Gönderi

KALUBELADAN BERİ isimli yazıdan
Oysa, bazı şeyleri saklamak, anlatma sanatının en eski özelliklerinden biridir. Anlatıcı dediğimiz kimse, tâ kalubeladan beri, anlatacaklarının büyük bölümünü gizleyebildiği (dilaltı edebildiği) sürece kendini dinletebilmiştir ve bu nedenle bütün soylu hikâyeler, görünen içerikle gizli içeriğin toplamından oluşur. Başka bir ifadeyle, zamana meydan okuya okuya yüzyılların gerisinden süzülerek ilk günkü tazelikleriyle bize kadar ulaşan hikâyeler, içlerindeki her şeyi bir şeye dayandırıp bolca açıklamalarda bulunan hikâyeler değil, yapılarında karanlık noktalar barındıran hikâyelerdir. Söylemeye gerek bile yok, zaten, karanlık noktası olmayan bir hikâyenin ömrü, eğer son cümlesine kadar tahammül edilebilirse, ancak bir okumalıktır. Nurdan Gürbilek tarafından yayına hazırlanıp Son Bakışta Aşk adıyla yayımlanan seçme yazılarının “Hikâye Anlatıcısı” başlıklı bölümünde Walter Benjamin, “Aslında, hikâyeyi açıklama katmadan anlatabilmek, anlatma sanatının yarısı eder,” der. Ardından da, buna örnek olsun diye, Yunanlıların ilk hikâyecisi sayılan Herodotos’un bir hikâyesinden söz eder. Mısır firavunu Psammetikos, Pers kralı Kambyses’e yenilip esir düşer bu hikâyede. Savaşın sonunda, galibiyetinin tadım çıkarmak isteyen Pers kralı, firavunu olabildiğince aşağılamak için birtakım şeyler planlar. Sonra da, onun zafer alayının geçeceği yola götürülmesini emreder. Firavun burada, önce kızını hizmetçi olarak, elindeki testiyle kuyuya doğru giderken görür. Bu akıl almaz manzara karşısında bütün Mısırlılar dövünüp ağlarken, firavun kılını bile kıpırdatmadan, taş gibi öylece durur. Derken, cellatlar tarafından idam sehpasına götürülen oğlunu görür ve yine tepki göstermez. Gelgelelim, bütün bunlardan sonra, esirler arasında itilip kakılan yaşlı hizmetkârını görünce firavun kendini tutamaz ve birdenbire ağlamaya başlar. Herodotos, bu davranışın temelinde yatan nedeni okura açıklamaz. Montaigne, bu hikâyenin yazılışından neredeyse 2000 yıl sonra, firavunun neden sadece hizmetkârım görünce dövünüp ağladığını düşünür ve bunu, “O kadar kederliydi ki, kederindeki ufacık bir artış, duygularını zaptedememesine yetmişti,” diye açıklar. Walter Benjamin de, Montaigne’in açıklamasından yaklaşık 400 yıl sonra, hikâyedeki bu karanlık nokta hakkında farklı açıklamalarda bulunur. “Kendi soyundan olanların yazgısı firavunu etkilemez, çünkü bu onun kendi yazgısıdır,” der sözgelimi. Ya da: “Gerçek hayatta kayıtsız kaldığımız şeyleri sahnede görmek etkiler bizi. Firavun için hizmetkârı yalnızca bir oyuncudur,” der. Ya da: “Kederin büyüklüğü tıkar insanı ve ancak bir gevşemeyle birlikte dışa vurulabilir. Hizmetkârın görülmesi, bu gevşeme ânıdır,” der. Yuvarlak hesapla, Walter Benjamin’den 60, Montaigne’den 460, hikâyenin yazılışından da 2460 yıl sonra, hiç kuşkusuz, olaya değişik açılardan bakarak, firavunun davranışını biz de başka türlü açıklayabiliriz. Firavunu en çok kendi yaşına yakın olan insanın düştüğü durum etkilemiştir, diyebiliriz sözgelimi. Ya da, gözlerinin önünde cereyan eden bu dehşet verici görüntüler yüzünden firavun aklını yitirme noktasına gelmiştir de, son bir gayretle, aslında gördüklerinin hepsine birden ağlamıştır, diyebiliriz. Ya da, itilip kakılan yaşlı hizmetkârının görüntüsünde kendi geleceğinin siluetini görmüştür de, o sırada hizmetkârı için değil, düpedüz kendisi için ağlamıştır, diyebiliriz. Biz böyle dedikçe, Herodotos da, yazmadığı bir cümle karşılığında, 2460 yıl sonra bile birçok cümle yazmış olur tabii.
··
7 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.