Gönderi

Ölüm algılanamaz; hele zihinde canlandırılması ya da "temsil edilmesi" daha zordur. Husserl'den bildiğimiz gibi bütün algı niyete bağlıdır; algılayan öznenin bir etkinliğidir, algı söz konusu öznenin ötesine ulaşır, öznenin ötesindebir şey yakalar, aynı anda ilke olarak paylaşabilecek bir dünyaya ait bir "nesne" ortaya çıkarır ve kendisini ona demirler. Ama ölüm diye "bir şey" yoktur; algılamaya çabalayan öznenin abartılmış niyetinin dayandığı demir atabileceği hiç birşey yoktur . Ölüm mutlak bir hiçtir ve "mutlak hiç"in anlamı yoktur; ancak algının yokluğunu algılayabildiğimiz zaman "hiçin olduğunu" biliriz; her bir "hiç" yüzleşilen, algılanan, tasarlanan bir hiçtir, dolayısıyla hiçbir "hiç" mutlak -koşulsuz hiç- olamaz . Ama ölüm "etkin öznenin" sona ermesi ve onunla birlikte bütün algının sonudur. Böyle bir algının sonu, algılayan öznenin üstesinden gelemediği bir durumdur: Özne kendisini algıdan "kurtaramaz" ama yine de algının olmasını ister. Böylesi bir olanaksızlıkla karşılaştığında algılayan özne kendisini eğretileme oyunuyla kandırır, bu da neyin algılanması gerektiğini açığa çıkarmaktan çok gizler ve sonunda ölümün olacağı algılamama durumunu yalancı çıkarır. Bunu yapamazsa, bilen özne zayıflığını kabullenmeli ve pes etmelidir.
·
1 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.