Gönderi

Çok Okuyan Değil Eleştirel Okuyan Bilir
Çok kitap okuduğu halde düşünce anlamında sığ kalmış insanlar vardır. Bir dönem bakarsınız bir kişiyi kendisine önder edinip papağan gibi onun sözlerini tekrarlar, bir başka dönemse farklı bir kişinin peşine düşüp bu sefer onun düşüncelerini tekrarlamaya başlar. Duyduğuna hemen inanan, bir fikri körü körüne savunabilen, düşünceleri arasında tutarlılık olmayan bu türden insanların sorunu çok kitap okumalarına karşın eleştirel okuma yetisi kazanamamış olmalarıdır. Emin Özdemir’in ‘Eleştirel Okuma’kitabı bir yandan okuryazar olmakla okur olmak arasındaki farkı anlatırken diğer yandan nasıl bir gözle okumanız, ne tür bir çaba göstermeniz gerektiği konusunda çok çarpıcı bilgiler veren bir başvuru kitabı. Belki eğitim sistemimizin, belki de ailelerimizin bizi sorgulayan insanlar olarak yetiştirmemesinden dolayı yetişkin düzeyine gelmiş insanların bile kitaplarda veya gazetelerde yazanları eleştirel bir süzgeçten geçirmeden okuduğuna tanık olmuşsunuzdur. Emin Özdemir’in Eleştirel Okuma kitabı, bu türden bir okuryazarlıktan gerçek bir okurluğa geçmek için kolları sıvayan kişiye hazine değerinde bilgiler sunuyor. Eğer okumayı seviyorsanız, ‘Eleştirel Okuma’, kitaplığınızdaki her kitaptan daha önde olması gereken bir kitap. Kitap “Okumayı öğrenmek sanatların en gücüdür” diyen Goethe’den bir alıntıyla başlıyor.  Ardından Bacon’ın bir denemesiyle konuya giriyoruz: “Okuyorsan ne karşındakileri susturmak, bilgiçlik satmak için, ne her okuduğuna körü körüne inanmak, ne de konuşmalarına konu olmak için ama incelemek, düşünmek için oku.” Kitap eleştirel okumayı bilmeyen kişiler için tuzaklarla dolu. Size önce Sabahattin Eyuboğlu’nun dostlukla ilgili bir denemesini veriyor Özdemir. Eyuboğlu güzel Türkçesiyle çıkarlardan arındırılmış bir dostluğun yaşamın ana amacı olduğunu anlatıyor. En sonunda “Dostluk olmayan yerde hiçbir insanca değerin gelişebileceğine inanmıyorum” diyecek kadar dostluğu yüceltiyor Eyuboğlu. Verdiği örnekleri de düşününce Eyuboğlu’na hak veriyorsunuz. Sonra Salâh Birsel’den gene dostluk üzerine bir metin çıkıyor karşınıza. Şöyle diyor Birsel: ”Parababalarının dostu vardır, cebideliklerin, atletlerin, adembabaların, ölüp ölüp dirilenlerin, kapı baca açık yatanların, yüreğine ateş düşenlerin, canını dişine takanların, yüzüstü bırakılanların, meydan dayağı yiyenlerin, bastıbacakların yoktur. Kalantorların dostu vardır, sıfırı tüketmişlerin yoktur.” Dostlukların zaman içinde sıkıcı bir hal alabileceğini anlatan Birsel görüş ayrılıkları, yaşama biçimleri gibi nedenlerden zamanla dostların birbirine yabancılaştığını söyledikten sonra Marcel Proust’un bir sözüyle kapatıyor perdeyi “Benim dostluklarla yitirilecek vaktim yoktur”. Dostlukla ilgili ilk düşünceleriniz biraz sallanmaya başladı. Hadi gerçeği söyleyelim, Birsel’in dostlukla ilgili yazdıklarını daha gerçekçi buldunuz. Şu anda iki metne de biraz mesafeli bakıyorsunuz. Çünkü birine doğru deseniz, öbürü yanlış olacak. Emin Özdemir işi bu noktada da bırakmıyor. Karşınıza Oktay Akbal’ın olgunluk döneminden bir yazı çıkartıyor. Akbal çıkar ve para ilişkileri yüzünden dostlukların çağımızda azaldığını söyleyerek şöyle bitiriyor yazısını: “Önemli olan şu, tek bir dostunuz bile varsa, bilin değerini. Küçük çıkarlar, geçici amaçlar için bozuk para gibi harcamayın. “Dünyada dost vardır” ilkesini yaratmaya çalışın. Gücünüzün yettiğince.” Özdemir sorgulamaya alışmamış, her okuduğunu gerçek sanan bir kişiyi öylesi bir ikilemin içine bırakıyor ki kişinin bu metinler arasında ilişki kurmaması, soru sormaması olanaksız. Farkına varmadan dostluk üzerine tez, karşı tez ve sentez olabilecek üç görüşü karşınızda bulup karşılaştırmalar yapmaya, metinleri eleştirel bir gözle yeniden okumaya başlıyorsunuz.
·
4 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.