Gönderi

752 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 7 days
14. yüzyılın başlarında Avrupa Devletleri, henüz siyasi birliklerini tamamlayamamıştı. Özellikle Batı Avrupa’da derebeylik (feodalite) rejimi hüküm sürmekteydi. Yahudilere karşı katı bir düşmanlık anlayışı vardı. Müslümanlar dahi kafir olarak görülüyordu. Ortaçağ Avrupası’nda kendi insanlarına dahi en acımasız kurallar reva görülüyordu. Engizisyon denilen “Şeytan” mahkemesi insanlara haketmedikleri cezaları en acımasız yöntemlerle infaz ediyordu. Kadının zerre değeri dahi yoktu. Kocaların, karıları üzerinde yerine göre sınırsız yetkileri vardı. İşte böyle bir ortamda fırtınalı bir aşk hikayesi okuyoruz. Haksızlığa baş kaldırışın hikayesi. Özgürlüğün arayışı. Dogmatik kuralların insanlarca nasıl değiştirilişini görüyoruz. Aslında tıpkı bugün olduğu gibi gücü elinde bulunduranların onu kaybetmemek için koydukları saçma sapan kuralları nasıl da Tanrı’ya bağladıklarına şahit oluyoruz. Evet, şahit oluyoruz. Çünkü Falcones, öyle bir hissettiriyor ki tarihle romanın iç içe geçmiş halini elinizde tuttuğunuzu hissediyorsunuz. Hadi itiraf edelim, saklamanın bir anlamı yok. Hepimiz, hayatımızda bir kere olsun demişizdir; “keşke şu eski Avrupa” zamanlarında yaşasaydım. Televizyonun, internetin olmadığı, insanların mutlu oldukları zamanda.” Kitap, size bunu hissettiriyor. Sayfaları çevirdikçe sanki tarihin tozlu yollarında yürürken buluyorsunuz kendinizi. Zaten konunun ortaçağ Hıristiyan geleneği içerisinde geçiyor oluşu başlı başına sizi içine çekiyor. Kabul etmek gerek, adamlar kendi dinlerine olmayan bir gizem havası katmayı iyi beceriyorlar. Bu da belki kendi dinimize duymadığımız ilgiyi duymamıza neden oluyor. Sadece o barok/gotik tarzı mimarileri bile merak uyandırmaya yetiyor. Falcones de bunu iyi biliyor olmalı ki, kitabında betimlemelerle anlatmayı eksik etmiyor. Bernat(baba) ve Arnau(oğul)’nun hikayesini okudukça özgürlüğe olan tutkununuzun ateşlenmemesi mümkün değil. Adeta onlarla beraber ortaçağ Avrupası’nın o acımasız kurallarına, insanlığını kaybetmiş feodal beylerine, yozlaşmış din geleneğine karşı mücadele etme isteği duyuyorsunuz. Köylülere karşı olan küstah bakış açılarını gördükçe çıldırmamak elde değil. Köylüleri korkunç, ahlaksız, mide bulandırıcı, arsız ve cahil olarak gören feodal düzeni gördükçe “köylü, milletin efendisidir” diyen bir lidere sahip olmaktan gurur duydum açıkçası. Her ne suretle olursa olsun lütfen aklınızla hareket edin. Vicdan, önemli ve gereklidir ancak yanıltabilir. Akıl ise eğer doğru kullanırsanız size faydalı bir yoldaş olabilir. Tarihin kanlı ve tozlu sayfaları, kendilerini Tanrı’ya hizmet ediyorum diyerek tanıtan insanlarla doludur. Bakınız Engizisyon mahkemeleri, Adolf Hitler, FETÖ, DEAŞ… Bu tarz insanlar aklımızın ve vicdanımızın sahibi olmak için çabalarlar. Tek düşünceleri bizleri kötülüklerden ve Şeytanın fenalıklardan kurtarmak olan iyi niyetli insanlarmış gibi kendilerini tanıtırlar. Tanrı’nın askerleri olduklarını ve sadece kutsal kitaplarda yazılanları uyguladıklarını söylerler. Sakın inanmayın. Sizler cemaat kulları değilsiniz. Aklı ve bilimi temel almış, insanlığa faydalı olmayı arzulayan ve kendini (eğer inançlı biriyseniz) Tanrı’nın yoluna adamış özgür bireylersiniz. Dünya bir ortaçağ zamanını daha kaldıramayacak kadar özgürlüğe alışmış durumda. Bunu çok iyi öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Arnau Estanyol, aşkından vazgeçmedi. Doğruları haykırmaktan korkmadı. Ölümden çekinmedi. İyi insan olmaya ve insanların insan gibi yaşaması gerektiğine inandı. Her acı çeken insan, ezilmişliğini başkalarını ezerek hafifletmeye çalışırken o, bunun tam tersini yaptı. Dünyayı iyilikler kurtaracak… Ama insanlık her zaman olduğu gibi bunu da büyük bir yıkımın sonunda anlayacak. Ne yazık ki…
Deniz Katedrali
Deniz KatedraliIldefonso Falcones · Pegasus Yayınları · 2009190 okunma
·
182 views
[̲̅t̲̅a̲̅m̲̅e̲̅r̲̅] ☾ okurunun profil resmi
muhteşem bir inceleme olmuş.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.