ABD BAŞKANININ DEYİMİYLE SABIK RIHTIM FARESİ (!) JACK LONDON EFSANESİ
“Boyu göklere uzanan bir demircinin vuruşları, çılgın kıvılcımlar saçıyor ufkun örsünde!”
Hayatımın geçen seneden itibaren rotasına yön veren efsane. Yine karşılaştık bu biyografi vesilesiyle.
Her şeyden önce bu biyografiyi yazan James L. Haley’in yoğun araştırmalara ve okumalara harcadığı emeğini takdir etmek gerek. Okurken kitabın ne kadar yoğun bir çalışmayla, sayısız belgelerden süzülen en doğru verilerle oluşturulduğunu anlıyorsunuz zaten. Kaynakça kısmına bakarsanız göreceksiniz. Ne mektuplar, ne belgeler, ne günlükler hatıratlar röportajlar makaleler elden geçirilmiş... Bu kadar çok birbiriyle tutarsız ve sayısız içerik içinden çıkıp çok güzel bir biyografi ortaya koymayı başarmış Haley.
London’ın ateşli savunuculuğunu yaptığı sosyalizmle ilgili çok fazla bilgim olmadığı için yorum yapmayı doğru bulmuyorum. Tabii onun sayesinde bi sempati duymuyor değilim ama konuya ancak ondan öğrendiklerim kadarıyla vâkıfım. Jack London daha çocukluğundan itibaren var olan düzenden ve kapitalizmden en ağır darbeleri yemiş biri olduğu için emek sömürüsüne kin duyması ve hak talebinde bulunup bunun savunuculuğunu yapması kadar doğal bir şey olamaz. Şimdi yaşadığı ıstırap dolu günleri, çalıştığı ağır işleri, gördüğü kötü muameleri tek tek yazacak değilim. O günlerin hakkını burada teslim etmeye kalksam bu inceleme kitap uzunluğunda bir şey olur ki bahsetmemiş hali bile uzun olacak gibi görünüyor. Ama hayatınızın ilk 16 yılına kadar olan kısmını bir gözünüzün önüne getirin. Çektiğiniz tüm acılar, yaşadığınız tüm zorluklar en fazla ne kadardı? Ben şahsen okul dışında o yaşımda hiç başka bir işle meşgul olmadım. Fiziksel olarak beni zorlayacak çok fazla durum yaşamadım ve en büyük derdim herhalde sınav notlarım falandı diyebilirim. Şimdi o yaşlarda aile geçindirme sorumluluğu altında olduğunuzu hayal edin. Sekiz yaşından itibaren para kazanmak zorunda olduğunuzu düşünün. Günün nerdeyse 16 saati çalışıyorsunuz ve aldığınız ücret 10 sent??? Bir de kulağınıza sizin yaptığınız işin yarısını bile yapmayıp aldığınız maaşın iki katını alan insanlar olduğu bilgisi geliyor. O çıldırmışlığı, yılmışlığı hayal edin. Okul okumak falan Jack London için bir süreliğine zaten hikâye. Liseye çok geç başlıyor. Yaşça kendisinden küçük insanlarla aynı okulda okumak, aynı anda okulda yine hademelik yapmak ve alay geçilmelere kulak asmamak zorunda kalıyor.
London sosyalizmi tembelliğinden, çalışmak istememesinden falan seçmiyor. Aksine o çalışmak ve çalıştığının karşılığını almak istiyor. Herkesin aynı yaşam standartlarına sahip olması gerektiğini de savunmuyor. O fırsat eşitliğinin, adil rekabetin ve onurlu çalışma koşullarının savaşını veriyor. Çok çalışan birinin az çalışan birine göre daha çok kazanması, varlıklı biri olması sorun değil. Ama çark işlemesi gerektiği gibi işlesin. Herkes hakkını alsın. Kendisi, kendini “Yük Hayvanı” olarak adlandırdığı, ağır işlerde çalıştığı daha çocukluk döneminde kapitalist sistemin ateşine odun olup yanmayı deneyimlemişti.
Bu günlerin tek olumlu tarafı onun erken olgunlaşmasını, o yaştaki kimsenin sahip olamayacağı denli büyük deneyim kazanmasını ve görüşlerinin şekillendirmesi olabilir.
17 yaşında da “usta denizci” ünvanıyla denize açılma şansı yakalıyor. Gemideki herkesi kıskandıracak bir kaptanlık sergiliyor. Sonraki yıllar sadece maddi beklentiyle Klondike’e altın aramaya gidiyor orda edindiği deneyimlerin ileride yazacağı hikâyelerindeki temaları oluşturacağından habersiz. Burada da hüsrana uğruyor. Birkaç toz parçasından başka altın maltın bulmuyor. Ama benim açımdan süreç sonuçtan daha önemli olduğundan orada maceracı kişiliğinin aldığı haz ve uzun vadede yazarlığına katkı sağlayacak, ona malzeme olacak şeyler yaşadığını düşününce pişman olunacak bir yolculuk gibi gelmiyor bana.
İnceleme çok uzadı ve daha hayatının yarısını bile anlatmış değilim. Ne iki eşinden ne annesinden ne kızlarından ne yazar arkadaşlarından ne katıldığı toplantılardan, verdiği konferanslardan, Japonya’da savaş muhabirliği yaptığı yıllardan bahsedebildim ama amaç zaten kitabın özetini çıkarmak değil, kitabı okumak için iştahınızı kabartabilmek. Umarım okursunuz ve bu harika adama, haklı davasına ve yazarlığa giden yolda geçtiği engebeli yollara bizzat tanıklık edersiniz. Zira maceralarla, zorluklar geçmiş dolu dolu yaşanmış bir hayat söz konusu ve Jack London hep yaşadıklarını anlatmıştır. Kitapta eserlerine de değiniliyor ve görüyoruz ki hep hayatındaki kesitleri kurguyla süsleyerek işliyor. Sadece kitaplarını okusanız bile biyografideki çoğu şeyi artık biliyor olmuş olacaksınız amaaa YİNE DE OKUYUN EFEM.
Ben çok memnun oldum Jack London gibi bir insanın hayatını böylesine özenle hazırlanmış bir biyografiden okumaktan. İyi ki üniversitede ilk senemde, ilk günümde tarih hocam “sizin yaşlarınızda olsam okuyacağım kitap Martin Eden olurdu” demiş, iyi ki kitaplarıyla tanışma şansım olmuş.
Sevdiğim tüm ölmüşlere duyduğum aynı temenniyi onun için de besliyorum. Umarım ruhu şu an nerdeyse huzur içindedir. SEN ÇOK YAŞA KURT