Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Yeraltı Yangınları
Küçük kız çocuklarını diri diri toprağa gömen yeni bir cahiliye devrine doğru mu gidiyoruz? Bir toplumda aklıselimin kaybolmaya yüz tuttuğunu ihbar eden en ibretlik manzaralarla karşı karşıyayız: Kötülük sanki gücünü ispat etmek için en masumlarımızı kendine kurban seçiyor! Bu vahşeti yapanlar insan olamaz!” dedi öfkeyle biri. “Zaten bu zamanda kimin insan olmak gibi bir derdi var?” dedi sadece diğeri. Bu insanlık dışı halleri anlamak için en uç, en insanlık dışı, en akla izana sığmaz hadiselere bakarsak yanılırız. Bu vahşet tabloları, yer altındaki cehennemî yangının yol bulup yeryüzüne çıktığı küçük volkanik sızıntıları gözler önüne seriyor sadece. Öfkeliyiz, “Vahşet işleyenlere ölüm!” çağrıları yapıyoruz. Bu canilerin, canilikleri ile birlikte hayatımızdan bir an önce silinip gitmelerini istiyoruz. Çünkü bu acımasız katiller yaşadığımız hayatın derin yangınlarını görünür hale getiriyor. Her şey güllük gülistanlıkmış da, bu caniler her şeyi berbat ediyormuş gibi davranıyoruz. Sanki en ufak sebepten küfür kıyamet kavgaya tutuşan, en basit meseleleri bile birbirine hakaret etmeden sürdüremeyen, her mecliste birbiri hakkında ileri geri konuşan, her mecrada 7/24 başkaları hakkında gıybet, karalama, aşağılama, itibar suikastı, kişilik linçi ve saire yapan insanlar bizler değilmişiz gibi başımızı kuma gömüyoruz. Ne kadar katılaştığımız, hayatı ne kadar sevgisizce yaşadığımız aşikar değil mi? Birbirini muhabbetle seven, birbirinin iyiliğini düşünen, en ufak meselelerde bile birbirinin hakkını hukukunu gözeten, kardeşlik hukukuna riayet eden, meselelerini suhuletle çözen, diğerkâmlığı kendine yurt edinen, etrafına güzellik, incelik, iyilik yayan insanlar mıyız? Hepimiz öyleymişiz gibi davranıyoruz ama kaçımız gerçekten öyleyiz? Bu insafını yitirmiş canilerin, bu gözü dönmüş katillerin her biri bir infilakı resmediyor. Onlarla uğraşarak meseleleri ötelersek, bu infilakları doğuran basıncı neyin beslediğini ıskalarız. Bırakalım bu canilerle yargı ve psikiyatri ilgilensin. Biz işin membaına bakalım. Pervasızca yapıp ettiklerimizin, rutin haline getirdiğimiz gerilim gündeliklerinin, sıradanlaşan kıyıcılığın hayatın dokusunda neler biriktirdiğiyle hepimiz yüzleşmek zorundayız. Her vahşi cinayet sonrası “Çocuklarımızı koruyamıyoruz” tekerlemesi paylaşmak, klavye tabiriyle “duyarlılık kasmak” hiç bir işe yaramıyor, çocuklarımızı nelerden koruyamadığımızı, aramızdaki sevgi bağlarının neden ve nasıl zayıfladığını anlamaya çalışalım. “Bugün artık sadece şu duyguların çekim gücü kaldı: Nefret, tiksinti, alerji, iğrenme, hayal kırıklığı, bulantı, antipati, bıkkınlık. Artık insanlar neyi istediklerini bilmiyor. Neyi istemediklerinden daha eminler. Günümüzün süreçleri red, soğukluk, sevgisizlik, alerji duygusu. Nefret de bu tepkisel boşalmaya, içindekini dışa atmaya yönelik paradigmanın bir parçası: Reddediyorum, istemiyorum, uzlaşmıyorum” diyor Jean Baudrillard. Biz yazık ki birbirimizi sevmemiz gerektiği gibi sevmiyoruz. Birbirimizin olması gerektiği kadar dostu olamıyoruz. Birbirimizin gönül hoşluğu olmaktan çok, derdi tasası oluyoruz. Birbirimizin felahı, ferahlığı değil, gafleti, sıkıntısı oluyoruz. Çözümü değil, düğümü oluyoruz. Birbirimizin yıldızlı gecesi değil, zifiri karanlığı oluyoruz. Ufku, ummanı değil, dipsiz kuyusu oluyoruz. Sevdası değil, belası oluyoruz. İnşası değil, yıkımı oluyoruz. Dinginliği değil, girdabı oluyoruz. Biz çoğu zaman birbirimizin cenneti değil, cehennemi oluyoruz. Efendimiz (SAV): “Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız” buyuruyor. Yani neymiş? Müminin mümini sevmesi imanın şartıymış! Birbirini sevmeyenler, Allah muhafaza, mümin de olamazmış! “Can almakla çözülmez hiçbir düğüm” dedi meczup, “can vermekle çözülür!” - Gökhan Özcan
··
13 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.