Mustafa Kutlu okumak insana dinginlik verir. Her okuduğum eserinden sonra bunu dile getiriyorum. Eserlerden taşan, abes hiçbir olay, kahraman, mekan yok. Kahramanlar yanıbaşımızdan taşınıp hikayede yaşamaya başlayan komşularımız. Öyle içten, öyle samimi...
Efendim eski zamanlardan başlıyoruz bu defa. Cumhuriyet sonrası. Ne kadar sonrası Allah bilir elbet ama henüz İstanbul' a o kadar yaygın olmayan bir göç anlayışı var. Bazen bir insanı o insanın geçmişinden tanırız ya sayın Kutlu da her kahramanın geçmişini anlatıyor önce bir. E sonra yeri geldiğinde biz sormadan bir başkası soruyor: " Kimlerdensin sen?" diye. Soy sop önemli nihayetinde.
En son sıra Elif' e, Suna' ya, Nilgün' e geliyor. Elif 28 Şubat döneminin izlerini taşıyor. Nilgün bir ihanetin bedelini. Suna ise her şeyden biraz. Ama din kimliğini bulmak için gayrette. Tanpınar okuyor çokça. Tanpınar' ı biliyor. Tanpınar onu bilmiyor tabi ki. Tanpınar yolculuğu hiç umulmadık bir insanı çıkartıyor karşısına. İstanbul' da Eyüp Sultan' dan alıp izni başlıyorlar hem İstanbul' u hem de birbirlerini tanımaya. Ama tanımak da nereye kadar. İnsan bile evlendiği kişiyi ancak beş yılda tanırmış. Bizimkiler beş yıl dolaşmıyorlar nihayetinde şehri. Ama bir noktada bir' ler. İkisi de hayatın anlamını arıyor. Beraber arayalım diyorlar. Karı koca ilan ediliyorlar. Beraber arıyorlar. Bu yolda olmak zor. Devam ister, sebat ister. Gün geliyor. Takılıyor sepetler kollara, herkes kendi yoluna. Eh be Suna sendeki isim de, hikaye de tam türkülük.
"Şafak söktü gine sunam uyanmaz
Hasret çeken gönül derde dayanmaz"
Gönül dayanıyor elbet. İnsanoğlu işte. Dert veren Allah derman da bahşediyor. Bundan sonrası için Kutlu da karışmıyor hikayeye. Suna müdahale kabul etmiyor. Eh bize de gayrı "Eyvallah" diyerek birkaç öğüt almak düşüyor. Biz kendi payımıza düşeni aldık diye umuyoruz. Gayrısı kendi öğüdü bulmak isteyenlerin başına.