Gönderi

Sanırım Milena, sizinle ortak bir özellğimiz var: O kadar çekingen ve ürkeğiz ki, hemen her mektup farklı, hemen her mektup bir öncekinden korkuyor; gelecek cevaptansa daha da fazla korkuyor. Siz doğuştan böyle değilsiniz, insan bunu kolayca görebiliyor. Bana gelince; belki ben bile doğuştan böyle değilim, ama artık neredeyse böyleymişim gibi bir hale geldi, yalnızca ümitsizlik ve olsa olsa kızgınlık anlarında geçiyor, tabii bir de şunu unutmayalım: korkunca. Bazen, karşılıklı iki kapısı olan bir odamız varmış gibi geliyor; ikimiz de kendi kapımızın kolunu tutuyoruz, birimiz gözünü kırpsa, diğerimiz kendi kapısının ardına kaçıveriyor ve ilki tek bir söz söylemeye kalksa, ikincisi kesinlikle çoktan kapıyı arkasından kilitlemiş ve gözden kaybolmuş oluyor. Kapıyı tekrar açacak, çünkü bu belki de insanın terk edemediği bir oda. İlki ikincisine bu kadar benzemese, sakin olsa, ötekine bakmıyormuş gibi davransa, odayı sanki herhangi bir odaymış gibi yavaş yavaş düzene sokacak; ama bunun yerine, o da kapısının orada aynı şeyi yapıyor, hatta bazen ikisi de kapılarının arkasına saklanıyorlar ve güzelim oda bomboş kalıyor. İşte bu yüzden, üzücü yanlış anlamalar ortaya çıkıyor. Milena, bütün sayfalara bakıp hiçbir şey anlamadığınızı söyleyerek bazı mektuplardan yakınıyorsunuz, ama yanılmıyorsam bunlar, tam da kendimi size en yakın hissettiğim mektuplar; kendi isteklerime ve sizinkilere en fazla gem vurduğum, ormanın derinliklerinde olduğum, sükûnet içinde dinlendiğim; öyle ki tek söylemek istediğim, ağaç tepelerinin arasından gökyüzünün göründüğü, hepsi bu yüzden "iyice ölçülüp tartılmamış tek bir kelime bile yok". Zaten uzun da sürmüyor, sadece bir an; sonra hemen yine uykusuz gecelerin tropetleri çalmaya başlıyor. Size nasıl geldiğimi de hesaba katın Milena, geride bıraktığım o 38 senelik (hatta Yahudi olduğum için, bir o kadar daha uzun) yolculuğu; karşılaşmayı, hele bu kadar geç karşılaşmayı hiç ummadığım halde beklenmedik bir dönemeçte sizi görünce, işte o zaman Milena, haykıramam, içimde bir şey de haykırmaz, bin türlü delice laf da etmem, o laflar içimde değil ki (bende bol miktarda bulunan diğer deliliği dikkate almıyorum); ve diz çöktüğümü belki ancak, gözlerimin hemen önünde ayaklarınızı görüp onları okşayınca anlarım. Bir de, benden içtenlik beklemeyin Milena. Kimse bunu benden, benim kendimden beklediğimden fazla bekleyemez, ama bir sürü şey ellerimin arasından kayıp gidiyor. Fakat bu avda cesaretlendirilmek bana cesaret vermiyor, aksine, adım atamaz hale geliyorum, birdenbire her şey yalana dönüşüyor ve avlar, avcıyı boğuyor. İşte böylesine tehlikeli bir yoldayım Milena. Sizse bir ağacın dibinde sabit duruyorsunuz, genç ve güzelsiniz; gözlerinizin ışığı dünyanın acısını yansıtıyor. Köşe kapmacaya benzeyen eski bir çocuk oyunu oynuyoruz; ben gölgede sürünerek bir ağaçtan diğerine gidiyorum, yolun ortasındayım, siz bana sesleniyorsunuz, beni tehlikeler konusunda uyarıyorsunuz, beni cesaretlendirmek istiyorsunuz, ürkek adımlarım yüzünden telaşlanıyorsunuz, bana (Bana!) oyunun ciddiyetini hatırlatıyorsunuz; yapamıyorum, düşüyorum, yerdeyim işte. Aynı anda hem içimden gelen korkunç sesleri hem de sizi dinleyemem, ama ilkini dinleyip duyduklarımı size açabilirim; size, hem de dünyada başka hiç kimseye açamayacağım şekilde...
Sayfa 52 - Can YayınlarıKitabı okudu
··
8 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.