Gönderi

Citiali, siyah, papilio thoas, king page swallowtail, sarı, sarı, sarı, kanat, kelebek, toz, maua, papakura, mayan satar, king, siyah, citiali… Rıhtımda ayaklarını süre süre yürümeye başladı. Kırık tahtalar ayaklarına takılıp sendeleyerek arşınlıyordu rıhtımı. İçi sızlar hali vardı ve hüzün dökülüyordu yüzünden. Adımlarını daha da yavaşlattı. Karşından gelenlere çarparak, yanından geçenlerin sürtündüğü bir acı ile devam ediyordu gıcırdayan ıslak tahtaların üzerinde yürümeye. Her bakanın bir daha baktığı, gözlerinden sel olup akan yaşlara inat ne bir acıma duygusu ne de korku hissediyordu. Sadece geçmişin anıları. Yaşı belki de kırkı devirmişti. Ama o bırakmıştı otuzundan sonra yaş hesabı yapmayı. On sene mi olmuştu on iki sene mi tam hatırlayamamıştı. Kırık bir tebessüm düştü dudaklarına, metreler vardı ki suyla aralarında birden kalakaldı. Taş kesildi adeta. Ne ayakları hareket kabiliyeti gösterdi ne de vücudunda bir tepki. Gerisin geriye döndü. Yaklaşık iki saatte aldığı üç yüz metre yolu, bağırışlar çığlıklar arasında tekrar geri döndü. Çocuklar cıvıldıyordu sahil tarafında. Yetişkinler birbirleriyle sohbet edip, tebessüm saçıyorlardı. Sesler öyle yankılanıyordu ki kulaklarında, adeta kulaklarını kanatırcasına kafasını ileri geri hareket ettiriyordu. Gözü karşısında bulunan uçuruma takıldı. Birden gözlerini belertip, yönünü o tarafa çevirdi. En son denemesinde oraya varması tam altı saatini almıştı. O zamanlar bu kadar yavaş ve hüzünlü değildi. Üstelik ağlamıyor, yüzündeki çizgileri dahi gülümsüyordu. Bu şekilde devam ederse gece yarından biraz sonra varabilirdi en tepeye, zirveye. Asla pes eden birisi olmadı, asla duruşunu bozmadı hayat karşında. Hala da savaşırdı bütün dünya ile ama inancını yitirmişti. O en hassas yerinden yaralanmıştı. Kaç gün yattı bu şekilde bilmiyordu. Bir sene mi? Belki de daha fazla, anne karnındaki bebek misali daracık demir kafese kilitlemişti kendisini. Istırabı o kadar fazla o kadar yüklüydü ki bir türlü affedemiyordu kendisini. Birkaç kere anlatacakmış gibi oldu ama düğümlendi boğazına yeniden anılar. Önce sesi kesildi sonra nefesi. Düşünme. Sus. Bir ses ile irkildi birden; “dondurma alaska frigooooo,” diyen omuzunda siyah bir kayış ile asılı mavi beyaz plastikten kutuyu taşıyan güneş altında teni iyice bronzlaşmış adama çevirdi gözlerini. Tekrarlanan uğultu ile kanadı yeniden kulakları, “doldurma alaska frigoooo.” Yeniden gözleri kısılmaya başladı. Ağır adımlarla sendeleye sendeleye rıhtımın bitimine doğru yanaştı. Bir kaplumbağadan daha yavaş hareketleri çevredekilerin meraklı bakışlarına hedef etti kendini. Yanından sesli telefon görüşmesi yapan adam “Bir insan seviştiği için sevmez, sevdiği için sevişir demiştin,” dedi. Ses yavaşça silindi gitti kulaklarından. Dar patikaya döndü, yeniden kafasını kaldırıp uçuruma baktı ve tekrar gülümsedi. O günden sonra bir daha asla kendine gelemeyip, vücuduna sayısız hastalıklar yer ettirdi. Parkinson da bunlardan bir tanesi idi. Adımları yokuş yukarı olduğundan daha da yavaşladı. Santim santim ilerlemeye başladı. Artık nefesi de hırıltıya dönüşmeye başlamıştı. Oysa spor alanında bir sürü başarıya imza atıp, sayısız madalyalarla bitirmişti birçok müsabakayı. Citiali, siyah, papilio thoas, king page swallowtail, sarı, sarı, sarı, kanat, kelebek, toz, king, siyah, citiali… Kafasında küçük bir hesap yapmaya başladı. Saat henüz akşama ulaşmamıştı. Amacı karşısındaki uçuruma ulaşmak ve gerçeği ile yüzleşmekti. Kırk derece eğim ve sekiz yüz seksen sekiz metrelik bir yol. Hesaplama işini bitirdikten sonra hesabının sonucuna gülümsedi. Tamı tamına yedi saat kırk iki dakika sonra varacaktı hedefine. Attı ilk adımını. Her adımda rakım yükseliyor, yükseldikçe heyecanlanıp, daha bir iştah ile sürüyordu ayağını. Yine tebessümü yerleşti dudaklarına. Papakura, dedi. Acele ile gözlerini kırpıştırdı. Gördüğü siyah üzerine mor ile renklendirilmiş bir çift kanattan ibaretti kelebek. Gözlerine inanamadı. Bin beş yüz ile iki bin beş yüz rakamında yaşayan bu türü ilk defa çıplak gözle görüyordu. Mor Benekli ise güneşin kızıllığına inat adeta dans ediyordu karşısında. Kanat çırpışlarındaki ahenge kapıldı gözleri, iyice kıstı kaşlarını, emindi kozadan bugün çıktığına. Hafif rüzgâr dalgalandırdı Mor Benekliyi, kanatlarını açtı ve bıraktı kendini rüzgâra. Kelebek aniden tedirgin oldu. Ters bir durum olmalıydı. Papakura hızla inişe geçti, hemen ardından ise ateş yeşili göğüslü Astrapia Splendidissima kurşuni gagasını açarak ardında belirdi. Mor Benekli hızlı manevra yapıp Muhteşem Astrapya’dan kaçmaya çalışsa da ateş yeşili göğsüne çarpıp Gökkuşağı Okaliptüsü dalı üzerine sert bir düşüş yaptı. Koşmaya çalışsa da engel oluyordu bedeni, içi koşuyordu sadece. Yaklaştı Mor Benekli ‘ye, eğdi kafasını, dokunmadan gözleri ile keşif yaparak iyice yokladı. Sağ kanadı çok iyi görünüyordu ama sol kanadı birkaç kılcal çizik ve sürtünmeden dolayı toz yani deri florası yok olmuş, saydam bir görüntü vermişti. Hemen aklına dün gördüğü rüyası düştü. O’nun rüyasıydı bu. “Kelebek kanadındaki toz gibi idi varlığın, gün geçtikçe siliniyordu benliğin ve her kanat çırpışta her göğe bir adım daha yaklaştıkça kaybediyordum seni.” #30500797 Düşünmeyi kesti. Mor Benekli için “bir karınca sofrasına meze olmak ’tan” başka yapılacak hiçbir şey yoktu. Yerden kurumuş bir okaliptüs yaprağı alıp, siper etti Papakura’ya. Ayaklandı, diklenip yürümeye hazır hale getirdi vücudunu ve sürüdü ayaklarını… Güneş akşam kızıllığını unutmuş, ada ile vedalaşıp mesaini aya devretmek için terk ediyordu gökyüzünü. Sadece rıhtım tarafında yanan ateşin kıvılcımları ve birkaç titrek meşale alevi vardı. Döndü sırtını rıhtıma, kafasını kaldırıp uçurumla yeniden göz göze geldi ve sürüdü ayaklarını. Şimdiden hafif rüzgâr yalıyordu çıplak tenini, saçındaki kıvrımları. Rüzgâr yön değiştirip tenine farklı yerlerden vurunca ürperiyordu. Yeniden aklı Mor Benekli ’ye kaydı. Kaç saat kanat çırpabilmişti dünyada. Trilyonlarca sermaye ile üretilen hiçbir makinenin bile bir tutulmayacağı kadar mükemmel kanatları kaç saat dayanabilmişti dünyaya. Bir gün mü? Hiç sanmıyorum. Sus. Papakura. Düşünme. Sürü. Sadece sürü ayaklarını ve sus. Ağzındaki kekremsi tattan iğrendi, epeyce yol almıştı. Neredeyse yarılamıştı yolu, ama soluklanmaya vakit yoktu. Bugün her şey yeniydi. Tırtıl, yeni bir koza, Mor Benekli ve yeni dolunay. Son iki kelimesini gözleri ile etrafı taramaya çalıştığında fark etti. Ay bir porselen tabak gibi asılı durmuştu gökyüzünde, olabildiğince çeviriyordu geceyi gündüze. Kısa bir duraksamadan sonra yine sürüdü ayaklarını. Ne kalbine bir şey sokmaya yelteniyordu ne de aklına. Birçok keresinde kalbin zekâtı olan vicdana yenik düşmüştü, aklın zekâtı olan zekâya düştüğü kadar. Neydi onu vatanından dokuz bin doksan iki kilometre öteye ittiren şey. Bütün her şey bu uçurumda başlamıştı. Biliniyordu ama kendini o hengâmeden kurtarıp çok sevdiği Türkiye’sine geri dönmeyi başarmıştı. Neydi ki onu yeniden buraya mahkûm edip, kendine işkence çektirmesi? Düşünme, dedi kendine. Düşünmüyordu. Dalgınca sürümeye başladı yeniden ayaklarını. Sürüdü. Metreler kalmıştı ki varmasına, güneş göz kırptı. Aydan vardiyasını alıp, ayı uğurladı. Hemen belindeki matarayı yokladı, eline alıp deri kılıftan çıkardı. Tahtadan kendi oyduğu tıpayı mataradan ayırdı, dikti kafasına. İçi titredi, soğuk su kadar hücre yenileyen, tazelettiren hiçbir maddenin dünya üzerinde var olmayacağını biliyordu. Ne iyi etmişti, alüminyum kabı deri ile muhafaza etmeyi. Deri ve alüminyum bir nevi kimyasal reaksiyon etkisi ile suyu iyice serinletiyor ve suda herhangi bir renk, tat değişikliği göstermiyordu. Zekâsını her alanda kendini kanıtlaması ile zaten bütün çevresine göstermişti. Bilirdi kullanılmayan bilginin eşek yükü olduğunu ancak her zaman açtı bilgiye. Çokta ekmeğini yedi. Düşünme, sürü. Sonunda ulaştı hedefine. Güneş ufuktan yirmi santim yüksekteydi. Saat en fazla yedi olmalıydı. Ellerini toparlak yapıp göz çeperlerine getirdi ve aynı anda ovaladı gözlerini. Hala her şey aynıydı. Uçurumu kesen kaya parçası yine moss tutmuş, üzeri kına yeşiline dönmüştü. Eli ile yokladı kayayı, soğuktu. Elini kayayı sarmış moss bitkileri üzerinde dolaştırdı. Fosforlu yeşile çeviriyordu adeta etrafı. Henüz uçurumdan aşağı bakmaya cesaret edememişti, ayaküstü oyalıyordu kendini. Ayağı küçük bir dala takıldı. Çıtırtı dalga dalga etrafa yayılıyordu ki Citiali. Sarı, siyah. Citiali. Düşünme. Sus. Sarı. Sus. Düşünme. Citiali. Birden siyahımsı kanatlarını rüzgâra tokat atar gibi çırpmaya başladı. O günkü gibi iriceydi. Yaklaşık on üç santime yakın kanatlara sahipti. Siyahın üzerine işlenmiş sarı bir ebruya benziyordu kanatları. Asıl vatanı Meksika, Orta Amerika ve Güney Amerika olan bu kelebek türüydü zamanında onları buraya çeken. Papau Yeni Gine’de ilk defa Papilio thoas (king page swallowtail) yani citiali tür kelebek görülüyordu. Bu sebeple gelmişlerdi buraya. Düşünme. Sus. Sürü ve rıhtıma git. Düşünme. Karısı Selin, bir “lepidopterist’di.” Saldı kendini. Bıraktı. Gözlerini açtı ve karşı karşıya geldiler yeniden Papilio Thoas ile. Bir iki kıvrak hareketle kanat çırptıktan sonra uçurumdan aşağıya süzülürcesine aktı, gitti, kayboldu gözden. Arkasından donmuş bir vaziyette kalakaldı. Sendeledi, eli ile yanındaki kayayı tutup destek aldı. Gözleri iyice sulanmaya başlamıştı. Hatırladı. Yumdu gözlerini, gözyaşlarının gözlerinden daha rahat akması için daha da sıktı gözlerini. Süzüldü yaşlar, bir biri ardına. Kafasını iyice yere eğdi. Soluk alışı normalin altına düştü ve göğüs kafesi neredeyse hareketsiz kaldı. Kendi nefesini kesip, oracıkta bayılmak istermiş gibi bir hali vardı. Başaramadı. Bıraktı. Derin nefes aldı. Düşünme, sus. Sustu. Gözlerini açmadan matarasını çıkardı üzerinden, ayak dibine bıraktı. Kayışını çivisinden kurtarıp, belinden gevşetti. Pantolon düğmelerini teker teker çözmeye başladı. Sıyırdı bedeninden pantolonunu, indirdi ayaklarına kadar. Önce sol ayağını kurtardı pantolondan, sonra sağ ayağını. İtekledi az öteye ayağının ucuyla. Eli bu sefer baksırına gitti. İşaret parmağını baksır atına sokarak sıyırdı bedeninden, ayaklarına düşürdü. Ayakkabıları ile birlikte bir çırpıda söküp attı bedeninden. Çırılçıplak kalıverdi. Güneş bronz tenini aydınlatıyordu ve ufuk çizgisinden otuz beş santim yukarıdaydı, saat sekize yaklaşıyordu. Kayaya elini uzattı, sağ bacağını kayaya dayayıp tırmanmaya başladı. Nasıl olduysa bir çırpıda çıkı vermişti, moss dolu kayanın üzerine. Uçurumla arasında on santim mesafe bıraktı. Omuz hizasında kollarını iki yana açtı, gözlerini yumdu. Kasları rüzgârın etkisi ile sıkılaştı, belirginleşmeye başladı. Hafif terli bedeni güneş ışıklarını parlatıyor, rüzgâr değdikçe de sertleştiriyordu. Ayaklarıyla mossları eşeledi. Kendine sağlam duracağı ve ayaklarının sağlam basabileceği zemin hazırlıyordu. Ayak tabanları tırtıklı kaya zeminine oturdu, içi gıdıklandı. Buraya geliş sebebiydi, başlamış olan işkenceyi sonlandırmak. Kendini sonsuzluğa bırakmak, boşluktan aşağı salmak için hazırlıyordu. Hatırlıyor. Hala hatırlıyordu. Hafif göz kapakları açıldı. Yerdeki çıkıntıyı fark etti. Karısı, kadını Selin, Papilio Thoas peşinde koşarken çıkıntıya takılıp, uçurumla yüzleşip, sendelemişti. Kendini uçurumdan kurtarabilmişti. Ama ani şok ile moss dolu kayaya tutunup, ani şokun etkisinden hemen kurtulamamıştı, yeniden karşısına çıkan Papilio Thoas’ı görünce heyecana kapatılıp kendini ileriye attı, aynı çıkıntıya tekrar takıldı. Dengesini kaybedip öne doğru eğilen vücudunu kocası arkasından izliyordu. Anlık refleks ile elini uzatmış olsa da sadece Selin’in parmak uçlarına dokunabilmişti. Selin’se gözlerini Thoas’tan alamamış, vücudu yıkılırken bile kafasını yavaş yavaş sola doğru çevirip Thoas’ın omzunun üzerinden uçup, gidişini seyretmişti. Seyir bittikten sonra sahne hızlanmış, arkasından uzanan ele can havliyle kendi elini uzatarak karşılık vermişti. Ancak mesafenin uzaklığı karısı ile kocasının ellerinin birleşmesine izin vermedi. Parmak uçları bir saniyeliğine temas ettikten sonra Selin’in kafası yanındaki kayaya çarpmış, çarpmanın etkisiyle de bedeni hızlıca uçurumdan yuvarlanmıştı. Ardından kocası uçurum önüne uzanıp karısının çarpa çarpa düşünü seyretti. Gözlerinin önünde bir ölüme tanık oldu, hem de en çok sevdiği kişinin ölümüne. Saatlerce karısının yere çakılmış bedenini seyre durdu. Seslenmeye yeltendi, sesi çıkmadı. Bağırdı, var gücüyle bağırdı. Kendi sesini kendisi duydu. Kaybının farkına vardı ve gözyaşları sicim olup gözlerinden süzüldü. “Düşünme. Sus. Sus, düşünme.” diyerek kendini zamana geri getirdi. Kapadı iyicene gözlerini, bacaklarını kıstı, kaslarını iyice sıktı. Hazırdı kendini boşluğa bırakmaya. Bir canını verdiği yere ikinci canını da heba etmeye hazırdı. Bitsin dedi içinden ve sayıklamaya başladı. Bitmek, bitmek, bit… Bir yok oluş muydu yoksa yeniden doğuş muydu bitmek? Sonun, başlangıcı mıydı yoksa? Hazır mıydı? Hazırdı. Bunu emindi. Güneş ufuk çizgisinden elli santim yukardaydı, saat on bir olmalıydı. Kapalı olan gözkapaklarına vuran güneş, önüne kıpkırmızı bir karanlık seriyordu. Bıraktı yeniden kendini. Kasları gevşedi. İleriye doğru savurdu yavaşça bedenini, uçurumdan yukarıya esen rüzgâr karşıladı saçlarını, hareketlendirdi. Durdu. Birden uçurumdan yukarıya hareketlenen birkaç karartı gördü. Citiali. Sarı, siyah. Thoas. Citiali. Üç tane on santimden az küçük Thoas karşına dikildi. Kendi etraflarında dairesel bir şekilde dönmeye başladılar. Şaşkınlıkla izledi, büyülendi ve ağzından iki kelime döküldü yeniden Papilio Thoas. Bir tanesi uçurumdu, diğeri kendisi bir öteki karısı. Bir şey anlatmaya çalışıyorlardı sanki. Biri diğerinin üzerinden aşağıya düşüyor büyük olan Thoas ise yere düşmeden yakalıyordu diğer Thoas’ı. Bu oyun neredeyse on altı dakika sürdü. Donmuş vaziyette olanları izliyor, hayranlık duyuyordu karşısındaki muhteşem varlıklara. Selin’den önce kelebek nedir bilmezdi. Üç yüz seksen tür kelebeğe ev sahipliği yapan ülkesinin Ege Bölge’sinde edinmişti kelebek sevgisini. Ege bölgesinde yaygın olan Satyrium Sipini (Güzel Sevbeni) türü kelebek arıyordu Selin. Selin bulamamıştı o vakit istediğini ama kendisi bulmuştu güzelini. Zaten hiç beklemeden birlikte yaşamaya başladılar. Ölümünden iki yıl önce evlenmişlerdi. İkisi de evlenme taraftarı değildi ancak davetsiz bir misafirleri vardı. Düşünme. Sus…. Yeniden zamana döndü. Hala üç Thaos karşısındaydı. Oyunlarını bitirmiş öylece havayı döverek kanat çırpıyorlardı. Elini savurdu, incitmek niyetinde değildi ama gösteriden sıkılmışa benziyordu. Kaçmadılar. Kıvrak hareket ile elinden kurtulup tekrardan dizildiler karşına. Geri gerildi, yeniden bacaklarının üzerine çöktü, savurdu bedenini uçuruma doğru. Kelebekler dağıldı aniden. Yol açtılar sanki birden. Bedeni çok az havalandı, ayakları yeniden düştü kayanın üzerine. Başaramadı. Son veremedi, son gördüğü yerde. Usulca indi kayadan. Baksırını üzerine geçirdi, pantolonunu giydi. Kayışının çivisini, kayışın iliğine geçirdi. Ayakkabılarını aldı, önce sağ sonra solu giydi. Matarasını kavradı. Tıpayı çekip çıkardı. Kafasından aşağı boşalttı soğuk suyu. Su önce saçlarına, ardından yüzünde yolunu bulup göğsüne sırtına doğru akmaya başladı. Tazelendi. Kızım Sıla, dedi. Düşünme, sus. Sus düşünme. Birden hızlı bir şekilde öndü arkasını, ayağını çıkıntıya sert şekilde taktı, saldı vücudunu öne doğru. Sendeleyerek ilerledi biraz. Kafası mosslu kayaya çarptı, iyice karardı gözleri. Çarpmanın etkisi işe burnundan ve ağzından sümüğümsü sıvılar saçıldı etrafa. Hızlıca rüzgâr ile birlikte bedeni sağa sola çarpa çarpa yuvarlandı uçurumdan aşağıya. Düştüğünde yüzünde tebessüm, gözünde yaş vardı. SON Okuduğunuz bu bölüm, toplamında 32 bölümden oluşan bir tümün en son parçasıdır. Kendim için yazılmış, üçüncü tekil şahıs tarafından anlatılmış amatörce bir uzun hikâyedir. Biraz gerçek hayatımda birazda kurgu olan hikâyenin içinde bulunan kişiler gerçek olduğundan, Selin ve Sıla adları editlenmiştir. Benim ile yakından uzaktan alakası yoktur. Buradan hayatıma renk kattıkları ve sadece kendimin yazıp okuduğum, farklı hisler uyandıran gerçek kişilerime teşekkür ederim. Ülker çikolatalı ve çokonat’a, çayı çabuk soğutan ince belli bardağıma, yanımdan ayırmadığım fosforlu ve tükenmez kalemime çok teşekkür ederim.
·
461 views
Tayfun okurunun profil resmi
En kısa zamanda düzenlemeye çalışacağım. Yazdığım gibi buraya geçtim. Okuma şansım ve düzenleme için zamanım olmadı. Muhtemelen anlamsız cümleler, düşük cümleler ve gereksiz kelimeler vardır. Tamamen hobi amaçlı yazılmıştır. Ayrıca genel olarak kelebekleri ele aldığınızda dünya üzerinde toplamda 500000 tür vardır. Sadece kelebek olarak düşünürsek 20000 farklı tür ile karşılaşırız. Tek amaçları polen taşımak değildir. Kelebek güzellik ve zerafetin birer simgesidir. Ve yine ayrıca kelebeklerin ömürlerinin kısa olduğu bilinir. Bu yanlış bir bilgidir. Kısalık neye göre hesaplanmıştır. Diğer böcekgillerin yaşam sürelerine göre. Zarafetinden dolayı en çabuk hasar alan böcek kelebektir ve bu hasarlarda genellikle erken ölüme sebebiyet verir. Bir kelebeğin bir yerde kozadan çıkıp 80 günde 5000 km yaptığını biliyor muydunuz? Kahramanımız "Kral Kelebekler." Hep bir döngü içerisinde devam eden bu yolculuk 4 nesil değişerek devam eder. Nasıl mı dört nesil... Babanızın dedesi yola çıkıyor. Yolda dedeniz doğuyor. Dedenizin babası ile dedeniz 1 ay yoluna devam ediyor. Dedenizin babası ölüyor. Kısa bir süre sonra babanız doğuyor. Dedeniz ile babanız yola devam ediyor. Dedeniz ölüyor. Siz doğuyorsunuz. Babanız sizinle beraber kısa yolculuk devam ediyor. Ve babanız ölüyor. Siz ise son "Kral Kelebek Bükücü" olarak. Yeni nesli devamı için 5000 kmyi tamamlayıp, yumurtalarınızı bırakıyorsunuz. Yazıktır ki, 6 ay ömürlerinin 4 5 ayını kış uykusu ile geçirirler. Lütfen sakın babalar doğurmaz demeyin !!!
özlem okurunun profil resmi
Yorumuma baktım da göremedim. Ve farkettiğimce bir başka yayına dair bir yorumum daha yok ve bu durum bir kez daha olmuştu. Teknik bir sorun sanırım. Umuyorum ki en kısa zamanda çözülür... Bu yüzden dün yazdıklarım kadar aynı ışığı yansıtmasada yeniden ve yeniden birşeyler söylemek isterim yazınıza dair.. Olay kurgusu, karalama niteliği taşısa da güçlü. Yavaş çekim gibi :) ve kahramanımız ilerledikçe bizlerde onunla ilerliyoruz ve tam bir hedefe vardığımızı düşünüyoruz ki önümüzde bir kaf dağı, tüm o rakamlarıyla. Özellikle konusunda da büyük bir parça oluşturan kelebek sahnesini ve bunlara dair bilgi kısmını çok sevdim. Ve düşünmeden de edemedim insanı yaşama bağlayan ne küçük, ne güzel ayrıntılar var. Bir kez daha farkettim. Kaleminiz ardında umut ve ışık bırakıyor ve yazdıklarım dahil nacizane bu umudun ve ışığın daim olmasını dilerim. Kelebeklerin o sonsuz, o huzurlu, güzellik abidesi rüzgarıyla kalın daima...
Tayfun okurunun profil resmi
Teşekkür ederim Özlem hanım. İçerik en saf hali ile sunuldu. Amacım sadece hobimi geliştirmek. İnşallah daha güzel yazılar ile yeniden beraber oluruz. Sevgi ile kalın.
1 next answer
Büşra T. okurunun profil resmi
Yanınızdan ayırmadığınız o fosforlu ve tükenmez kaleminize bir teşekkür de ben etmek istiyorum, böyle güzel hikâyelerde size eşlik ettikleri için. Bir kelebeğin kanat çırpışı kadar narin ve zarif cümlelerle dolu, hoş bir hikâye olmuş, sizden okuduğum ikinci hikâye ve ikisi de birbirinden güzel. "Bittiği için üzülme Retro, düşünme, sus... Daha bu kalemden okuyacağın çok hikâye vardır elbet.."
Tayfun okurunun profil resmi
Onur duydum yorumunuzdan dolayı. Beğenip, dil ile beyan etmen ise ayrı bir lütuf benim için. Varol Retro Hanım. Kelebekler yoldaşın olsun...
N.G. okurunun profil resmi
Kelebek deyip gecmemek lazımmış. Ne kadar degisik türleri varmış. Adamın yaşadıkları da ne zor şeylermiş. Etkiliyor. Sevgili uğruna yapılmayacak şey yok sanırım. Uzun,zorlayıcı ve bir o kadar güzel. Kaleminiz sular seller gibi yazsın. Kağıda dökmek yetenek işi. Yazanlara saygım büyük.
Tayfun okurunun profil resmi
Kesinlike her varlıkta muazzam yapıyı fark etmek gerekir. Kelebek ise sadece bunlardan bir tanesidir. Teşekkür ederim.
Okur gezer okurunun profil resmi
Elinize , yüreğinize sağlık... güzel , okunası bir hikaye olmuş.
Tayfun okurunun profil resmi
Teşekkür ederim :)
Bu yorum görüntülenemiyor
Hilal okurunun profil resmi
Son bölüm böyleyse diğerleri nasıldırr, çok güzel olmuş gerçekten emeğinize sağlık, eh bu yazıyı yazarken yanınızda olan fosforlu ve tükenmez kalemilerinize biz de teşekkür ederiz 😁
Tayfun okurunun profil resmi
Hiç yayınlamayı düşünmüyordum aslında ama artık yavaş yavaş yayınlamıyı düşünüyorum. İnşallah beğenirsiniz.
2 next answer
Bu yorum görüntülenemiyor
11 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.