Ne değişti? Çocukluk yıllarımızın üzerinden geçen yaklaşık 25 senede neler değişti? Neler eskisi gibi kaldı? Neleri özlüyoruz? Nasıl bir gelecek bekliyoruz?
Biz çocukken istediğimiz her şeyi elde edemezdik. Küçük şeylerden mutlu olmasını bilir, kendimizi mutlu edecek bir şeyler daima bulurduk.
Gazoz kapağı, kiremit taşları, küçük bir plastik top, ip, eski kibrit kutularının kâğıtları, meşeler… Bunlar bir çocuğu mutlu etmeye yeter mi? Evet. Fazlasıyla yetiyordu. Yani parayla saadet satın alınmıyor.
Biz çoğun ne demek olduğunu bilmiyorduk ki aza kanaat edinelim. Motorlu taşıtların henüz sokaklarımızı yarış pisti gibi kullanmadığı yıllardı. Sokaklar bizimdi. Onlar sanki bahçemizdi. Şimdiki gibi ayrı gayrımız yoktu. Kızlı-erkekli beraber ip atlar, toplu saklambaç oynar, önümüze gelene bin tekme atar, bezirgâna sürekli kapı açtırırdık. Hey gidi günler!
Akşam olduğunu annelerimizin o meşhur “hadi yemek hazır, eve gel artık!” sesini işittiğimizde anlardık.
O zamanlarda komşulara olan güvende hiçbir kuşku yoktu. Bir komşunun evinde saatlerce kendi evimizdeymişçesine oturur, orada her istediğimiz önümüze gelirdi. Biz sormadan ve istemeden.
Para hiçbir zaman bizim aradığımız bir meta olmamıştı. Küçük birkaç demir arabayla yılanlı yolda oyun oynamak, ya da hepimizin özel sahip olduğu bir taşla sekiz kareden oluşan sek sek oyununu oynamak hepimizi mutlu etmeye yeterde artardı bile.
Benim için mutluluk; ilkokulda arkadaşımın evinden getirdiği ekmek arasına peynir domates konulmuş teneffüs öğünün paylaşılmasıydı. –ki bir daha o tadı bulamadım.
Benim için mutluluk; okul çıkışı koruması olmayan salıncakta ters dönecekmişçesine birbirimizi hızla sallarken o hızla en ileriye atlayabilmeye çalışmaktı.
Benim için mutluluk; sokakta oyun oynarken kazandığım meşeleri evde oturup sürekli saymak sonra tekrar saymaktı.
Benim için mutluluk; ip atlarken arkadaşımın gözbebeğinde beliren sevinç ışıltısını yakalayabilmekti.
Benim için mutluluk; sokağa çıktığım zaman arkadaşlarımı hep bir arada görebilmekti.
O zamanlar oyunlar toplu oynanırdı. Şimdiki gibi çocuklar bencil değildi. Her şeyi paylaşırdık. Topumuzu, oyuncaklarımızı, bisikletimizi, sevinçlerimizi, kederlerimizi.
Şimdiki çocuklar eğmişler kafalarını sokakta telefon ve tablete, evde bilgisayar ve televizyona! Bencil bir hayat sürüyorlar. Ya da ailesinde kendisine alınan pahalı bir oyuncakla hava atma telaşına düşmüş, ya da bisikletinin cakasını satma derdine düşmüş, bir aşağı bir yukarı pedallayıp duruyor. Bu esnada ebeveynleri de uzaktan göz temasını kaybetmiyor. Çocuğuma bir şey olur diye hep bir tedirgin ruh hali içerisinde strese girmeden edemiyor.
Peki zamanımızın çocukları kötü çocuklar mı? Elbette ki değiller. Bu zamanın ruhu ile alakalı bir durum. Şu anda çocuklar her şeyi bizim zamanımızdakinden daha önce öğreniyor, daha fazla bilgili oluyorlar ve teknoloji ile küçük yaşlarda tanışıyorlar. Bunların katkılarını büyüdüklerinde kuşkusuz göreceklerdir.
Belki de biz eskiye, geçmişteki yaşanmışlıklara, sade ama samimi havaya, tekrar birlikte beraber olabilmeye, tekrar çocuk olabilmeye özlem duyuyoruz. Dolayısıyla çocuklarımızın da özlemini duyduğumuz zamanlarda ki gibi yaşamasını ve olmalarını bekliyoruz. Ama bu olanaksız!
Öyleyse nasıl bir gelecek bekliyoruz?
Asıl önemli olan çocuklarımızın ne ile oynayıp büyüdüklerinden ziyade, büyüdükleri zaman bizi biz yapan toplumsal değerlerimize, geçmişimize, örfümüze, adetlerimize, ananelerimize sahip çıkıp çıkmayacakları ile alakalı bir durum.
Geçmişle-geleceği, kültürle-teknolojiyi harmanlayıp ileriye sağlam adımlar atabilen çocuklar yetiştirebilmektir esas olan.
Tarihini okuyup bilen, atalarına sahip çıkan, geçmişini hem unutmayan hem de geçmişte yapılan hatalardan ders çıkarabilen bir nesil yetiştirebilirsek, işte o zaman gelecek bizim için daha aydınlık ve daha müreffeh olacaktır.
Çocuklar bizim geleceğimiz ve ümidimizdir. Onları koruyalım ve iyi birer vatandaş olmalarına gayret sarf edelim. Güçlü ülke olmanın yolu, güçlü bireyler yetiştirebilmek ve oluşturabilmekten geçer. Biz bunu başarabilecek güçteyiz yeter ki isteyelim.
Sevgiyle ve muhabbetle kalın…
Ömer Yaşar