Gönderi

İnadına Hz. Musa ve Gözler
Dr. Öğr. Üyesi İbrahim Barca Mûsâ, belirlediğimiz yere (Tûr’a) gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, “Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim” dedi. (Araf Suresi, 143) 8Yukarıdaki ayette kendisine yer verilmiş olan bu hadise, bundan yaklaşık 3500 yıl önce meydana gelmiş olsa da insanlarda Yüce Allah’ı somut gözlerle (basar) bizzat görme isteğinin devam etmesi anlatının evrenselliğinin bir boyutunu gözler önüne sermektedir.  İnsanların diğer canlıları somut gözlerle görme arzusunun farklı seviyelerde ve ayrı ayrı saiklerle oluştuğu bilinen bir gerçektir. Ancak somut gözlerin ruhlara habercilik ve tercümanlık hizmetlerini yapabilmesi özelliği insanların geneli için en ağırlıklı ve önemli nedenlerden biridir. Zira ruhlar, fiziki boyut tel örgüleriyle çepeçevre kuşatılmış madde-enerji hapishanesinde ancak gözler aracılığı ile nisbeten birbirlerine ulaşabiliyor, tanışıyor, özlem gideriyor, asıl vatanlarını hatırlayıp yad ediyorlar.  Hem başta gurbet ve yalnızlık kaynaklı olmak üzere yaşadıkları birçok korku, acı ve ürküntüyü de yine gözler aracılığıyla gidermeye çalışıyorlar. Bu yüzden Yüce Allah’ı da kendisi gibi bir canlı olarak tasavvur eden insanın –buna insan olan Hz. Musa da dahildir- onu da diğer canlıları gördüğü gibi somut gözleri ile görmek istemesi doğal olsa gerektir.  Mesela bazı gözler nazar eder de sağlam deveyi kazana koyar, iriyarı bir adamı mezar yolcusu kılar. Bazı gözler bakanı kendisine köle kılar ve ölümlere götürür. Bazı gözler vardır Müslüman sahibinin, Müslüman olmadığını fısıldar. Diğer bazı gözler de kafir sahibinin aslında Müslüman olduğunu açıklar. Bazı gözlerde şehvetten başka bir şey görünmezken bazı gözler anlatılamayan acıları gözyaşları ile dillendirir. Bazı gözler bakıldığında Maveraya imanı artırırken diğer bazı gözler ise kendisine nazar edene korkunç korkular yaşatır veya hiçlik karadeliklerine çeker. Bazı gözler de vardır ki, kendileri hastalanmak pahasına bir bakışıyla en amansız hastalıkları bile bir anda alıp götürebilir. Gözlerin tüm anlatılan özellikleri aslında ruhlarla olan ilişkisi ve ruhlar üzerindeki etkisinin tezahürleridir.  Belki de en büyük işkence, insanın sevmediği birisinin gözlerine bakmak zorunda bırakılmasıdır. Modern depresif rahatsızlıkların altında yatan sebeplerden biri de bu olsa gerek. Gözler utandığı, çekindiği ve nefret ettiği için bir göze bakamazken bazen de ürkme ve aşırı sevdiğinden bakamaz. Bu durumlarda da aslında görünen gözlerin arkasında ruhlar sahnededir ve gerçekleşenler de ruhların birbirleriyle aralarında veya tek taraflı gerçekleşen aksiyon veya reaksiyonlarıdır. Zira ruhlar adeta kar taneleri ve DNA’lar gibidirler. Birbirlerine benzerdirler ancak hiçbiri tam olarak birbirinin aynısı değildir.  Hz. Musa somut gözleri ile görmek istediğinde gözlerin yaratıcısını, gözlerini gözleri olmayan dağa çevirmesi emredildi. Dağ bile onun tecellisi üzerine gözü olmadığı halde tarumar olduysa, Hz. Musa somut gözleri ile kim bilir ne hale gelirdi. “Gözler yaratıcısını idrak edemez. Ama yaratıcıları gözleri idrak edebilir.” (Enam 103) Yani somut gözlerin, gözlerinin yaratıcısını kuşatacak bir gücü, yetisi ve yetkisi yoktur. Zira yaratıcı, yarattığı gözleri –tüm özellikleri ile en iyi bilendir. Bu ve benzer durumlarda somut gözleri harekete geçiren; onu etkisiz kılan veya onun etkisini olumlu veya olumsuz anlamda hisseden; elinin ulaşamadığı ve gücünün yetmediği durumlarda yardımına koşan aslında soyut gözlerdir. Kısacası ruh gözün gözüdür de. Yüce Allah’ın peygamberi olan Hz. Musa’nın Yüce Allah’ı bu denli görmek arzusunun altındayatan sebeplerden birisi, ona duyduğu sevginin artmasını istemesidir. Zira sevgi ya somut (basar) gözle ya soyut (basiret) gözle ya da her ikisinin ortaklığıyla vuku bulur.  Basireti ile Yüce Allah’ı sevmiş Musa,  diğer insanlarda olduğu gibi basar’ı ile de bu sevgiyi yaşamak ve pekiştirmek de istemiştir. Ancak o esnada -mümkün olamasa da- faraza gözle göreceğinin onun ruhunda ne denli bir sevgi yoğunluğu yaşatacağını bilmiyordu. Sonunda olan oldu ve devasa dağ bu duruma yerle yeksan olarak cevap verdi.  Hem Musa’nın –asla mümkün olmaz, olamaz ve olamayacak-  ama faraza vuku bulsaydı göreceği onu lahzasında öldürecekti. Fakat ölmesi için henüz erkendi.  Bu vakıada Yüce Allah; Hz. Musa ile ayette belirtildiği gibi hiçbir varlıkla konuşmadığı biçimde konuşmuş, ayetin devamında yani Hz. Musa’nın bu konuşmadan cesaret alarak Allah’ı görmek istemesinden sonra konuşan yine Yüce Allah’tır “Benigöremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de beni göreceksin.” Buna binaen ilahi konuşmanın birçok değişik şekli olduğu gibi ilahilik özelliği olan veya kendisine ilahilik atfedilen kelam ve metinlerin birbirinden ayrı isnat edilmeleri, anlaşılmaları ve buna bağlı olarak da mutlak/mukayyed ilahiliklendirilme nasipleri ve/veya nasipsizlikleri vardır denilebilir. Hz. Musa’nın yerinde kim olsaydı Yüce Allah’ın kendisiyle konuşmasının ardından onu görmek isteyecekken o dehşet anında bayılan sadece Hz. Musa’ydı. İnsanların Allah’ın şahidi olması sanıldığı kadar kolay değilmiş yani; demek ki geriye kalanlara ancak Hz. İbrahim gibi kalbini daha bir tatmin için Yüce Allah’inın işlerinin nasıllığını öğrenme isteği düşer, çünkü beden elbisesiyle ilahi ruh sınırlandırılmıştır ve işte bu nedenle Allah’ı o nasılsa öyle görmek hem göz, hem ruh ve hem de akıl tur-i sinalarının yerle bir olması anlamına gelir. Bu kıssada kaderle ilgili de bir açıklayıcılık var. Bizzat Yüce Allah, Hz. Musa’nın böyle bir istekte bulunmasını istedi, bizzat Hz. Musa bu istekte bulundu ve bizzat Hz. Musa’nın kavmi Hz. Musa’dan bu istekte ve bu isteği dillendirme isteğinde bulundu. Bu üç görünen bizatihiliklerden hiç biri diğer bizatiliğin bizatiliğine halel getirmeden aynı anda ve aynı durumda kendilerini gerçekten var kılabilmişlerdir. İşte kader de bu üç önermeyi insanların aklı pek birleştiremese de birbirlerinin içinde eriterek birçok olayda olduğu gibi bu olayda onu görmeyi arzulayanlara kendini göstermiştir. Eğer bütün insan soyunu bir insana benzetirsek -Âdemler çoksa şayet- Bizim Âdemimiz bu insanın doğum, Yüce Allah’ı görmek isteyen Hz. Musa gençlik ve delikanlılık dönemini ifade ediyor. Zira böyle bir arzu ancak o çağa ait olabilir. Hz. Muhammed’e gelince o adeta insanlığın 33 yaşına girişini temsil ediyor. Şimdiyse 40 yaşının habercisi bulanımlar geçiriyor insanlık… Yalnızlığın dibine düşmüş yalnızlık hissi, amaçların amaçsızlığı ve tatminsizliği, her şeyden korkmanın sebebi kıyamet (evrenin ya yok olması veya değişmesi) düşüncesi, acizlik duygusu, merhamet, şefkat ve dürüstlüğün azalması, doyurulamayan doyumsuzluk vs. Son olarak da son yaşlılık devresi ve de ölüm; yani kıyamet. Şu an dünya üzerinde yaşayan insanların neredeyse dörtte birinin akıl sağlığının bozuk olduğunu ortaya çıkaran istatistikler de herhalde bu tezi; yani 40 yaşında, bunalım döneminde olduğumuzu destekliyor. Bu hadisenin teolojik bir tarafında, Yüce Allah’a çok inanmak istedikleri halde herhangi bir sebepten inanamadığını dillendirenlere sanki şöyle deniliyor. Yüce Allah’a inanmamanız Hz. Musa’yı da kabul etmemenizdir ve daha fazlası. Hz. Musa’yı inkâr etmede zorlandığınız kadar Yüce Allah’ı yok saymada da zorlanmalısınız ve daha fazlası ve nokta en sonunda.
30 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.