Önce, tüm gördüğümüz bir boşluktan ibarettir;
sonsuz karanlık bir gökyüzü, evrenin meşum ve
dipsiz kuyusu, uzayın koordinatlarını bildiren soyut
noktalar olarak sağa sola saçılmış parıldayan yıldızlar,
sanal nesneler; derken birdenbire adeta stereofonik
bir sistemden, sanki derinlerimizdeki arka fondan
gelen olağanüstü bir ses işitiriz. Bu ses, sesin kaynağı
olan görsel bir nesneyle buluşur; Titanik’in uzaydaki
emsali, devasa bir uzay gemisi ekran gerçekliğinin
çerçevesinden muzaffer bir edayla içeri girer. Bu
nesne-Şey’in gerçekliğe fırlatılan bir parçamız olarak
sunulduğu aşikârdır. Devasa Şey’in sahneye davetsiz
girmesi ferahlık getirir ve adeta boşluk korkusunu,
evrenin sonsuz boşluğuna gözümüzü dikip bakmanın
yarattığı endişeyi ortadan kaldırır.