Gönderi

Hafta içi bir gün, kasaba tenha, kuytusu, gölgesi bol çay bahçelerinden birinde oturuyorum. Densiz bir kedi sürtününce bacaklarıma irkiliyorum, dalmışım. En son çöp tepesinin yanında açan pembe güle hayret ediyordum, güzel ve çirkin nasılda yan yana duruyor diye geçiriyordum içimden. Gül bu durumdan memnun mu acaba? Pancar motorun sesi yarları dövüyor. Bir balıkçı, bir ahşap ekmek teknesi, sakız gibi bembeyaz. Adı vardır da okuyamıyorum şimdi. Hoş balıkçının kim olduğunu da seçemedim Çapara çıktı besbelli. Gün kavuşurken lacivert sırtlı istavritleri rengârenk leğenlerin içinde satacaklar canlı canlı. İstavritin kaderi bu, ne yapsın? Maviliğin içinde hiç akla gelmedik bir zamanda, ya martı, ya kaz tüyüne aldanacak, salkım salkım çıkacaklar yukarıya, yüzü gülecek elleri nasırlı balıkçının. “ Üç kuruş” demeyecek, “ çok şükür” diyecek, çünkü öyle öğrendi atasından. Elleri, kolları dolu gidecek eve, suyu bol tas kebabı pişirecek yenge, yanına pilav, bayram edecek çocukların midesi. Güzel günler düşleyecek balıkçı, büyüğü okumuş doktor olmuş. Küçüğü mühendis. Mecburiyetten değil, zenginler gibi keyfine çıkacak o zaman balığa, gün doğmadan kalkmasına da gerek yok. Uyansa da fırlamayacak hemen yataktan, uzun uzun gerinecek, paşa gönlü ne zaman isterse o zaman atacak yorganı üzerinden. İnsanın karnı doyacak ki hayalleri olsun.
·
1 görüntüleme
N