Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Eller
Ben bir pasifistim. Anarşist değil, liberteryen pasifistim. Bu seçtiğim varoluş fikrimi siz değerli okur dostlarımla paylaştığım, paylaşabildiğim için de mutluyum. Stefan Zweig gibi düşünürüm bu konuda. Stefan Zweig, Yahudi olmasına karşın, tıpkı Kafka gibi Siyonizm’in açık bir destekçisi olmamıştır. Her insan doğduğunda birtakım kimliklerle gelir dünyaya. Milleti, dini gibi…Herkes kadar, kendi milletine, dinine karşı sevgi, bağlılık ve ortaklık duygusu hissetmek farklı ve kabul edersiniz ki; doğal bir şeydir. Ama problem, bu aidiyetten şiddet devşirip aidiyeti farklı olanlara hayatı zehir etmek, yani şiddettir. Şimdilerde askerde ya değerli
Oğuz Aktürk
Oğuz Aktürk
, onu hatırladım ya, ona ithaf etmek istedim bu öykümü. Hele şu linki bir tıklayın. Okurken dinleyin. youtube.com/watch?v=MmdzIWZ... ELLER Bir beş yıl sonra geldi abimin eşyaları Almanya’dan. Aynı restoranda çalışan bir Yugoslav adam getirdi. Aslında getirecek çok tanıdığımız vardı. Ama adam elinde tutmuş, imkân bulduğu ilk zamanda da getirmişti. Genç öldü abim. Bir kasırga gibi darmadağın etti hayatımızı. Geride kalanlar ancak toparlanıyorduk. Babam hariç. Önce konuşmayı sonra evin yolunu unuttu. Ufak ufak oldu bu unutmalar. Kaybetmeler. İki yıl içinde kendini de. Vasiyeti abimin yanıymış. Yemin verdi annem. Yer bulamadık yanında ama. Mezarlık da farklıydı zaten. Vasiyetler, sözler. Olmadı, tutamadık. Eşyaları daha önce hiç görmediğim bir bavula özenle yerleştirilmiş. Sanki öleceğini bilmiş, tüm eşyalarını alışıldık titizliğiyle katlamıştı. Temizlerdi bir de. Her kimse biri yıkamış olmalı. Aynı deterjan, aynı koku. Duygu tellerim titreşmedi. Bir kış günü gelmişliğinin üstünden çok zaman geçti. Bavulunu yerleştiriyordum. Bu kokuydu işte. Daha önce bilmediğim bu koku abimin kokusu gibi yerleşmişti kafama. O gittikten aylar sonra kendi çamaşırlarımdan aynı kokuyu aldım. Onun deterjanları burada da üretilmeye başlanmış. Çamaşırlarım abim gibi kokuyordu. Abimi getirdiler. Nasıl bir duygu bu anlatamam. Dudaklarım titremeye, gözlerim dolmaya, kafamda peş peşe filmler oynamaya başlardı. Değişik yer ve zamanlarda kaydettiğim. Abim, ben ve İstanbul. Bu duygu çok sürmedi ama. Artık her şey her yerde. Çabuk sıradanlaştı. Komşularda bile aynı deterjan. Sanki bir el sinemamı yıktı, filmlerimi talan etti. Abimle koku üstünden kurduğum bağ zayıfladı. Koptu sonra. Çamaşırların kokusuna hüzünlenemez oldum. Abim gelmez oldu. Neyin ölümüyse artık. Kanıksamak gibi. Hayat ne garip. İnsan en yenilmez yutulmaz sandığı şeyleri gün geliyor kucağında buluveriyor. Annemin komşu komşu gezip ona kız aradığı zamanlara denk geldi ölümü. Çabuk geldi haberi. Öncesinde dedikoduları vardı zaten. Sonra ölümü. Trafik kazası diyorlardı. Rahmetli babam, İstanbul’dan Almanya’ya mı gidilirmiş çalışmaya, diye karşı koymuş, dinletememişti. Dedikoduları duydu mu babam, bilmem hala. Cenazesi gelmiş, eşyaları gelmemişti. Aslında kimsenin aklında yoktu eşyalar. Bizde eşyalar akla gelmez ki. Kefenle gömülür. Ölünün soykaları elde tutulmaz. Yıkanır, fakir fukaraya dağıtılır. Yugoslav adam arayıp eşyalardan söz ettiğinde şaşırmamız ondandı. Gülseren de geldi kocasıyla. Evlenip gitmesinin üstünden çok yıl geçti. Sık gelemese de telefonlaşır bizle. Aman ha abla, adam gelir gelmez beni ara, demişti. İyi ki de gelmiş. Olacakları bildiğimizden bavulu alıp benim odama götürdük. Adamcağız çok soğuk karşılandı. Ne kadar gereksiz. Sanki her şeyin suçlusu o. Ne biz ona bir şey sorduk ne de o bir şey anlattı bize. Öylece oturdu. Sessiz ve üzgün. İnce kaşlarının altında renkli gözleri kederliydi. Güzel elleri de öyle. Ben en çok güzel elli insanları severim. Ellerimi hiç sevmedim. Oysa önce ellere bakarım. Uzun ve düzgün parmaklar. Belirsiz ince damarlar. Ah teni, yumuşacıksa eğer, içim düşer. Onun ellerine bakarken aklıma geldi. Sen daha doğmamışken bile, ben senin yanındaydım, demişti abim. Neden söylediği değil, ama sözü hiç çıkmadı aklımdan. Acaba abim bunu da paylaşmış mıdır bu adamla. Almanca bilen komşu olmasa bir çay bile teklif etmeyecektik. Çayları dağıttım. Sonra da girişteki sandalyeye oturdum. Gülseren de girdi o ara odaya. İçim iyice rahatladı. Sonra söyledi, birkaç uygunsuz çamaşır varmış, aceleyle çıkarıp kendi çantasına tepmiş. Onları ne yapmıştır sonra bilmiyorum. Çöpe atmıştır herhalde. Gülseren’in gözlerine daha rahat bakabiliyorum artık. Buna da sebep insanın her şeye alışıyor olması mıdır acaba. Belki de filmlerdir. Filmlerden o kadar çok şey öğreniyorum ki. Gerçi, filmlerden öğrenilemeyecek daha ne çok şey vardır hayatta. Kim bilir. Aylar öncesinde izlemiştim televizyonda. Bir diziydi. Meksika ya da Brezilya dizisi. Karıştırırım hep. Akşamın ilk saatleriydi. Mutfaktan seslenmiş, duymamışım. Odaya geldi sonra annem, “Ne o kız, içine düşmüşsün televizyonun, ne seyrediyorsun böyle gamlı gamlı,” dedi. “Bu kız var ya,” diye filmdeki kızı göstermiş, sonra da devam etmiştim masum masum, “arkadaşının kocasına aşık ne arkadaşı ne de adam biliyor ama.” Annem, çehresini saran tiksintiyle televizyona doğru tükürmüş, “Arkadaşına düşen uçkurdan başka uçkur mu kalmamış dünyada, kanı bozuk orospu, hemen kapa bu boku, ar namus kalmadı insanlarda,” demişti. Üstüme alındım, sanki bana tükürmüştü. Kızmakta haklıydı, ama bu gerçek değildi ki. Televizyondaydı. İnsanın tabuları, asla kabul edemeyeceği şeyler vardır. Üstünde düşünmek bile ağır gelir. Bu abdestinde namazında kadını bile, böyle küfür sarf edecek kadar çileden çıkaran, işte o kabul edilemez şeydi. Yüz kere tövbe etti sonra. Gerçek her zaman ağır geldi anneme. O bunu hiç anlayamadı. Abimin durumunu kabul etmiş midir. Gerçi onun kabul edip etmemesi hiçbir şeyi değiştirmiyor. Sadece içi içini yiyordur. Gece gündüz düşündüğü belli. Belki de bunun için hiç açılmıyor konu. Bu evde hiç olmamış, sadece aklımızda var olmuş biri gibi. Son zamanlarda annemin iç sesini mi duymaya başladım acaba. İnsanlarda hiç susmayan bir iç sesi olurmuş. Her şeyi konuşurmuş bu iç ses. En çok da işlediği günahları, pişmanlıkları. Bir radyo programında söylemişlerdi. Bunu önceden de biliyordum ama. Daha çocukken keşfetmiştim. “Ah, bahtsız başım benim. Meğer erkek evlat yokmuş nasibimizde. Ödenecek kefaretimiz varmış. Gencecik öldü.” Evet ya, iç sesiydi duyduğum. Namazdan sonra oturup dua ettiği zamanlarda söylüyordu bunları. Sonraları fark ettim, sözler dudaklarının arasından mırıltıyla çıkıyordu. Nasıl olsa benden başka duyan yok diye mi rahattı. Bilmem artık. Belki de annem iç sesini zapt edemiyor. Sözler kendiliğinden dökülüyordur. Artık evlenmemi de istemiyor. Açıkça söylemedi ama hissediyorum. Bir bekar kızı varmış gibi değil. Teklifleri tamamen rafa kaldırdı. Teklif de yok ya. Acuze olacaksın kız, da demiyor. Ömrüne ortak seçti beni. Kim bakar ki ona bu saatten sonra. Acaba onca yıl sonra bavulu getirmesine sebep neydi ki. Vefa mı. İçindeki sızı da yas da bitmiştir. Ya da ne bileyim, Yugoslav da olsa, yaşadıklarının pişmanlığı mı? Bir radyo programında söylemişlerdi yine. Zaten, artık bildiğim her şeyi ya radyodan ya da televizyondan öğreniyorum. İnsanın sığınabileceği tek bir yer vardır, diyordu. Kendi içimizde bir yer. Kendimizden başka hiç kimsenin ulaşamayacağı ve tahrip edemeyeceği bir yer. Bu yere ulaşmanın yolu diye, bir yığın şey anlatmışlardı. Ben bu yerin içimin neresinde olduğunu bir türlü anlayamadım. Âşık olun diyordu, sevin. Karşılıksız sevin. Yakaladığınız minicik bir güzellik bile olsa, içinizdeki o yere gönderin. Orada büyüyecek, sığmayacak oraya, taşacak. Ve bu güzellik sizi ele geçirecek. Karşı koymayın, besleyin onu. Mutluluk budur işte, diyordu. Ellerine bırakın kendinizi. Ben hiç âşık olmadım. Oldum da, radyoda bir sesti o. Geçti gitti. Artık daha çok televizyona bakıyoruz. Hayatımız sıkıcı. Önemsiz şeylerle dolu. Yaşadıklarımız sahte aslında. Gerçi yaşayan yaşıyor. Gece gündüz gösteriyor televizyon. Bize nasip değil. İçimdeki o yer yok olmadı belki, ama çok şeyim virane oldu. O gün, Yugoslav adam güzel elleriyle ayakkabılarını giymeye çalışırken kocası da Gülseren’e yardım ediyordu. Şefkatli kocaymış. Mahalledeki o kadar kız arasından Gülseren’i istemişti. Gülseren de, olmaz demedi. Üst sokaktan birine aşıktı halbuki. O ellerin güzel olduğunu fark etmemişti oysa. Ben söyledim. Beni bırakıp gitti. Yoksa Gülseren’e âşık olduktan sonra mı fark etmiştim ben de. Kollarını Gülseren’in boynuna doladı. Sonra o ellerle sırtını okşadı. İlk defa o an, içimdeki teslimiyet duygusu kıskançlık duygumun önüne geçti. Gerçi acelesi yoktu onun. Benim evlenmemi bekleyebilirdi. On dokuzundaydı daha. Olsun, ne yapalım. Mutlu olsun, o bana yeter. Uzun, koyu kahverengidir Gülseren’in saçları. Yüzü çok güzeldir. Yanaklarını perçemleriyle gizler. Kocası kıskanır diye yapar bunu. Gözlerinin kahve mi ela mı olduğu ilk bakışta anlaşılmaz. Menevişlidir. Dolgun kalçaları huzursuzdur her daim. Allaha ısmarladık, diyordu Gülseren’in o güzel sesi, Allaha ısmarladık ablam. Dalmışım. Benim sesim de böyle güzel olsaydı keşke. Belki o zaman beni de sevecek güzel eller olurdu. Her şeye alışıyor insan. Öyle bir zaman geliyor ki, kendine çok uzak, hatta günah bildiğin şeyler sıradanlaşıyor. Sıradan olmasa da, dedim ya işte, alışıyor insan. Abim ve bu Yugoslav adamın beraber yaşamış olmalarına alışmam da böyle bir şeydi. İçeri, televizyonun olduğu odaya geçtim. Bugün sanki omuzlarımdan büyük bir yük kalkmıştı. Artık dürtemeyecekti şeytan beni. Ne kaldıysa miras, işte onu kabullendiğimi fark ettim. Ne öğretildiyse işte. Neye doğru dendiyse. İtiraz mutsuz ediyor insanı. Üstelik televizyonda en sevdiğim dizi başlamış. Sıkılmam da artık. Neşelendim. Gözbebeklerim büyümüş olmalı. Büyürmüş gözbebekler. Gönlümden haykırmak geldi. Haykırdım da, “İçinde hüzün olmayan sevinçler mutlu etmez beni,” dedim. “Amaaan, başka el mi yok.” Annem duymadı. Mırıl mırıl abimle konuşuyordu. “Kanımız bozuk değil bizim.” Not: Yahu şu göz bebek var ya, bitişik mi yazılır, ayrı mı? Neden?
··
332 görüntüleme
Erhan okurunun profil resmi
Elinize sağlık Metin Hocam, ince ince dokumuşsun hikayeyi, çok güzel olmuş gerçekten- Başta cinsiyet karmaşasına girsem de, sonlara doğru ve ikinci okuyuşta nihayet aldım her şeyi. (Hala Gülseren'in kim olduğunu tam olarak çözememiş olabilirim gerçi). İkizler mi anlayamadım ama ikiz de güzel giderdi hikayeye. Hikayeyi güzelleştiren ayrıntılar da var bolca, ben senin hikayelerini okumuyor muydum böyle detaylı- yoksa yeni yeni mi fark etmeye başlıyorum bazı şeyleri. Baştan başlayacağım demek ki külliyatına artık.
Metin T. okurunun profil resmi
Aşk olsun Erhancığım. 7. paragrafı kaçırdın mı? :))) Güzel sözlerin için müteşekkirim.
1 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Ayşe okurunun profil resmi
Birleşik yazılır metin hocam hem iki sözcükten meydana geldiği için hem de biri kullanımda anlamını artık yitirdiği için.
Metin T. okurunun profil resmi
TDK iki versiyonu da doğru buluyor. Kafayı mı yemiş bunlar, yoksa ben mi anlayamadım? Teşekkür ederim.
3 sonraki yanıtı göster
İpek Demirer okurunun profil resmi
Kafam iyi bi karıştı ama sonunda toparladım anladım. “İçinde hüzün olmayan sevinçler mutlu etmez beni.” Kalemine emeğinine sağlık Metin hocam :)
Metin T. okurunun profil resmi
Var ol İpek Kamuran. Teşekkür ederim.
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.