Gönderi

Günaydın
(Bir Gökhan Özcan yazısıdır) Bir şey öğrendi. Aldı onu masasının üstüne koydu. Bir şey daha öğrendi, onu da ötekinin yanına koydu. Daha bir çok şey öğrendi, onları da diğerlerinin yanına, üstüne, etrafına koydu. Masanın üstü öğrendikleriyle doldu. Öğrendikçe öğrenme heyecanı artıyordu. Bu heyecan giderek öğrenme hırsına dönüştü. Öğrendiklerini bir şekilde hayatına katamadan bir şey daha öğrenmek, bir şey daha öğrenmek arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Öğrendiklerini masanın üstünde yer kalmadığı için yere koymaya başladı. Yanına, öteki yanına, sonra arkasına, etrafına... Giderek öğrendikleri her yeri kaplayarak yükselmeye, bir duvar gibi etrafını sarmaya başladı. Öğrendikleriyle hayatı için ne yapacağını düşünmeye bile vakit bulamadan, bir öğrendiğini başka bir öğrendiğiyle beraber düşünüp bütünleyemeden öğrenmeye hiç durmadan, duraksamadan devam etti. Zamanla çevresinde yükselmeye başlayan duvar aşılamaz hale geldi. Dünyayla, hayatla, olan bitenle, değişen ve değişmeyenle, diğer insanlarla, onların yaşadıklarıyla irtibatı tamamen kesildi. Öğrenme hırsı onu bir kısır döngüye, içinden çıkamadığı bir girdaba sürükledi. Öğrendikleri zindanı oldu. “İnsanlık tarihinde insanların zihninin bu kadar tıka basa doldurulduğu bir başka devir yoktur” dedi profesör. Salondakiler merakla sözü nereye bağlayacağını beklemeye başladılar. Sessizlikle geçen bir kaç dakikanın ardından, “Ve hayatın anlamsızlıkla bu kadar tıka basa doldurulduğu bir başka devir de yoktur” diye devam etti. İyi bir şey, ihtirasla peşine düştüğümüzde iyiliğini büyük ölçüde kaybediyor. Bu zamanda bilmek arzusu da böyle kör ihtirasların kurbanı olmak üzere. Hepimiz her şeyi bilmek istiyoruz, böyle bir arzumuz var. Oysa bilgi sonsuz... Her şeyi bilme ihtirasıyla peşine takıldığımızda varış yeri olmayan bir yolda yürümeye mahkum etmiş oluyoruz kendimizi. Bu yola giren herkesin tükeneceği açık... Hem de bir yere varamadan... Elde ettiği bilgilerden bir anlam dünyası inşa edemeden... Bu acıklı hal, ömrü boyunca para kazanmak için sürekli çalışıp didinen ve kazandıklarını harcamaya vakit bulamadan hayatı sona eren bir adamın haline çok benziyor. Para sadece bir araç, bu zavallı adamın unuttuğu şey bu... Amaç parayı biriktirmek değil, kazanılan parayı bir değere dönüştürmek... Bilgi için de böyle bu... Elde ettiği küçük bir bilgiyi tefekkürle büyütüp enginleştirerek kendine bir ömrü dolduracak büyüklükte bir anlam dünyası kuran insanlar var. Uzun tedrisatlardan geçmemiş, kütüphaneler, külliyatlar devirmemişler. Ama koca koca kalabalıklar ürettikleri hikmete bakıp bugün onları bilge diye anıyor. Bir de hiç dur durak bilmeden sürekli bir şeyler öğrenen, bu şekilde çevresinde enformasyon dağları yükselten ama hayata, yanı başındaki insanlık acılarını dahi göremeyecek kadar körleşmiş olanlar var. Elbette bu kadar değil, bunların tersi de var. Hayatı boyunca öğrenmemiş, tefekkür etmemiş, kör cahil kalmış olanlar ya da çok öğrenmiş ve her öğrendiğinin hakkını vermiş olanlar... Evet onlar da var ama sayıları gerçeği tersine çevirecek kadar değil... Gerçek ne? Bilginin bir araç olduğu, amaç olmadığı... Üst üste koyup biriktirmek için değil bilgi... Aksine her öğrendiğimizi zihnimizde ve kalbimizde işleyerek hayata katmak, anlam dünyamızı geliştirmek, insanlığın sıkıntılarına çare üretmek ve bütün bunlarla ‘insan’ın kalıbını insanla doldurabilmek için... Yoksa en iyi ihtimalle, eskilerin söylediği gibi sadece hamallıktır yaptığımız. Bir bilen, bir yaşayan, öğrendiğini zayi etmeyen, içini anlamla doldurabilmek için hayatını küçük tutan insanlar da var. “Ha duracağı yeri bilmeyen biri” dedi meczup, “ha şu zavallı dolap beygiri!” .
··
13 views
galip okurunun profil resmi
Okudum ve savunduğum bir konu çevreme de arada sırada anlattığım bir konu görünce sevindim.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.