Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

İniyorum kulelerinden katil  iniyorum maktul minarelerden  taraçadan, bahçeden  ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden  ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte  değdikçe ayaklarım merdiven alçalıyor  açılıyor leşlerin, atmıkların cesurane  canlıların korka korka uzandıkları zemin  ağzımda kef  iki gözIerimde mil  iniyorum kulelerinden  katil.  Körüm, o halde karanlık niye benden kaçıyor?  Sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan  beni çağırmaktadır?  Göklerin çökeltisinden başkaca soy  toprağın tortusundan gayrı hısım bilmeksizin  iniyorum kirli eteklerine  beni emziren kaltak şehrin  iniyorum ama indirilmedim  iniyorum çalıntı tahtımı terk ederek  arada bir çehremi dalgalandıran karaltı  vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek  iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için  indiğim yerde beni bir bekleyen yok  indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim  puslu, çapraşık, koklanmamış  ihmalkâr gözle okunmuş bir kitap  bîtab bir gözle okunmayı tercih ederdim  yoğrulmuş olan benle bir daha yoğrulsaydı  benimle açsaydı ağırdan  tükeniş faslını mızrap.  Yağmurun yoldaşı denebilir mi bana?  Ne dökülüş inişimde, ne çakış…  Yalnızca o çetrefil  aralama zahmetine katlanarak  iniyorum kızları utandıran iç çekişle  erkekleri boğan kasvetle iniyorum.  Öfkemdi başlattı yolu  ısrara gerek var deyip durdu şehvetim  istemedi doğurmak böyle bir uğraşı tabiat  tarih onu tanımazlıktan geldi  bir dövüş olsaydı sonunda belki gevşerdi hırsım  belki saçlar taranırdı bir sevişmeden sonra  ama ben hınca hınç bekçisi kalacağım burçlarımın  sonunda yükü bıraktığıma yanacağım.  İniyor ve inliyorum  nereye bir kucak dolusu  sonluluk sorgusu getiriyorsam  oraya bir kucak da getiriyorum  bir kucak sadece genç ve diri değil  bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil  bir kucak sadece erkek ve vakur değil  bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil  bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil  bir kucak sadece gürbüz ve atak değil  bir kucak sadece üzgün ve dindar değil  bir kucak sadece temiz ve sevecen değil  bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil  bir kucak sadece cömert ve sıcak değil  bir kucak sadece sancılı ve keskin değil  bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil  bir kucak sadece öksüz ve çolak değil  bir kucak  sadece bir kucak  açılınca açıkları kapatan  acıkınca doyuran  ve doyurunca  nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü  darası alınmaz yüküm bu benim  kayda geçirilemez, narhı konulmaz  resmen ve alenen ifade usulü yok  gözümün feri saydım onu, gücüm bundadır  dizimin dermanıdır o  buradan gelir cesaretim  bende bu kucak olduktan sonra  iyi veya kötü ne yapılabilir  kendi hayatı aleyhine  binlerce defa dolap  çevirmiş olan bana?  Bakın, bulduğum her gerçeği delik deşik ediyor  kayboluş kapımı sürgüleyen bir vaşak  her sevincimi viran eden bu hayvan  yalanlar içinde boğulmamı önlüyor  ondan kurtulacak olursam biliyorum  beni yaşamakla coşturan  bir kaynak keşfederim  ondan kurtulduğum an  bütün boyutlarımı  kaybederim.  Önceleri, acemiyken  bu vaşak yokken daha yanıbaşımda  okul müdürü  veresiye satan bakkal  kapıcı ve akrabaları  dört ayrı ölümle ölmeyi öğren  demişlerdi bana  dört bucakmış  anlattıklarına bakılırsa dünya  omzun güneş kokuyor demişti  kısa eteklikli kız  o da omzuma bir şey konduracak mutlaka.  İşte o zaman bildimdi  anladımdı o sıra  ne bir atlas kalır bende, ne ibrişim  bu çuha, bu sicim elden çıkarsa  acemiydim gitmem dedim sizin provalarınıza  bön ve berbat buluyorum yaldızlı yaz gecelerinizi  berbattır balkonda o güneşli sabahlar  biraz açılmak için açıldığınız kırların  aniden karşılaştığınız ırmakların  ürpertisi ahmakça  böndür beni belimden bölmeye kalkan enlem  benden iki bakışık parça  çıkarmaya çabalayan boylam da berbat  ipekli libas giymem, altın takınmam  atımın eğerinde kaplan derisi yoktur  çehreme iyi baksalardı yırtılırdı  uykularının zarı  uykuluydular sinerken bedenime kıraç dağlar  bitek vadilerle beraber ben tenimi yumarken  uykularına tutundular…  Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek  acılardır paylaşan çocukları  gün geldi paylaşıldı acılar  çocuklar paylaşıldı  bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım  gittim bir kuyudan su çektim  halka boynumdan geçti  geçti boynuma kemend  d harfine bak dedim  nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin  harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri  harf ol harfle birlikte kıyam et  harf of harfler ummanına bat  çünkü gördüm ne varsa sonunda kelimenin  çünkü böndür altında kaldığım töhmet  uğradığım kinayeler bön ve berbat.  Evet, ilmektir boynumdaki ama ben  kimsenin kölesi değilim  tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya  tarantulaymış benim adım diyecek değilim  tam düşecekken tutunduğum tuğlayı  kendime rabb bellemiyeceğim  razı değilim beni tanımayan tarihe  beni sinesine sarmayan  tabiattan rıza dilenmeyeceğim.  Gittim su çektim en derin kuyudan  en hileli desteden  kendi kartımı çektim  yaktım belgeleri  bütün tanıkları yok etmek için  ricacıları öldürdüm  onlar bu dumanlı dünyanın  beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi  gerçekten özlemişti beni dünya öze çekmişti  özüm gelinceye kadar bana temas etmişti  bu dokunuş parlatınca beni  benden biraz dünya  isteyen ricacıları  öldürdüm ve  kıtal bitti.  Yazık.  Yazık ki yazgımın boyası koyu.  İnilecek kadar indim. Hayfa.  Yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura  eskilerin tayfası yine hep buradalar  hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar  havada hayza benzeyen aynı koku  binalara yaklaşırken eskisi gibi  sıklet artıyor  hâlâ ayırt edilemiyor dişli gıcırtıları  çocuk çığlıklarından  tanıyorum bunlar  bulutlara bakmak için penceresi evlerin  bu da deniz  hırs püsküren, toynak durduran deniz  rezeleri yerlerinden oynatan  vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz.  Bir yanımda kıyısı kışkırtıcı  ufku muallâk deniz, bir yanımda  kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilât  kimin yüzünü çevirdiysem  hüznü de sevinci kadar ıskarta…  Niye indim buraya ben?  Boşuna mıydı yol boyunca benliğime  musallat olan belâ?  Bir çevrim tamamlandı mı şimdi?  Yine mi döndüm başa?  Olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak  kimse başa dönmemiştir, dönemez  hele sen geçtiğin o ormanlar  rüyalarındaki canavarlardan sonra  çok uzaksın o ilk  fırlatıldığın zamana.  Aldanma bunlar tayfa değil  burada doğdu hepsi  denize hiç açılmadılar  denizi sen kadar bile  tanıyan yoktur aralarında  her biri uzak bir beldeden geldi  sanılsın istiyor yosmalar  böylece saygın fahişeler  arasına katışacaklar  müptezel birer facire ofsalar da.  Tecimenler, onlar da sahi değil  onlar da olmayan tayfaların  gemilerinden çıkan malları  sattıklarına inandırmak istiyor  şehrin acemi insanlarını.  Sen ve yağmur.  Başa dönemezsiniz.  Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak  dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz  inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine.  Yağmur yalnız yağarken yağmurdur  sen yalnız senken sensin  burada kalamazsın ve başa dönemezsin  gitmek zorundasın  kovalanan bir Yahudi gibi  ama Yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun  her şey çok yetersiz senin için  her şey sana çok fazla  ayıklarsan ayık durabiliyorsun  aranı açıyorsun kendinle  eşyayı araladıkça  uyanmanın bedeli serapları fedadır  uykuyu tadayım dersen  kâbusa dalmak pahasına.  Tarihe dersini vermen gerek  yoldan ayrılamazsın  yediremezsin sokulmayı kendine  tabiatın apışaralarına  ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu  durdurabiliyor seni  ne gürültülü bir havra.  Yükün ağır.  He’s so heavy  just because he’s your brother.  Kardeşlerin pogrom sana.  Dostlarının eşiğine varınca başlıyor  senin diasporan.  Herkesin bahanesi var, senin yok  günahlı bir gölgenin serinliğinde  biraz bekleyebilirsin, daha sonra  burada kalamazsın, başa dönemezsin  ama dön  Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!  Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!  Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!  Eve dönmek  kendime sarkıntılık etmekten başka nedir?  orada, arada bir beni yoklar  intihara ayırdığım zamanlar  bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır  düzgün sabuklamalardan bana kalan..  Evde  anlaşılmaz bir tını  bilmem nereden gelir  uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan?  bilemem Yahudi değilim  gizli bir yerde genizam yok  bilemem insan nerenin yerlisidir  ömrüm burada  bütün Yahudiler gibi  raflara doğru, çekmecelere  sahanlıklara doğru geçti  yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için  bir sıvaydım kendime kendi ellerimde  tıpkı Yahudiler gibi  buraların yerlisi ben değilim.  Şarkıya dönersem ense köküm seyrelecek  ağdası çözülecek bana aşktan bulaşan kozlarımın  şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut  yolun çamurunda revnâk-ı bahar bulacaklar  ben şarkıya dönünce  boğazlarındaki boğum insanların epriyecek  ve onun yerine her günkü işleri yaparken  kepenkleri kaldırırken, silerken tezgahı  kalbe gizlice batan kıymık geçecek  şarkıya dönersem, yanık bir şarkıya  holokost neymiş meğer  herkes bilecek.  Kalbime döneceğim, ama hangi yolla?  Yedeğimdeki okunaksız  şarapla lekelenmiş, solgun harita  uyduruk bir şey mi bilmiyorum  yoksa sahiden definenin yeri  gösteriliyor mu orada?  Ama boşver... Nasıl bir ilgi olabilir  kalbe dönmekle define bulmak arasında?  Lâkin ben inerken her dönemeçte  bir parçasını ele geçirdiğim  her molada, her zorlanışında nefesimin  her ayak sürçmesinde çiziktirdiğim haritamın  bütün paftalarında sabit mürekkeple işaretlenmiştir  nerelerde kıraçlaşır  rahminde levendane öcün tohumları yatan gece  güneşin şifa diye bilinen ışıkları  nerelerde kıyıcı bir zehre çevrilir…  Haritamda caddeyi ürpertiye açacak  bir kaç kaçıktan başka nirengi noktası yok.  Açıkça gösteriyor haritam farkı nedir  bir cenaze kalkarken yağan yağmurun  bir hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan.  Yağmalar belli ki kim bulsa defineyi, umurumda mı  ben kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için  hep fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde  canı sıkkın kızların yüzlerinden  döşünden ahı kalmış delikanlıların  dünyaya habire pörtleyeceğim  evlerin olanca tınısı dindiği zaman  kısıldığı zaman bütün şarkıların kanatları  fokurtum dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından.  Yahudi değilsem bile  bende Yahudalık da mı yok-  Kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan? / İsmet Özel /
·
56 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.