Gönderi

Eski Bir Yeşilçam Filmindeydim Bugün
Tren garındayım. Hızlı adımlarla yaklaştığım trene hareket saatinden beş dakika önce yetişiyorum. Soluklarımın hızıyla aynı hızda koltuğa yerleşiveriyorum. Yaz sıcağının bunalttığı bir günde trenin serin olması ile rahatlayıp, iyi bir yolcuğun beni beklediğini düşünüyorum. Yedi saatin kötü geçmesi için hiçbir sebep yok. Derken yakınlarımda ki koltuklara hilal taktiği ile çok çocuklu bir aile yerleşiyor. Üç kuşak bir arada, en sevdiğimden. Yaşlısı ayrı, orta yaşlısı ayrı, çocuğu ayrı konuşacak belli. Çocukların sesinden nasıl bir gürültü içine düştüğümü anlıyorum. Yaşlı amcamın da kısa aralıklara balgam temizleme sesi bas etkisi yapıyor. Sinirlerim bozuluyor, bağırıp çağıran çocuklardan birinin yanağına şamarı basmak istiyorum. Hemen bu düşünceden vazgeçiyorum. Çocuğa, doğası gereği etrafı tanıma aşamasında, zihninde sınırlayıcı kurallar duvarı olmayan, bu sebeple sebepsizce bağıran çocuğa vurmak. Toplumsal kuralların, bencilliğimle bir olup beni anlayıştan yoksun bıraktığını anlıyorum. Kendime güzel bir küfür savuruyorum. Tren hareket saati gelmesine rağmen hareket etmiyor bir türlü. Yarım saat geçtikten sonra bir görevli vagonları dolaşarak, yapımı tamamlanmamış, bu nedenle tek bir rayın kullanılabildiği hatta, gelen trende yangın çıktığını, belki yarım saat belki de yarım saatten uzun bir süre sonra hareket edebileceğimizi, yolcuların isterlerse trenden inip garda ve peronda dolaşabileceğini, anonslara dikkat etmeleri gerektiğini söylüyor. Çoğu kişi iniyor, bu çoğu kişinin çoğu da peronda beklemeye başlıyor. Ben de gürültünün dışarı taşınma fırsatından istifade hemen kitabı elime alıyorum, yavaşça silikleşen çevreden sıyrılıp kitabın içine dalıyorum. Yarım saat süren sessizlikte zamanın farkına varmadan kitaptan bir bölüm bitiyor. Bu kısa okuma beni dinginleştiriyor, sakinleşiyorum. Bu dakikalarda kitaptan kafamı kaldırdığım sırada peronda ekmek arası bir şeyler yiyen bir çocuk görüyorum. Bir yandan da trene bakıyor. Ekmekten büyük bir parça alıyor, aldığı parçadan bir kısmı yere düşüyor. Yere düşen parçayı alıp hiçbir şey olmamış gibi yemeye devam ediyor. Yanına kızgın ifadesini takınmış, esmer tenli, saçları dağınık, çocuğa bir pislikmiş gibi bakan gözlerle bir adam yaklaşıyor. Adamın yürüyüşünde eski Türk filmlerinde patronun emrinden çıkmayan ama içinde korku imparatorluğu barındıran kötülere özgü kabadayılık kokan bir hava var. Çocuk adamı görür görmez kaçar gibi oluyor, sonra duruyor. Sakınır bir tavırla elini başının üzerine kaldırıyor. Adam, çocuğun babası, bu belli. Bir şeyler söyleyerek, çocuğun kolundan sertçe tutuveriyor. Trenin içindeyim, onlar ise peronda, ne konuştuklarını duyamıyorum. Çocuğun dayaktan sakınan ve korkmuş hali, benim de içime bir korku salıyor. Adam, kolundan sürüklediği çocuğu sert ve ani bir hareketle banka oturtuyor. Bir şeyler söylemeye devam ediyor, arkasını dönüyor bir müddet. Ben içimden 'iyi' diyorum, 'çocuğa vurmadı hiç yoktan.' Hay şom ağzımı... Adam dönüyor, çocuğun kafasına önce bir tokat atıyor, çocuğun eline geliyor tokat. Sonra göğsüne vuruyor, çocuk iki büklüm kıvrılıyor. Koltuğuma siniyorum, kanım çekiliyor. Aniden adamı parçalara ayırma isteği baş gösteriyor. Böyle, trene kafasını vura vura parçalama, vahşi bir hayvanmış gibi saldırma isteği var içimde. Kalabalığa uyuyorum, kalabalık da bana uyuyor, kimseden çıt çıkmıyor. Herkes kendi eğlencesine, sohbetine bakmaya devam ediyor. Güçlü olduğumuzu hissettiğimiz zamanlar genellikle kötü davranışlar, istekler baş gösterir ya da tam tersi olur; kötü davranışlar, istekler bizi güçlü hissettirir. Aynı şey işin diğer tarafı için de geçerli. Naif, sakin olduğumuzda iyilik yapmayı düşünürüz, yaparız; ya da iyi şeyler yaptığımızda, düşündüğümüzde naif ve sakin hissederiz. Adamı parçalama isteği duyduğumda öylesine güçlü hissettim. Ancak suskun kaldığımda naif ve sakin hissetmedim, korkak hissettim, korkak. İyiliğim dokunamadı çocuğa, kendime de. Anons yapıldı, trene insanlar binmeye başladı, ben de diğer insanlar gibi çocuğa atılan dayağı unutuverdim hemen. Trene binmeyen bir kişi var. İki koltuk önümdeki kişiye buğulu gözlerle bakıyor perondan. Kafasını şefkatle yana eğiyor, eliyle cama dokunuyor. Gözümü alamıyorum oradan, çünkü bana da dokunuyor. Ellili yaşları aşmış teyzem beni ayrı bir duyguya sokuyor böylece. Bulunduğum konumu düşünüyorum. Şu an memlekete gidiyorum, uzun zaman olmuş gibi geliyor ayrılalı memleketten. Daha 4 yıl olmadı. Sık sık da gidiyorum zaten. Ama annemin beni ilk uğurlayışını, gözlerinin doluşunu, kaşlarının bükülüşünü, benim sakladığım gözyaşlarımı gördüm bu teyzede. Zaten o da çok dayanamadı, tren hareket etmeye başlayınca serbest bıraktı gözyaşlarını. Yavaşça ilerleyen trende ondan ayrılan kişi de (orta yaşlı bir kadın, kardeşi diye düşündüm) ayağa kalktı, el sallamaya başladı ağlayarak. Yine eski filmlerdeki dramatik sahnelerden birinin içinde hissettim kendimi. Bağırışan çocuklar, zalim babasından dayak yiyen bir çocuk, trenin hareketiyle başlayan hasret duyguları. Eski bir Yeşilçam filmindeydim bugün. O filmde bir figürandım. Etrafımı çevreleyen ailenin en küçük üyesi çığırtkan ve enerjik kız çocuğu yanımda o komik ve saçma dansına başlamasaydı ağlayacaktım. Dansını sergiledikten sonra bana döndü "Deyy" dedi. "Deyy" ne demek bilmiyorum ama elimi uzattım, küçücük eliyle parmağımı tuttu. Adın ne senin dedim, "eyyia" gibi bir şey dedi, annesi "Esila" diye düzeltti. Kızın abisi ise 7 yaşında, ön koltuğumda oturuyordu. Bir bilmece sormasıyla başladı yol arkadaşlığımız onla. Sonra yanıma geldi, tablet bilgisayarından araba yarışı açtı, o oynadı ben yorumladım. Esila koridorda gidip geliyordu, yanımızda durdu, tekrar parmağımı tuttu, "Deydeeyy" dedi. Kendimi uzun zaman sonra insan hissettim.
··
35 views
İpek Demirer okurunun profil resmi
Trenlerden, tren garlarından çıkamadık bu aralar :) Yazılarını okumayı sevdiğim bir kaç kişinin yazıları hep böyle başlıyor :)) Bu yola çıkma eğilimindeki ekibi bir yerde toplamayı çok isterdim. Emeğinize kaleminize sağlık :)
Fatih Karakaya okurunun profil resmi
Evet, önce siz, sonra Li-3 ve ardından ben. Gardan, trenden ayrılamadık. Bu anlatının benim için ayrı bir yeri oldu, önceki gün geldim trenle memlekete, ilk defa yaşadığım bir olayı aktardım, hikaye yazmaktan daha zormuş. Tren yolculukları ya da diğer yolculuklar-kısacası yolda olmak- yola çıkma eğilimdeki insanlar için zenginlik barındırır. Bu zenginlikleri de okuyabiliyoruz. Bu yola çıkma eğilimindeki ekibi toplama fikri çok yüksek ve güzel bir istek. Yol zenginliğinin artması demek çünkü. Şehirlerde buluşmalar gerçekleştiriyoruz, belki bir gün bir trende buluşma organize ederiz, belli mi olur.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.