşlar. Süt emmişler, emeklemişler, yürümüşler, koşmuşlar. Oyunlar oynamışlar, kavgalar etmişler, okullar okumuşlar, seyahatlere çıkmışlar, başka ruhlarla arkadaş olmuşlar ve insana dair bir sürü şey yaşamışlar. Sevmişler, sevilmişler. Nihayet bir gün karşılaşmışlar. Ruhlar, birbirlerini tanıyamamış. Ne de olsa etten, kemikten insanlarmış. Eski suretlerinde görünememişler birbirlerine. Fakat bir mucize olmuş, mucize miymiş ya da. Kadın konuştukça, erkek hatırlamaya başlamış. Nasıl yaratıldıklarını, eski suretlerinin güzelliğini, nasıl muhabbet ettiklerini, nasıl dünyaya gönderildiklerini ve her şeyi nasıl unuttuklarını. Kadın bir türlü hatırlamamış. Sadece unutmaktan değil, dünya da gözüne bir perde gibi inmiş sanki. O, yaratanının gözdesi dünya, en acı unutkanlığın da vesilesi olmuş. Umutsuzluk hastalığını erkeğin kalbine, azar azar bulaştırmış. Erkek, hatırlatmak için neler yaptı, ne diller döktüyse kadın hatırlamamış. Her sonraki gün yeniden denemiş, denemiş, yorulmadan, bıkmadan hatırlatmaya çalışmış. Kadın hatırlamamış ve en sonunda hatırlamaya çalışmaktan da vazgeçmiş. Kendi yolundan gitmiş. İçindeki özlemin sebebini anlayamadan, başka ruhlarla avunmuş, evlenmiş, sıradan bir ölümlünün yapabildiği sıradan şeyleri yaparak ömrünü bitirmiş. Bunları görüp umudunu kaybeden erkek de aynı sıradanlığa teslim olarak yaşayıp, yüreğindeki özlemle bu dünyadan ayrılmış. Kadın, dünyadan daha erken ayrıldığı için, gittiği yerde de ilk o açmış gözlerini. Kısa süren bir şaşkınlıktan sonra her şeyi hatırlamaya başlamış. Nasıl yaratıldıklarını, eski suretlerinin güzelliğini, nasıl muhabbet ettiklerini, nasıl dünyaya gönderildiklerini, her şeyi nasıl unuttuklarını ve erkeğin her şeyi nasıl hatırlatmaya çalıştığını. Hatırladıkça da ruh gözünün pınarından suretine doğru damlalar yuvarlanıvermiş. Diğer ruh gelene kadar, her zamanki konuştukları yerde onun gelmesini beklemiş. Bekledikçe daha da üzülmüş, üzüldükçe de daha çok bekliyormuş gibi hissetmiş. Sonunda bütün bu hüzünlü beklemeler nihayet bulmuş ve diğer ruh da ait olduğu yere dönmüş. Sonraki gelen, öncekinin ne kadar üzüldüğünü görünce o da üzülmüş ama bir şey yapamamış. Artık üzülmesine gerek olmadığını, yine kavuştuklarını, bir daha ayrılmayacaklarını söyleyip teselli etmeye çalışmış. Birbirleriyle konuştukça hüzünler dağılmış, dünya hayatları hafızalarında bir nokta kadar küçülmüş. Tanrı, planının başarıya ulaşmasından memnun iki ruhu seyretmeye koyulmuş. Başarılı olmuş çünkü ruhlar birbirleriyle o kadar içten, o kadar güzel konuşmuşlar, birbirlerine o kadar büyük bir özlemle kavuşmuşlar ki, onları seyredenlerin de yüzleri aydınlanmaya, içleri mutluluktan dolup taşmaya başlamış. Hatta, Tanrı bile son zamanlarda suretinin her zamankinden daha aydınlık olduğundan şüphelenmeye başlamış. Değerli okuyucu! Bu hikayenin doğru olup olmadığını asla bilemeyeceksin. Bu iki ruhun yanına gidip geri gelecek, bize haber getirecek biri olmadığı gibi, onların yanından gelenlerin nerdeyse tamamı da onları hatırlamaz. Belki şaşkınlıktan, belki ayrılık acısına dayanamadıklarından, belki de Tanrı öyle istediği için. Yine de, onlardan bir iz, bir işaret ararsan; kahkahalarla gülen bir çocuğun, yavrusunu bağrına basmış bir annenin ya da el ele tutuşmuş sevgililerin yüzlerine bakmanı tavsiye ederim.
··
20 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.