Gönderi

Söyle Delâl Bir Yere Varmakta Ben Kadar Zorlanan Birini Tanıdın Mı ?
Tüy gibi hafif, berrak ve ele geçmez bir günde, güne hiç bir ağrım olmamasının mutluluğuyla başladım. Böyle güzel böyle duru günlerde daha fazla gitmek isteği duyarım. İçimden daha kalabalığım dışarda göründüğümden. Cümbür cemaat içimden gitmek isterim. Fiilen bir yere gitme imkanım olmadığında içimden düşerim yollara.Bu yüzden ben otogarlarda ve tren istasyonlarında uzak şehirlere giden insanları izlemeyi severim. Yıllarca bende uzak şehirlere gittim. Bütün yolculuklara kötü olan herşeyi sıfırlayıp bitirmiş gibi huzurla çıktım. Ve şimdi aynı huzur ve hafiflikle bir yolculuğa başlamaktayım. Önceki gün uyumamışım doğru dürüst. Ki biraz kitap okuyup müzik dinledikten sonra deliksiz uyuyabileyim diye. “Nerden geldiğimi biliyorum.” İzmir’den, Konya’dan, Diyarbakır’dan, Ordu’dan.. Nerden geldiğimi bilmiyorum. Ama yıllarca nereye gidersem gideyim tek varış noktam olan Sivas’a dönüyordum onu biliyorum. Otobüse bindim yerime oturunca gelip nerde ineceğimi soran muavine “Sivas’ta ineceğim. Ben uyurum yolda siz gelmeden bana haber verirsiniz” dedim. “Tamam” diyip gitti. Yol boyu uzanan elektrik direklerini, ağaçları, uzaktan görünen dağları, önümde uzanan ismini bilmediğim ovayı, bulutları.. Yani nereye giderseniz ya da nerden dönerseniz dönün hemen her yolculuğun ortak manzarası olan yolculuk manzarasını izledim bir süre. Hayatımın en mutsuz ve nasıl olabiliyorsa en mutlu zamanlarından geçiyordum. Aklımda tonlarca ağırlıkta düşünceler, elimde Vedat Türkali’nin Mavi Karanlık kitabı. Korhan’ın mı Özgür’ün mü tarafında olduğumu kendime sorarak bir yandan kitabı okuyordum. Yazarın beni sürüklediği çelişkilerden çıkamadığım zamansa müzik dinliyordum. Kulağımda Hasret Gültekin’in her derde deva olacak gibi gelen sesi youtu.be/183MuPj6sOU Bir süre sonra tam planladığım gibi uykuya daldım. Ara ara gözlerimi uykunun verdiği uyuşuklukla aralayıp yanımdaki koltuğa bakıyorum. Yanımda bebeğiyle bir kadın oturuyor. Bir şeyden korumak ister gibi sımsıkı sarılmış yavrusuna. Soğuktan mı ? Birinden mi ? Bir şeyden mi ? Ama korumak için belli. Sarılmış öyle duruyor. Sen de birinin yavrususun diyorum kendime yarı uykulu. Ya da yavrusuydun mu demeli ? Birden nasıl burkuluyor içim. Nasıl acı, zehir gibi bir hüzün ruhumdan taşıp bedenime yayılıyor. İnsan hep böyle mi olur yolculuklarda ? Birden bire sebepsizce hüzünlü ? Ben bazen öyle olurum. Hemen atmaya çalışıyorum aklımdan bu hüznü. Biten müzik listesini yeniden ayarlıyorum yarı uykulu. Bu sefer Karadeniz ezgileri youtu.be/ZW-ILKvP9dc Bu tulum düze çıkarır beni diyorum. Tekrar dalıyorum sonra rüyasız uykuma. Bir daha açıyorum gözlerimi. Bir teyze oturuyor bütün ağırlığıyla. Hiç uykusu yok gibi bakıyor etrafına geceden daha karanlık gözleriyle. Şimdi inecek gibi duruyor koltuğunda. Yabancılar böyledir. Nerede ineceğini bilmeyenler. Yolculukların acemileri hep böyledirler. Eminim onu araca bindirenler defalarca sıkı sıkıya tembih etmiştir ineceği yeri. Ya Erzurumludur bu teyze diyorum kendime ya Erzincanlı. Yok yok kesin Erzincanlı olmalı. Teyzeye bakarken uyumuşum tekrar. Gözlerimi tekrar açtığımda gecenin bir vakti yanımdan bir tabela geçiyor hızla “Refahiye”. Yanımdaki teyze gitmiş. Demek gerçekten Erzincanlıymış :D Muavini arıyorum. Ayakta duran kimseyi göremiyorum. Bir bakıyorum bir kaç sıra önümde boşalan bir koltukta uyuyor. Sesleniyorum. Biraz zorla uyanıyor. Soran sözlerle bana bakarken. “Biz neredeyiz kardeşim ?” diyorum. “Refahiye abla “ diyor gayet normal. “Peki ben nerde inecektim” diyorum. Sözlüde tahtaya kalkmış öğrenci gibi cevabı hatırlamaya çalışıyor. Sonra telaşla “Sivas abla” diyor. Kendimden beklemediğim bir sakinlikle (ne zaman sakin davransam işler asla yolunda gitmez) “gidip şoföre durumu anlat. Beni nereye götürüyorsunuz benim sabah Sivas’ta olmam lazım” diyorum. Konu yetkili mercilere iletilene kadar Refahiye’yi bile geçiyoruz. Bulabildiğimiz ilk yerden dönerken “aferin diyorum kendime. Sen hep böylesin şaşılacak bir şey yok. Ne zaman gitmek istediğin yere zamanında varabildin? Bir kere de ineceğin durağı kaçırma ya. İyice abarttın artık.!” Şoförün bulduğu harika çözümle Refahiye’ye geri dönüp, uğramak zorunda olanların bile uğramadığı bir yol üstü lokantası (dinlenme tesisi?) gibi bir yere kavga gürültü beni bırakıyorlar. Refahiye neresi bilmiyorum saat gecenin üçü, yarın fakültede sunumum var, bir kedi beni özlüyor Sivas’ta, bir sardunya beni bekliyor balkonda ya üzerine kar yağdıysa, romatizma hastasıyım ağrım var, çok sinirliyim. Tüm bunlar kimin umurunda.. Onların tek isteği onları şikayet etmemem. Benim tek istediğim Sivas’a gitmek.Sabah gelecek araçla beni göndereceklerine söz verip beni bu yol üstü lokantasının sahiplerine “emanet” edip gidiyorlar. Kitap okumak iyi gelir diye düşünüyorum. Ama Korhanla Özgür arasında kalacak gücüm olmadığı için Yılmaz Odabaşı’nın kalın kapaklı en sevdiğim baskı olan Feride’sini alıyorum. Biraz içim rahatlıyor okurken. Ama hırsımdan hızlı hızlı okurken bittiyor hemen. Bırakıp bir nefes alıyorum. Tekrar açıyorum kalın kapağı. Bu sefer altını çizdiğim kısımları okuyorum. Yine hırsla ama düşüne düşüne. “(beni böyle bir eller beni yollar,beni yeller kelepçeler,hücreler beni alıp gitmeye inan ki feride inan aşk, önce!) (gözümü bağlıyorlar;korma sevgilim!gözümü, gönlümü değil...) kanlı karanlık odalarda beni morartıyor,azaltıyor ve azdırıyorlar böyle her seferinde,çıkınca,fırında ekmek gibi kabarıyorum sonra bir çoğalıyor,bir çoğalıyor,bir çoğalıyorum (bir güzel renk değiştiriyorum;korkma!yürek değil,renk değiştiriyorum sadece..) ... biliyormusun bir sen kalıyorsun içimde yüreğimin alazında biz bize ağlaşıyoruz sesizce... (sonra gözlerim açılıyor;korkma!dilim değil,gözlerim sadece...) “ Dizelerini okurken, bu dizeleri ilk okurken altlarını önce gözlerim, sonra en sevdiğim kurşun kalemle çizerken nasıl tedirgin olduğumu hatırlıyorum. Dönüp yine aynı satırı okuyorum emin olmak istercesine. Bir oh çekiyorum sonra. Neden mi ? Dilim değil çözülen diyor ya.. Arkama yaslanıyorum sonra. Dağlara bakıyorum. Adını bilmiyorum bu dağların. Bu dağların bu ovalarının insanlarının da adlarını bilmiyorum. Adlar önemli.. Ama dağlar kahverengiye çalan yeşil. Gökyüzünü görmek çok kolay. Gökyüzü yeryüzüne yaklaşıyor kucaklıyor sanki. Bunları düşünerek zamanı geçirmeye, sinirimi unutup yatıştırmaya çalışıyorum. Gözüm saate ilişip saatin 7 olduğunu görünce içimde kurduğum bütün denge, sakinlik bozuldu.. 7 de gelecek dedikleri araç hala gelmemişti. Saatinde nasıl fakültede olacaktım ? Hocamı arayıp durumu anlatıyorum. Hiçbir şey söylemeden dinliyor, yalnızca güldüğünü duyuyorum. Ben susunca “ başkası anlatsa bunları çok şaşırırdım ama konu sen olunca nedense normal karşılıyorum. Senin şu hayatta sorunsuz bir şeyin var mı ? Cidden merak ettim” diyor. “Sanırım yok hocam” diyorum. Keşke verecek başka cevabım oldsa.. “Saat kaç olursa olsun gelip o sunumu yapacaksın” diyor. Sonra bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sorup kapatıyor sağolsun. Biraz olsun rahatlıyorum. Ama uykusuzluk, yorgunluk ve bu halde gidip sunum yapacak olmam yüzünden hala huzursuz ve sinirli hissediyorum. Arada beni kontrol etmek için durup bana bakan lokanta sahibine sinirli sinirli bakıyorum elimde değil.. İnsanaları bakışlarımla delik deşik etmeyi bırakıp bir zarf ve bir kağıt çıkarıyorum. İkisi de aynı renk olmalı. Mavi bir zarf ve mavi bir kağıt seçiyorum. Bu mektubu maviye boyarsam içim açılır belki diye :) Bir süredir fırsat bulamadığım için Arzu’ya yazamadığım mektubu yazaya başlıyorum. Zira bu gün bir mektupta anlatılmaya değer şeyler oluyor :D Beni sinirimden delirten bu hadise onu güldürecekti biliyorum. Mektubu yazarken ilk sayfada daha tükenmez kalemim tükeniveriyor. Yazdığım kelime bile bitmeden. En sevdiğim kurşun kalemi alıp devam ediyorum yazmaya. “Talihsizliğimi görüyorsun Arzum. Tükenmez kalem tükendi. Kurşun kalemle devam ediyorum. Söyle delâl* bir yere varmakta ben kadar zorlanan birini tanıdın mı ? Zannederim tanımadın. Sevgiyle kucaklarken seni, kurşun kaleminde kurşunları bitmeden mektubu burada bitireyim. Sivas’a kavuşunca oradan tekrar yazacağım. Hoşçakal delâl...” Kağıdı katlayıp hangi pulu seçeceğimi düşünürken bir otobüsün umut veren sesini duydum. Otobüs lokantanın önünde durunca sakince yerimden kalktım. Sanki saatlerdir burda sinirden çıldırarak içimden sinir krizleri geçirerek bu otobüsü beklememişim.. Masada sinirden yırttığım kağıtları, bitti diye sinirlenip kırmaya çalıştığım ama kırılmadığı için beni iyice çileden çıkaran ortadan ikiye bükülmüş ama inatla kırılmamış kalemi de toplayıp kül tablasına koydum. Lokanta sahibine teşekkür ettim beni misafir ettikleri için. Gidip bavulumu yerleştirip otobüste yerime oturdum. Bir kaç saat sonra Sivas’a girerken otobüsü durdurup toprağı öpmek istiyordum ama sadece otogarda değil fakültede inmek istediğimi söyleyebildim. Otobüsten inip elinde bavulumla olabildiğince gürültü yaparak fakülteye doğru yürümeye başladım. Yolda dönüp bana bakanlara hiç aldırmadım. Bavulla geldiğim için değil, çoğu öğrenci bunu yapardı. Yürürken kahkahalarla güldüğüm için bakıyorlardı. Amfiden içeri girdiğimde hocam beklemekten sıkıldığı için olsa gerek arka sıralarda biriyle sohbet ediyordu. Ben ve yanımda getirdiğim bütün sesler içeri girerken kapıya doğru döndü. Bense hiçbir şey olmamış gibi kürsüye çıktım bavulu yere yatırıp açtım. İçinden sunum için hazırladığım notları ararken; “ Oooo İpek hanım biz gelmezsiniz diyorduk. Meğer siz yatıya geliyormuşsunuz.” Eğildiğim yerden arkamı dönüp gülümseyerek bakarken “yaaa hocam, bu kinayeli lafları duymak için kaç saat özlemle bekledim bir bilseniz “ dedim içimden :) *Delâl: Narin, nazlı, değerli,kıymetli
··
128 görüntüleme
Muzaffer Akar okurunun profil resmi
Müthiş bir deneme olmuş, eline sağlık. Çok yeteneklisin devamlarını bekliyoruz.
İpek Demirer okurunun profil resmi
Teşekkür ederim 🙏 Bizde bir gezi yazısı bekliyoruz artık 😊
Hercaiokumalar /Ayşe okurunun profil resmi
Her zamanki gibi akıcı, keyifli bir deneme, yüreğinize sağlık İpek Hanım. Somut bir olaydan, gideceğiniz yere varamamış olmaktan doğan sıkıntıdan yola çıkarak soyut bir çıkarım yapmışsınız ki -bir yere varmakta zorlanmak ya da varamamak- bunu ayrıca cok sevdim. Yazınız bana yolda olmayı, her yolculukta kendinden bir parça bırakmayı ve yollarda yeni bir bene doğru yol almayı çağrıştırdı...Tekrar emeğinize sağlık.
İpek Demirer okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. Beğeneceğiniz şekilde ifade edebildiysem bunları ne mutlu bana :)
Fatih Karakaya okurunun profil resmi
O otobüse ben de bindim, o kadın benim de dikkatimi çekti, muavin öyle umursamaz ki bir su bile getirmedi. Belki de anlatı çok çabuk bitti, okuyanı içine aldı, muavin de daldı, suyu unuttu, Sivas'ı unuttu. Neyse ki sonunda gidilen yere zor bela da olsa varıldı da ben de birazı histerik, birazı içten bir kahkaha patlattım. Elinize sağlık :)
İpek Demirer okurunun profil resmi
Teşekkür ederim :) Hiç birinizde uyandırmıyorsunuz :D
2 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.