Bayramda Eskişehir'deydim. Akrabalarımızla bayramlaşmak üzere eski mahalleye, Kurtuluş Mahallesi'ne gittik, çocukluğumu yaşadığım yere. 19 Mayıs Ortaokulu'ndan bir sınıf arkadaşımla karşılaştım. Birkaç öğretmeni, bazı arkadaşları ve anıları hatırladık birlikte. Sonra Gül öğretmeni hatırlattı arkadaşım, benim hiç unutmadığım Fransızca öğretmenimizi bir daha görüp görmediğimi sordu bana, hayır, görmemiştim...
19 Mayıs Ortaokulu, 1968-1970 yılları, Fransızca sınıfı. Ortaokulun ikinci yılında yeni bir Fransızca öğretmeni gelmişti, Gazi Eğitim mezunuydu, Sivas'tan tayin olmuştu Eskişehir'e, Maarif Koleji'ne İngilizce öğretmeni olarak gelen eşi Selçuk beyle birlikte. Gençti, 23-24 yaşında olmalı. Uzun siyah saçlı, kara gözlü, o yılların solcu entelektüelleri gibi basma elbiseler giyen, heybe çantalar taşıyan, makyajı, süsü olmayan, esmer güzeli bir kadındı, büyüyünce Latin bir güzellik olarak hatırladım onu. Avşa Adası'ndandı, bize o yılların Avşa'sını bir düş adası gibi özlemle anlatırdı. Taşralıydık ama denizi özleyen çocuklardan sayılmazdık,
ne de olsa içinde ırmak taşıyan bir şehirde oturuyorduk. Denizden çok adayı sevmek belki o günlerden kalmıştır bana, elbet Gül öğretmenin adasından ve ona duyduğumuz sevgiden...
Bazı çocuklara ada kalır!
Şahin en yakın arkadaşımdı, birlikte ders çalışır, birlikte kitap alır, değiştirerek okurduk, okulun duvar gazetesi 'Ekin'i de birlikte çıkarırdık. Gül öğretmen en çok ikimizi mi severdi bilmiyorum ama, biz onu Fransızcadan da çok severdik. Fransızca sözlülerinde de ikimiz yarışırdık, bazen Şahin 10 alırdı, ben 9, bazen de tersi olurdu. Gül öğretmen, şiire, edebiyata, Öztürkçeye düşkünlüğümü bildiğinden, beni Maarif Koleji'ndeki Türk Dil Kurumu söyleşilerine götürürdü. Evimiz okula yakındı, bazen de ders çıkışı bize gelir, Nazlı babaannemin şimdi o dumanı burnumda tüten tarhana çorbasından içer, kendini Sivas'taymış gibi hissettiğini söylerdi. Bazen de o bizi evine davet ederdi, kitaplığında kendimizden geçerdik, Şahin'le bana armağan ettiği kitapları soluk soluğa okurduk. Eşi de İngilizceden kitaplar çevirir, Türk Dili dergisinde şiirler yayımlardı.
Sonra 'âlem değişiverdi...' Gül öğretmen ya yurtdışına ya da başka bir şehre gitti, ayrılık her zaman yabancı bir şehirdir, ortaokul bitti, Şahin İstanbul'a göç etti, babasının 'işsizlik' görevi dolayısıyla, benim de onca sevdiğim Eskişehir birden gözümden düştü, yabancı bir şehir oluverdi, liseye başladım, bir sömestr okuyabildim, 1971 karanlığıydı, Ankara'ya sürgün gittim. Şahin, İstanbul'da liseyi bitirip Şirket-i Hayriye'de işe başladığı ilk ayın sonunda, ilk maaşını aldığı bayram arifesinde bir tren kazasında öldü. Her şey yarım kaldı, Fransızca da, arkadaşlık da!
5-6 yıl önce bir şiir yazmıştım, adı 'Yağmur ve Fransızca', o eski Eskişehir'e, Şahin'e, Gül öğretmene, Fransızcaya dair bir şiir
eski arkadaşlıklar resimliydi
‘canım arkadaşıma cansız hatıra’
fotoğraflar siyah-beyaz, hatırası derindi
bir gözü tenhaydı şahin’in bir gözü kalabalık
arkadaşı gibi gözü var mı insanın
nasıl olsa dünyaya aynı gözle bakacaktık
ben senin tenha gözün olacaktım hem
tek başıma en kalabalık arkadaşın
yarım bir çocuk olarak beni
bu dünyaya erkenden bırakmasaydın
insan arkadaşına benzer
ve iyidir benzemesi
arkadaşlığın da eski bir şehre
hele usul sesliyse şehir, trenler de
bölmemişse henüz arkadaşlığın sesini
ben benzemenin iyi olduğu şehirlerden
yani benzediğim ne varsa eskiden
yavaş akan bir şehir, sakin kitaplar,
su aziz ve biz büyüdükçe yeşil
bir nehir, kuşları bile dalında yerli
bir şehirden birden kanatsız uçtum
kayıp ikizlerle dolu bir şehre düştüm
baktım herkes benzersizin peşinde
herkes kayıp arayan yok kendini
anladım beyhûdeymiş benzerimi aramak
eski arkadaşlıkların payına bir damla bile
gözyaşının düşmediği şehirde
biz iki çocuktuk, şimdi çok eski
isimler gibi hatırda dursa da dile gelmeyen
şiirler gibi kimse anlamayacaktı zaten
bizim birbirimizden ne anladığımızı
biz iki çocuktuk ve kelimeler
yeniydi, dilimizi yakıyordu,
büyüktü, çocuk ruhumuzu dağlıyordu
sokaktan nereye kaçsak
filmlere, kitaplara, evlere
gözün suçu hızla ağırlaşıyordu
biz iki çocuktuk, iki arkadaş
birbirimizden başka kahramanımız yoktu
gözlerimiz arkadaşlıkla dolu dolu
çıkıyorduk filmlerden, romanlardan da
sessizce yürüyorduk birbirimize çıkan
içimizdeki en uzun yolu
biz iki çocuktuk gülün gözünde
kim daha çok yağacak! nefes nefese,
fransızca karatahtada rouge et noir, pencerede
türkçe bir bulut öyle mavi öyle saf
ikimizin de aklında gülden aferin almak
aferin çocuklar, aferin sevinçli bulut
böyle derdi gazi eğitim’den gül hoca:
dil bir buluttur, yağdıkça şiir olur...
bu şiiri yazarsam sanki o bulutun gözlerinden
yaşlar boşanacak gibi mutluluk ve kederden
sanki, sanki diye bir mevsimmiş anılar
gibi diye bir günmüş çocuk ömrümüz
birbirine baka baka mavi iki bulutmuşuz da biz
çıkmazmış ikimizden mavi bir yağmur
ve mavi bir umutsuzluktan kararırmış hayatımızdaki gül
kararmış bir gül yağmurda heves bırakmaz
heves yarım kalırsa mavi de yarım
yağmur yarım kalırsa fransızca da yarım
iki çocuktan hangi bahçeye kalsa gül yarım
yarım gülden kalan şiir başka gülde açılmaz
“kimsenin gözlerinde böyle bir kalp görmedim
aradım da bir daha kimsede o kadar
göz o kadar siyah ve öyle bordo
bir gül ki yarısı bile kelimeleri yakar
o kelimeler ki söylenmemiştir daha
ve şımartmamıştır bir şiiri henüz
çünkü ben bir buluttum öldüğümde
yağmur olacak kadar kelime yoktu elimde
yazda haylaz, güzde gazel, yolda avare
değildi bize benzerdi kelimelerimiz
aynı evdeydik sanki, kelimeler de annemiz
dünya gurbetinden dönenler söylüyor şimdi
arkadaşım yağmur olmuş: unutulmamak ne iyi
ve ne güzel türkçe gibi mavi bir şiir yazmak,
yağmurda bir gülü fransızca hatırlamak
ıl pleu sur la rose... sur la rose... rose...
iki bulut bir gül olduk hemen dağıldık
bulut öldü, gül karardı, yağmuru bıraktık
yapayalnız gurbete, bilmem bu zalimliği
yağmura nasıl yaptık: ona kaldı yarım
bıraktığımız her şeyden yarım hatıra,
yarım gül, yarım şiir ve yarım arkadaşlık...”
yağmur gibi fransızca konuşacaktık
bulut gibi türkçe ağlayacaktık
biz, iki çocuk kalacaktık, büyürsek
dokunur diye gözlerimiz o güle
konuşmadık
ağlamadık
dokunmadık
biz, iki çocuk...
kalmadık!
keşke burada olsaydın
keşke burada olsaydım
Haydar Ergülen