Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

#biröykü
İşten az önce çıkmıştı. Eve doğru yürüyordu. Aslında evi ile iş yeri birbirine çok yakındı ama markete uğradığı için biraz uzamıştı yol. Neyse zararı yoktu yürüyerek gidilebilecek bir mesafeydi ne de olsa. Elinde poşet yoktu. Marketten sadece bir sigara alıp çantasına atmıştı. Yolda sigara içmeyi sevmiyordu. Eve gidince bir çay demler, balkonda içerdi sigarasını. Kulaklığını taktı. Ezginin Günlüğü çalıyordu. Yağmur da başlamıştı. Her şey birbirini tamamlıyordu. Müzik, yağmur, yürüyüş - mecburi de olsa- Yavaş yavaş yürüyordu. Zaten hızlı yürüyecek hali de yoktu. O kadar yorgundu ki, attığı her adımda kafasında bir ağrı hissediyordu. Sanki kafasına bir yumruk yiyordu her adımda! Zaman zaman işi bırakmayı düşünse de maddi sebeplerden dolayı vazgeçiyordu bu düşüncesinden. Geçtiği cadde loş ışıklarla aydınlatılmıştı. Her iki aydınlatma direğinin arası karanlık oluyor, yeni bir direğe ulaştığında loş ışıkla aydınlıyordu. Ve her aydınlık oluşunda kendisiyle beraber sallanarak giden gölgesine bakıyordu. Bir direk daha geride kalmıştı ve şimdi yeni bir direğe varmak üzereydi. Yeni direğe vardı ve yürüyordu ki birden kendi gölgesinin yanında bir gölge daha olduğunu fark etti. Ürperdi. Cadde boştu aslında, iki dakika öncesine kadar da kimsecikler yoktu etrafında. Bu gölgenin sahibi de nerden çıkmıştı şimdi! Biraz daha yürüdü ve gölgeler kayboldu, karanlık olmuştu tekrar. İstemsizce arkasına baktı. Evet arkasında biri vardı. Hızla önüne döndü. Arkasında bir adam vardı ve göz göze gelmişlerdi. Kalbi hızla atmaya başladı. Birden farkına vardı adımları biraz hızlanmıştı. Korkmuştu çünkü. Ne yapacağını bilemez bir halde sadece içgüdüsel davranıyordu. Kulaklığını çıkardı ve gelişigüzel bir şekilde cebine sıkıştırdı. Kendini güvende hissetmediği zamanlar asla kulaklık takamazdı. Şimdi adımları daha da hızlanmıştı. Korkusu da artıyordu gittikçe. Caddenin sonuna yaklaşıyordu. Onun adımları hızlandıkça adamın da adımları hızlanıyordu, duyuyordu. Ne yapmalıydı? Bağırmalı mıydı?Yoksa dönüp "sen de kimsin be adam! Neden peşimden geliyorsun!" mu demeliydi? Bir an adamın ona çok yaklaştığını hissetti. Sanki nefes alışlarını duyuyordu. Bağırmak istiyordu ama sesi çıkmıyordu. Kendi kendine inanamıyordu. İlk defa geliyordu başına böyle bir şey. Hissettiği şey sadece korkuydu, saf korku. Birden koluna dokunan bir el ve parmaklarını hissetti. İşte korkusunun zirveye çıktığı andı. Hala bağıramıyordu. Belki de doğrusu buydu. Bağırmak için harcayacağı enerjiyi az önce bir sıcaklık boşanan bacaklarına verdi ve var gücüyle koşmaya başladı. Caddenin sonuna vardı sağa doğru döndü. Bir cadde daha vardı, onu da geçince karşıdaki sokağa girecekti. Evi İşte oracıktaydı. Saat dokuz sıraları olmasına rağmen sadece birkaç araba geçiyordu bu caddeden de. Halbuki işlek bir cadde idi. Koştu, koştu, koştu. Hiç arkasına bakmıyordu. Ağzı, dudakları kupkuru olmuştu. Dili damağına yapışmıştı. Ağzında korkudan sonra gelen o tuzlu tat vardı. Ciğerleri ve dalağı şişmişti. Artık durmalısın, diyorlardı. Ama o eve kadar koştu, hiç arkasına bakmadan. Acaba adam da koşuyor muydu? Yaklaşmış mıydı yoksa? Ya da gizlenip evinin yerini öğrenmeye mi çalışıyordu? Anahtarları aramaya başladı bir yandan. Acele ettiğinden olacak bulamadı. Allah kahretsin, bulamıyordu! Kapıya vardı kapı açıktı! O anki mutluluğu daha önce yaşamamıştı sanki. Birisi açık bırakmıştı. Ona minnettar oldu. Kim olduğunu bilse ayaklarına bile kapanabilirdi. Hemen girdi içeriye. Kapı eski otomatik kapılardan. Çok yavaş kapanıyor. Zorla ittirerek kapattı. Girerken kaçamak bir bakışla geriye dönüp bakmıştı. Karanlıktı. Kimseyi görememişti ama emin de olamadı. Hızla merdivenleri tırmanmaya başladı. İkinci katta oturuyordu. Daire kapısına vardığında anahtarların çantada değil montunun cebinde olduğunu fark etti. Boşuna çantasını kurcalamıştı. Kapı eski bir çelik kapıydı. Anahtarı deliğe soktu ve hızla çevirmeye başladı. Arkadaşının evde olmasını ümit ediyordu.İçeri girdiğinde evde kimsenin olmadığını anladı. Koridorun ışığını açtı. Odasına geçti. Montunu çıkardı. Kapının arkasında bir askı vardı. Montunu hep oraya asardı. Yatağına uzandı ve başından geçenleri düşünmeye başladı. Şakaklarında inanılmaz bir ağrı hissetti. Yatağı huzur bulduğu ender yerlerden biriydi. Çarşafları deterjan ve yumuşatıcı kokuyordu. İçine çekti. Yastığına sarıldı. Biraz olsun rahatlamıştı şimdi. Neden sonra kalktı. Mutfağa gitti. Işığı açınca iki hamamböceğinin kaçıştığını gördü. Onlara canını sıkacak durumda değildi şimdi. Kırmızı çiçek desenli çaydanlığı aldı eline. Kulpu kırılmak üzereydi. Bir ara tamire gitmeliydi bu çaydanlık. Çay suyunu koydu. Çok eski, her yeri dökülen, neredeyse saman haline gelmiş mutfak dolabından bir küllük aldı. Balkona çıkmaya cesaret edemedi. Odasına geçti. Sigarasını yaktı ve dışarıdan gelen kokoreç kokusuyla yeniden yaşadıklarını düşünmeye başladı. Gözleri onu zorluyordu. Sigarası bitince gidip ocağı kapattı. Çay içmeyecekti. Kendini bir kez daha yatağa attı. Çalan telefonun sesine uyandı irkilerek. Hızla aldı telefonu arayan iş arkadaşıydı. Açtı. Arkadaşı işe gelip gelmeyeceğini soruyordu. Patron gelmeden orda olmalıydı. "Geleceğim, uyuyakalmışım" diyerek fırladı yataktan. Saat sabahın dokuzuydu. Giyinirken birden aklına bir şeyler gelmeye başladı. Dün akşam olanlar...Ama o dün akşam işten çıkar çıkmaz uyumamış mıydı? Yemek bile yemeden...Peki bu kadar gerçek hissettiği olaylar, tüm bunlar rüya olabilir miydi? Bilmiyordu. Tek bildiği kafası kadar bacaklarının da ağrıdığıydı...
··
25 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.