(Etenşın pilis: Etkinlik bünyesinde yazılmış olan İnci'nin ve Büş'ün öyküleri okunduktan sonra okunursa daha makul bir okuma olacaktır.)
"Ne içersiniz?"
Bu iki kelimelik soruyu kırk beş dakika içinde otuz yedi kere sorması gerekiyordu. Bu daha on üçüncü soruşuydu.
"İkisi bir arada."
Bu cevabı önündeki otuz yedi yıl içinde doksan dört kez daha verecekti. Yükseklik korkusundan ötürü uçağa binemiyor, alçaklık korkusundan ötürü insanlardan mümkün olduğunca uzak duruyordu. Kahvesini ve kekini servis aracından kendisi aldı. Muavin bol dudak paylı, içi sıcak su dolu karton bardağı uzattığı sırada bir patlama sesi duyuldu. Ses ışıktan yavaş ama hareketten hızlıydı. Sesin ardından bir sarsıntı oluştu ve araç sağa doğru meyillendi: Sağ ön lastik, güm.
Sol üst rafta ne varsa şimdi zemindeydi. Uyuyan çocuklar ağlayarak uyanmaya başladı. Belki de uyanarak ağlamaya başladılar. Otobüste her şey birbirine karışmıştı. Şoförün yakın zamanda bir dönüş yapması sonucu hızının yetmişlerde olması sarsıntının, korkunun ve hasarın şiddetini azaltmıştı. Muavin, sol böbrek bölgesine aldığı sert darbenin acısına rağmen kazazede yolcuları rahatlatacak şeyler söylemeye çalıştı. Ancak şoförün ağzından çıkanlarla yüzünden okunanlar birbirinden çok farklıydı. Köy yakın, kılavuz lüzumsuzdu.
"Hayri abi! Var mı sıkıntı?"
"Hayri abi?"
Hayatın kellesini değil sillesini yemeye alışık olan usta uzun yol şoförü Hayri Okumuş, patlayan lastiğe en yakın olan kişi olduğu için en çok kendisi savruldu. Hafif süreli baygınlığın ardından gözlerini kırpıştırıp kendine gelmeye, içinde bulunduğu durumu anlamlandırmaya çalışırken ismini tiz bir çınlamayla birlikte duyar gibi oldu. İsmini zikreden ses tanıdıktı. Kamil'in sesiydi. Zaten Kamil'den başka kimsenin adını ünlemesine imkan yoktu. Otobüste ismini bilen tek kişi Kamil'di. Ancak Hayri Kaptan için şu pozisyonda bu çıkarıma ulaşmak imkansızdı.
"Ne oldu lan Kamil, ne oldu bize böyle?"
"Abi, lastik patladı herhalde."
Şoför ve muavin kendine gelince velinimetleri olan sayın yolcularının durumlarını kontrol ettiler. Bereket ne acil ne de büyük sorunu olan bir yolcu vardı. Sadece arka koltuklarda bir kız içinde ölen hıçkırıklarla sessizce ağlıyordu. Elinde tuttuğu kıpırtısını yitirmiş bir kuşla bakışıyordu. Bu bakışma, akışmaya dönüştü. Bir iki su damlası aktı gözünden kıpırtısını yitirmiş olan kuşun üzerine. Üçüncü damlayla beraber kıpırtısını yitirmiş olan kuş kıpraşmaya başladı. Elinde kıpırtısını yitirmiş kuşla biyometrik fotoğraf çekilircesine ağlayan kız, şimdi yıllar sonra görüştüğü arkadaşlarıyla fotoğraf çekilircesine gülümseyerek ağlamaya başladı. Aynı tepki iki zıt etkiye karşı veriliyordu. Onun dışında 9 numara Erhan Bey "Anamı kaybettim, gören var mı?" diye etrafta aranıyordu. Muavin, "Beyefendi siz yalnız binmediniz mi? Otobüste annenizi nasıl kaybettiniz?" diye sordu. 9 numara Erhan Bey de "Yahu annemi demiyorum, kitabımdan bahsediyorum, o sarsıntıyla Gorki'nin Ana'sını kaybettim." Ömrü hayatında eline kitap almayıp en çok okuduğu şey trafik levhaları olan Kamil de "Yav Beyefendi, demin anamı kaybettim dediniz, şimdi de başkasının anasından bahsediyorsunuz, kafanızı bayağı sert vurdunuz galiba" 17 numara İbrahim Bey, "Kardeş, burada kitabın burada, buyur." deyip kitabı sahibine verince bu iletişim cebelleşi de sona ermiş oldu.
Kuş öttü, kitap bulundu, lastik değişti, yorgan gitti, kavga bitti ve Yediveren Turizm'in değerli yolcuları ve mürettebatı yeniden yola düzüldü.
Kamil işini yarım bırakmayı sevmezdi. Servis aracını tekrar düzenledi, eksikleri giderdi, suyunu kaynattı ve servise kaldığı yerden, 13 numaradan başladı.
"Ne içersiniz?"
Bu soruyu otuz altı kere daha sorması gerekiyordu ve henüz on dördüncüdeydi.
"Valla birader, şekersiz kahve içmek istiyorum ama lastik patlayacak diye korkuyorum."