Gönderi

Tom Daniel Hamilton 2 (Öykü Denemesi)
Tom Daniel Hamilton 1: #32524345 (Bu yazdığım hikâye, diğer hikâyenin devamı niteliğinde olup, bir nevi bir ara hikâyedir. Yani, A'dan B'ye geçişin evresini anlatmış gibi oldum. Eleştirilerinizi bekliyorum, sevgiler.) Tom Daniel Hamilton 2 Zilzurna sarhoştu. Issız sokakta sendeleye sendeleye yürüyor, 25 metre sonraki markete doğru ağır adımlarla ilerliyordu. Karavanı geride kalmıştı. Yürümek ve serin hava ona iyi gelir diye, karavanından ayrılıp kalan yolu yürüyerek gitmeye karar vermişti. Ağaçların örttüğü ırmaktan gelen serin hava, Hamilton'un yüzünü yalıyor, her rüzgar esişinde büyük bir rahatlama duyuyordu. Kuzey Dağları'nda gece yarısını geçirmiş, ardından  New Hampshire'daki küçük kasabasındaki  evine doğru yola koyulmuştu. Otoyol üzerindeki bir benzinciden aldığı biralarla, dağın zirvesinde kendini gökyüzüne teslim etmiş, dönüş yolculuğunda da, bira içmeye devam etmişti. Yol boş olduğundan, rahat bir şekilde yolculuğunu sürdürüyordu. I-95 otoyoluna geldiği vakit, birası bitmiş, hem dinlenmek için hem de yeni bira almak için markete doğru yola koyulmuştu. Şu anda, boş sokaklarda ağır ağır ilerliyordu.  Nihayet markete varıp da, giriş kapısından içeri girdiğinde, içeride çalışan klima yüzünden soğuk olan hava, düşmesine neden oldu. El yordamıyla kalktı ve kasaya doğru yürüdü. Market küçük olduğundan, sadece 1 çalışan vardı. "Tuborg Special lütfen..." Kasiyer, ona birayı uzattı, Hamilton da parayı ödedi, iyi geceler dileyip, karavanına doğru yola koyuldu. Şoför koltuğunda yığıldı kaldı; bir yandan birasını içiyor, bir yandan da dışarıyı seyrediyordu. Hava rüzgârlı olduğundan, yapraklar hışırdıyor, insanı ürküten sesler çıkarıyordu. Hamilton o gece orada sızmış kalmıştı. Güneş dağların arasından çıkmış, zifiri karanlıkta yakılan fener gibi, gökyüzünü aydınlatıyordu. "Lanet olsun...ancak öğlene doğru hastaneye varabilirim... o koca yağ torbası yine söylenip duracak... pislik herif..." Hamilton, artık tek tük arabayla dolmuş olan yolda, sağ şeritten yavaş yavaş ilerliyor, ve aniden önüne çıkan araçları kornayla uyarıyordu. Korna sesi, karavanın yarı açık olan penceresinden süzülüp, göğe karışıyordu. Birden başı zonklamaya başladı. En yakın yerde sağa çekti, kontağı çevirdi, ve karavanın ağır ağır susan motorunun sesini dinledi. Akşamdan kalmaydı. Albert amcası böyle derdi. Albert Ullman, Hamilton, teyzesiyle yaşarken ara ara evlerine gelen adamdı; kim olduğunu bilmiyordu. O odasında ders çalışırken, bir keresinde kulak misafiri olmuştu konuşulanlara. Albert amcası, eliyle başını ovalayarak "yine akşamdan kalmalık..." diye söylenip duruyordu. Lise çağında olmasına rağmen, o zamanlar bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu. Sonraları, teyzesine sormuş, o da "akşam içip sızmanın ertesi güne etkisi..." demişti. Nihayet, New Hampshire'a 30 kilometre kala kendine gelebilmişti. New Hampshire'dan Kuzey Dağları 150 kilometre uzaktaydı. Artık güneş yavaş yavaş tepelerinde dikilmeye başlamış, kavurucu yaz sıcağı başlamıştı. Torpidoya uzanıp telefonunu aldı, ve saatin 09.30 olduğunu gördü. Hiç durmadan yoluna devam etse, 10.20'a kadar eve varırdı, eve gidince bir duş alır, ağrı kesici atar, 1-2 saat dinlenip, ardından hastaneye giderdi. Onun bölümünün şefi olan Dick Stuart'a ne hesap vereceğini düşündü. Hayır, hesap vermeyecekti. Düpedüz, "o gün işe gelmek istemedim," diyecekti; ve muhtemelen bugünkü gecikmeden dolayı,  gece vardiyasına kalacaktı, dün gelmediği için de maaşından kesilecekti. "Amaaan..." dedi, "şimdi onu düşünecek değilim..." ** Nihayet evine ulaştı. Karavanı evin önüne park edip, evin giriş kapısına doğru yürümeye başladı. Saatine baktı: 10.17 umduğundan erken gelmişti. Anahtarı kilide soktu, çevirdi, ve evin kendine has havasıyla karşılaştı. Spor ayakkabısını ayakkabılığa kaldırdı, ardından kapıyı kapatıp duşa doğru yöneldi. Ding dong... ding dong... irkilerek uyandı. Bir güzel duş almış, sonra birkaç şey atıştırıp uyumuştu. Uyku mahmuruyla saate baktı: 14.35 "Aman Tanrım..." El yordamıyla ayaklarına terliği geçirip, kapıya doğru yöneldi. Hiç yakın arkadaşı yoktu, sosyal bir insan da değildi. Kim gelmişti ki? Kapıyı açtığında, karşısında koyu gür saçlı, atletik yapılı, uzun boylu meslektaşı Marc duruyordu. Aslen Fransızdı. "Hey, ahbap nerelerdeydin? Şef sana bakmamı söyledi... başına bir şey gelmiş olduğundan korktuk..." Kesin öyledir, diye düşündü ama bunu belli etmemeye çalıştı, gözlerini ovaladı, ve mutlu bir gülümseme takındı. "Kendime 24 saat ayırmak istedim. Öğlene doğru hastanede olmayı planlıyordum ama uyuyup kalmışım..." "Şef senin hemen hastaneye gelmeni söyledi... bilirsin... şef... neyse, işte, fazla oyalanmadan hastanede ol..." Kapıyı kapattı, ve birkaç dakika kapıya dayanıp bekledi. Ne pislik adamdı şu şef... resmen kapitalist düzenin bir kölesiydi... soot oltodo horkos borodo olocok, olmoyonon mooşono kosorom... Elini yüzünü yıkamak üzere lavaboya gitti, üstüne iş üniformasını geçirip, hastaneye doğru yola çıktı. ** Önce birkaç yüz metre ilerdeki araba kiralayacısına karavanı teslim etmiş, oradan da hastaneye doğru yürümeye başlamıştı. Nihayet hastaneye ulaşmış, şefin odasına doğru yola koyulmuştu. Yüzüne geniş halkla ilişkiler gülümsemesi takınmış, iş arkadaşlarına "Merhaba..." diye selam veriyordu. Üstünde "Bölüm Başkanı Dick Stuart" yazan kapıyı açıp, içeri girdi. Dick Stuart, sandalyesinde arkasına yaşlanmış, sandalye şefin ağırlığının altından gıcırdıyor ve o da bir parmağını ağzına götürmüş Hamilton'a otur işareti yapıyordu. Tom Hamilton denileni yaptı, ve koyu deri koltuğu oturdu. "Tom... neyin var senin? 1 haftadır iyi görünmüyordun... dün de gelmedin..." "Şef... sadece kendime biraz süre tanımak istedim... son bir haftadır neyim var bilmiyorum ama kendimi iyi hissetmiyordum ve ben de 1 günü kendime ayırayım dedim... aslında, öğlene doğru gelmeyi planlamıştım, ama uyuya kal-" "Tamam, tamam... bunları dinlemeye gerek yok... bu seferlik maaşından kesmeyeceğim, ama bu gece acil serviste kalıp, hastalarla ilgileneceksin... anlaştık mı?" Hamilton kafasını salladı. "Hadi şimdi işinin başına..." Hamilton denileni yaptı, ve aslında umduğu kadar da kötü geçmediğini düşünüyordu. Onun asistanı olan Sally, hastanın raporunu okuyor, Hamilton da bir yandan hastayla ilgileniyor, bir yandan da dinliyordu. "Durumu ağır... Geçen gece, oğlunu kurtarayım derken o da oğluyla birlikte balkondan atlamış, son dakika oğlunu tutmuş, oğlanın burnu bile kanamamışken, babanın kaburga kemikleri neredeyse tamamen kırılmış. Felç kalma ihtimali büyük. Akciğerde de büyük tahribat var." [1] Hamilton elleri önlüğünün cebinde, üzüntülü bir şekilde başını sallıyordu. "Baksana şu kadına...hâlâ babayı suçluyor... neymiş, oğlunun atlamasının sebebi oymuş... adam, oğlu için hayatını feda ediyor, kadın hâlâ adamı suçluyor..." Hastanın oğlu ve karısı odanın dışında olmasına rağmen, kısık sesle söylemişti bunları Sally. "Pekâlâ... hastanın eşini çağır..." Hastanın eşi, çekingen bir tavırla odaya girdi. "Bayan Touman... Eşiniz, oğlunuz için bir saniye bile tereddüt etmeden, arkasından atlıyor. Şimdi, sizin onu suçlamanız doğru mu? Hastanın durumu zaten kritik, hastanın sakinleşmesi gerekirken, siz onu paniğe sokuyorsun-" Bayan Touman, başını eşinin göğsüne gömerek, ağlamaklı bir sesle, "Ah... ben... sadece... çok özür dilerim... bir an kendimi kaybettim..." dedi. Hamilton ve Sally, "Geçmiş olsun," diyerekten, odadan çıkıp diğer hastanın yolunu tuttular. Güneş çoktan batmaya başlamış, akşam vardiyası başlamak üzereydi. ** Hava çoktan kararmış, doktorlar ve diğer hastane görevlileri koridorlarda koşuşturup duruyordu; çünkü New Hampshire sınırında I-85 otoyolu üzerinde, zincirleme bir kaza olmuştu. Hamilton, Sally ve diğer hastane görevlileri giriş kapısından ambulansın gelmesini bekliyordu. Sonunda, ciyaklayarak gelen ambulans göründü, görevli sedyeyi çıkardı, ve sedyeyi acil servise götürürlerken, görevli hastanın durumunu rapor ediyordu: "52 yaşında... işten eve dönerken zincirleme kazaya karışmış. Karısı ve kızı onu evde bekliyorlarmış, ve az önce onlara haber verildi. Adı, Billy Freeman... İyi bir şirketin, pazarlama müdürü..." Hastayı birkaç saat süren ameliyata almışlar, kafatasındaki birkaç kırık onarılmış, karaciğerdeki tahribat da oldukça büyük olduğundan, organ nakli başvurusu verilmişti. Karısı ve kızından doku örnekleri almışlar, ama hiçbiri uyuşmamıştı. Hastanın diğer akrabalarına da haber verilmişti. Eğer uygun bir doku bulunamazsa, 1 haftaya kalmaz ölürdü hasta. Hastanın bilinci açıktı, gözleri ara sıra kapanıyor, konuşmakta güçlük çekiyor, ama Doktor Hamilton'un sorularına cevap verebiliyordu. "Daha iyi misiniz Bay Freeman?" "Ben... iyi değilim...muhtemelen uygun bir doku bulunamayacak... sezgilerim bunu söylüyor... sezgilerime güvenirim, zaten bu yüzden pazarlama müdürü olabildim..."  hafif bir öksürme, ardından devam etti: "Evlat... ben bu hayatı hep birilerinin kölesi olarak geçirdim...ve ölmeden önce tek isteğim, başkalarının böyle olmaması... eğer sen de benim söylediklerimi çocuklarına söylersen... onlar da çocuklarına söylerse... Dünya bir nebze yaşanılabilir bir yer olabilir... bu yüzden, anlatacaklarımı iyi dinle..." Birkaç dakika gözlerini kapatıp bekledi, ardından gücünü toplayıp konuşmaya başladı, Hamilton da pür dikkat dinliyordu. "Ben hep birilerinin kölesi oldum... kimin dersen... benim üstümde bulunan kişilerden... kapitalist sistemden... ama... kapitalist sistem bozulursa, Dünya'nın çarkları dönmez, isyanlar, savaş derken, Dünya iyice yaşanılamaz bir yer olur...o yüzden insanlık buna mâhkum, ama sen değil... senin çocukların da bu kapitalist sisteme köle olmaya-" Hamilton adamın sözünü kesti: Bir dakika... bütün bunları neden bana anlatıyorsun?" Yaşlı adam gülümsedi: "Senin gözlerinde bu lanet sistemden bıkışını, içinde az da olsa baş kaldırmaya meyilli bir şey olduğunu fark ettim. Sezgilerim güçlüdür demiştim sana... Muhtemelen, bu hastaneden çıkıp gitmek, kelimenin tam anlamıyla "özgürlüğüne" kavuşmak istiyorsun; ama bunu yapamıyorsun, çünkü korkuyorsun. Görüyorum ben... içinden bir şey, içinde bulunduğun sisteme baş kaldırmak istiyor... ama o çok küçük bir şey... bunu büyültebilmek, baş kaldırabilmek, yağ torbası patrona istifa belgesini yüzüne çarpıp, kapıyı ardından sertçe kapatabilmek, hayatın doyumuna ulaşabilmek, dilediğince kendine vakit ayırabilmek, ruhunu dinlendirmek... bunların hepsi senin elinde... bütün iradenle, buna inanırsan, yapabilirsin evlat..." Hamilton şaşkındı ama nedense bir zafer duygusu da duyuyordu. Adamın söylediklerine karşın, içinde bir şeyler... değişmişti... evet, değişmişti... ama, eğer bunu yaparsa... "Sen neden bahsediyorsun? Eğer bunu yaparsam, geçimimi nasıl sağlarım... para gökten yağmıyor ya..." Adam tekrar gülümsedi. "Birilerine köle olmayacağın, bağımsız olacağın bir sistem yarat kendine... hayatının merkezine her zaman kendini koy...ben sana çalışma demiyorum, ama hayatını o yağ fıçısı patronlar şekillendirmesin... ben bunu 1 hafta önce keşfettim... öyle huzurluydum ki... Hayata olan bakış açım tamamen değişti; meğer hepimiz at gözlükleri takıyormuşuz. Ben... daha fazla konuşamayacağım... unutma evlat, hayatını değiştirmen senin elinde..." Artık güçlükle konuşuyordu. Gözleri kapanıp açılıyor, ne dediği anlaşılmayan bir şeyler söyleyip duruyordu. Ardından Hamilton odadan çıktı. ** Saat sabahın 5'i. Gece vardiyası bitmiş, öğlene kadar da izinliydi. Ama aklından bir türlü adamım söyledikleri çıkmıyordu... uyumaya çalıştı, ama uyuyamadı. Anlaşılan, adamın söylediklerini değerlendiresiye kadar da uyuyamacaktı. Ne demişti adam? Kendi sistemini kendin yarat... başkalarına köle olma... hayatının merkezine kendini koy... Birkaç gün önce yaptığını düşündü. Uçurumun eşiğine uzanmış, kendini gökyüzüne teslim etmişken, kendini inanılmaz huzurlu hissetmişti. Bu tüm hayatı boyunca sürse fena olmaz mıydı? İyi de... gününün çoğu hastanede geçiyordu... hastaneden ayrılsa geçimini nasıl sağlardı? Başka bir iş bulsa, yine başladığı yere dönmüş olacaktı. Adamla daha fazla konuşmak istemiş, ama adam derin bir uykuya dalmıştı; uygun doku bulunamazsa da bir haftaya kalmaz ölürdü. Ne olmuştu bu monoton düzene? Geçinip gidiyordu işte. Ama o muhteşem 24 saat de aklımdan çıkmıyordu. Ah be adam! Ne yapacaktı? Artık önünde iki seçenek vardı. Ya o yaşlı adamın söylediklerini kâle almayacak, hayatına devam edecekti; ya da hastaneden ayrılıp, artık nasıl olacaksa kendine bir düzen kuracaktı... İlk seçenek daha mantıklı geliyordu; ama hâlâ o 24 saati düşünüyor, ikinci seçeneği de görmezden gelemiyordu. Eğer ikinci seçeneği seçerse, yeni hayatına alışması zor olacaktı. Eğer ikinci seçenek olursa, hayatının nasıl olacağını düşündü. Gününün %70'ini geçirdiği hastaneden ayrılacaktı. Ama o zaman, okuduğu seneler çöpe mi gidecekti? Doğrusu, gidebilirdi, eğer her günü o 24 saat gibi olacaksa, bir yerlere bağlı olmayacaksa, gidebilirdi. Ama hâlâ aklından şu soru çıkmıyordu: "Çalışmazsam geçimimi nasıl sağlayacağım?" Bankada birikmiş parası vardı, ama hayat boyu geçinmesine yetmezdi elbette. Biraz daha çalışıp, bu evi satıp, kendine küçük bir çiftlik kursa mıydı? Hayır, olmazdı; bu sefer de, o yaşlı emeklilerden farkı kalmazdı. O, bir şeylerin değişmesini istiyordu. Evet, bu "monoton düzene" devam etmeyecekti; kendi hayatını kendi şekillendirecekti. Başkalarına bağlı olmadan yaşayacak, baş kaldıracaktı. Evet, baş kaldıracaktı. Kendisini ilgilendiren her şeye. "Nasıl"ını sonra düşünürdü. Artık bütün benliği baş kaldırmak istiyordu. O "küçücük şey" bir sarmaşık gibi büyümüş, bütün vücudunu ele geçirmişti. Yaşamın doruğuna ulaşacaktı. Diğerleri gibi, tasması başkalarının elinde olmayacaktı. Öfkeli bir gülümseme takındı. Evet, bunu yapacaktı. Buna da, ilk iş istifa etmekle başlayacaktı. [1]Arkadaşlar, tıp bilgim yok denecek kadar az, ama bunları yıllardır bir Doktorlar izleyicisi olarak söylüyorum. Hastanın durumu da oradan aklıma geldi zaten. ~Devam edecek~
··
53 views
Esther. Sema okurunun profil resmi
Bu sefer eleştirim ilk hikayedeki işe gitmemeyi hastane olarak iş yerini belirtirsen daha iyi olur sanırım. Onun dışında çok tıp konusuna girmemen daha iyi olmuş bence. Çünkü gereksiz uzardı ve asıl verilmek istenen mesajdan sapabilirdi. Bunlar dışında gözüme çarpan ekstra bir şey göremedim kendi bakışımla. Eline sağlık bekliyoruz.:)
1 previous answer
Dobby | Q okurunun profil resmi
Aslında evet, o kısım gereksiz olmuş... ama ayrıntılara nedense önem veriyorum... birinci bölümün devamını yazmasam bence olurdu, ama bu sefer sonu bilerekten havada bıraktım, çünkü devamını yazacaktım... ama şimdi o kadar emin değilim... ikinci bölümü kaldırıp, hiç yazmamış varsayabilirim... başka bir karakter üzerinden bir seri yazabilirim, kurguyu en başından belirleyerek... anlık yazılan bir hikâye için, birden 4 bölüm olmasına karar vermek,ne kadar doğru bilmiyorum... neyse zaman gösterecek. :)
1 next answer
Arzunalbant okurunun profil resmi
Devamı var, olmalı..ilkini bıraksan da olurdu fakat bu bir " eee ne olacak, dinleyecek mi adamı, dinlmeyecek mi, adam ölecek mi yaşayacak mı " dedirtti.. Bir de "lanet"kelimesi bence basitlestiriyor kullanmasan daha iyi gibi.. Son olarak, Doktorlar'ın hala yayında olması, ve benim ilkokulda onu izlerken "beyin cerrahı" olmak isteyip sonra yok herkes Fikret'tin sözünü dinliyor en iyisi o neyse onu okuyun ben deyişim...nasıl bir çocukluk geçirdik ülke olarak :))) Kalemine sağlık :)
Dobby | Q okurunun profil resmi
Aslında, ilk hikâyeyi yazarken, devamını yazacağımı hiç düşünmüyordum... ama yazmak istedim... devam da edecek bu, ama 3. ne zaman gelir bilmem, biraz vakit alır... o küçücük şey büyüdü, bir de o hastanın sözleri eklenince, böyle bir karar verdi Hamilton :) Şimdi, lanet kelimesine tekrar bakacağım... hakli olabilirsin... Son olarak... olsun ya, Ben sever(d)im Doktorlar'ı... biri onun tüm bölümlerini izleyip doktor bile olabilir. :) Teşekkür ederim yorumların için. :)
2 next answer
Szweig okurunun profil resmi
Bir adamın yaşamından 24 saat :)))) Kapitalizme göndermelerle dolu güzel bir hikâye :) Öncelikle emeğine sağlık diğer hikayenin izlerini aradım bunda ve buldum güzel bağlamışsın. Bence bu hikâye işini ilerletmelisin. Eleştiri değil de kendi görüşlerimi söylemek istiyorum izninle :)) "Baksana şu kadına...hâlâ babayı suçluyor... neymiş, oğlunun atlamasının sebebi oymuş... adam, oğlu için hayatını feda ediyor, kadın hâlâ adamı suçluyor..." Hastanın oğlu ve karısı odanın dışında olmasına rağmen, kısık sesle söylemişti bunları Sally. "Pekâlâ... hastanın eşini çağır..." Hastanın eşi, çekingen bir tavırla odaya girdi.” Asistanın dedikodu yapmasına izin vermemeli doktor ki kaldı ki bayanı odaya çağırıp nutuk çekiyor doktor. Burda doktordan “ Sally sen işine bak!” Yanıtını beklerdim. “Hastayı birkaç saat süren ameliyata almışlar, kafatasındaki birkaç kırık onarılmış,“ Bunu anlamadım kırığı nasıl hemen onardılar. “unutma evlat, hayatını değiştirmen senin elinde..." Ardından gözlerini yumdu.” Koca bir nutuktan sonra hemen gözlerini yumması biraz şey olmuş, yerine nasıl desem “... ardından güçlükle nefes alıp vermeye başladı, biraz dinlenmek için gözlerini yumdu...” sanki daha inandırıcı gibi gibi... :)
Bi kübb okurunun profil resmi
"soot oltodo horkos borodo olocok, olmoyonon mooşono kosorom..." Bu cümleleri içimden okurken sesimi kalınlaştırarak okudum. Çok tatlı olmuş bu kısım bence :) Beni de hikâyenin bulunduğu moda soktunuz. Monoton geçen bir günümü sorguladım birden. Ayrıca asıl verilmek istenen mesaj çok anlamlı, eleştiri yapacak kadar olumsuz bir kısım da göremedim uzun olmasına rağmen gayet iyi olmuş bence kaleminize ve yüreğinize sağlık..
Dobby | Q okurunun profil resmi
Teşekkürler :) Beğenmene sevindim... O kısım benim hoşuma gitti :) Bunun da devamı gelecek, ama Hamilton'un hayatı değişeceğinden o kısmı iyi düşünemem gerek ve ne zaman gelir bilmem.. daha Hamilton'a iş bulacağız:)
1 next answer
MrsYurt okurunun profil resmi
Ambulansın cıyaklaması güldürdü
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.