Yakıcı güneş ışığı saçlarına sinmiş, bir sarılık ki yeni doğan bebek kokusu geliyor burnuma. Merak ediyorum doğduğunda da bu kadar sarı mıydı saçları? Alnında ufak ufak ter taneleri. Biri akmaya başlayacakken zarif bir parmak hareketiyle siliyor ve bana dönüyor, gözlerinde bir pırıltı.
"Çok sıcak, haydi serin bir yere geçelim" diyor.
Onu izlediğimi anladığını anlıyorum. Mahçup oluyorum. Yüzümü güneşe çevirerek ciddi bir şekilde 'olur' diyorum.
Olmamalı. Olamaz. Bizim için imkansız bu.
Oturuyoruz. Karşımda cesaretli bakışlarla gözlerini bana dikmiş. Gözleri masmavi. Tarif edilemeyecek kadar mavi. Merak ediyorum hep mi böyle açıyordu gözlerini yeni güne.
"Gergin olmanı sanırım anlayabiliyorum" diyor.
"Burada olmamalıydım" diyorum.
"Benimle görüşmek istemiyorsun" diyor.
Susuyorum. Neden geldim ki zaten. Arkadaşlarımla görüşeceğim diyebilirdim. Ders çalışmam gerek diyebilirdim. Ya da hiç açmayabilirdim telefonu. Arama beni diyebilirdim.
"Biliyor musun, diyor, ellerin çok güzel. Küçükken de ellere takıntım vardı. Tanıştığım kişilerin önce gözleri sonra elleri beni hep böyle etkilemiştir. Oyuncak bebeklerimin ellerine hep oje sürerdim. Oje sürmek bir rüya gibiydi. Daha güzel olurdu o eller. Daha benim olurlardı."
Konuşurken ne tatlı oluyordu. Yüzünü okşamak istedim. Tuttum kendimi. Huzursuzca kıpırdandım yerimde. O da artık benden etkilenip bir şey söylemeye cesaret edemiyordu. Ancak kahvelerimizi bitirdikten sonra..
"Seni geçen Ela ile gördüm" dedi. "Sanırım senden hoşlanıyor. Bunu anlamış olmalısın değil mi?" dedi.
Boğazımı temizleyip sessizce 'evet' diyebildim.
"Peki ya sen?"dedi.
Her zaman ışıl ışıl değilmiş gözleri. O an anladım. O tanımlanamaz mavi dolu doluydu şimdi.
"Birlikte ders çalışıyoruz. Farmakoloji'de zorlaniyormuş biraz. Rica etti." diyorum, gözlerimi gözlerinden kaçırarak.
Ellerini birleştiriyor. Güç alıyor yine tüm yaşamında olduğu gibi kendi kendisinden.
"Peki" diyor.
Kalkmam gerektiğini söylüyorum. İçimde bir taş. Yüreğime oturuyor. Parçalansın. Parçalansın istiyorum bu anlamsız korkaklık, bu zalim bu ne idiği belirsiz tutsaklık. Hür olmak istiyorum onunla. Olamıyorum. Olamam.
Kalkıyorum ayağa. O da kalkıyor.
"Kendine iyi bak" diyorum. Bir şey daha demek istiyorum ama..
"Anlıyorum, diyor, özür dilerim her şey için. Bir daha aramam seni, yazmam. Hiç kimse bilmeyecek bunu. Okulda yanına da gelmem."
Saçları nasıl birden düşüyor. Gözleri düşüyor. Yüzü. Elleri son kez elimi sıkıyor. Bir bilse. Tüm kız arkadaşlarımı ansıyorum bir an için. Hiçbirinin böyle akmıyordu yaşları. Böyle parlamıyordu saçları. Sözleri beni böylesine öldürmüyordu. Ölüyor muydum? Ölüyordum. Eğer gidersem...
Gidiyorum.
Gördüğüm son şey sakallarına inen bir gözyaşını sertçe yok etmesi oluyor.