Gönderi

480 syf.
·
Not rated
Varoşa tepeden bakışın kitabı
Orhan Pamuk’un “Kafamda Bir Tuhaflık” adlı romanının kritigi Orhan Pamuk, nobel almış bir yazardır. Ancak tasvip etmediğim politik duruşu ve mütemadiyen intihal ile suçlanması nedenlerinden ötürü onu her zaman antipatik bulmakta ve bu hissiyatımı yenememekteyim. Daha önce üç kitabını okumuş olduğum Orhan Pamuk’un bu kitabında şaşırtıcı şekilde kendimi buldum ve kitabı sıkılmadan okudum. Göçebe insanların İstanbul’daki hayatları başarılı bir bakış açısı ile ele alınmış. Gazi Mahallesi-Gültepe dolaylarında geçen Bozacı Mevlüt’ün hikayesi; varoşların ilk kuruluş yılları, hacı-hoca takımının cami yaptırarak nasıl kendilerine nüfus sağladıkları, Orta Anadolu halkının muhafazakar kimlikleri, alevi ve kürt halkının nasıl dışlandıkları; okul, iş ve mahallede bu ayrımı nasıl yaşadıkları zengin karakterler eşliğinde ele alınarak işlenmiş. 1969’dan 2012’ye kadar yaşanan süreçte Türk insanının ve İstanbul halkının yaşamlarını farklı bir şekilde okurlarına sunan Orhan Pamuk bu kitap için tam altı sene çalışmış. “Kafamda bir tuhaflık var.” dedi Mevlüt. “Ne yapsam bu alemde yapayalnız hissediyorum kendimi.” Yan karakterler oldukça fazla. Mevlüt’ün babası, amcaoğulları, karısı, baldızları, arkadaşları, hatta müşterileri… Zaman zaman onların dilinden de dinlemekteyiz hikayeyi. Kitapta değinilen, varoşlarda rahat ve hızlı bir şekilde büyüyen ılımlı islam düşüncesinin varlığını AKP dönemi ve öncesinde de görebiliyor olmamız, yazarı sevsek de sevmesek de yazarın gerçekliğe nokta atışı yaptığını göstermektedir. Orhan Pamuk bu kitabında farklı bir teknik kullanmış. Hikaye, kim olduğu bilinmeyen biri tarafından okurlara anlatılıyor ve birkaç yerde anlatılanın bir roman olduğu belirtiliyor. Bir anda bir bakıyorsunuz ki, sözü karakterlerden biri almış ve olayları yorumluyor. Yani olay anlatılıyor ve bahsi geçen karakter olay sonunda kendi bakış açısıyla yorumlar yapıyor. Bir nevi gazete haberi, kaçırdığımız bir film ve belgesel niteliği taşıyan bu eser hakkında eleştirmenler ikiye ayrılmış durumda. Ben, zengin ve tuzu kuru bir yazarın; fakirlerin iç dünyasını, yaşanmışlıklarını bu denli yalın ve gerçekçi anlatabildiğini düşündüğüm için beğenen konumundayım. Öyle ki, hikayenin kahramanları, sokakta her gün karşılabileceğiniz sadelik ve gerçeklikte. Yazar, İngiliz şair William Wordsworth’un “Kafamda bir tuhaflık vardı. İçimde de ne o zamana ne de o mekâna aitmişim duygusu…” dizelerinden esinlenerek kitaba adını vermiş. Gazi Mahallesi katliamını, isyanını, olaylarını yaşamış biri olarak, yerleşmiş olduğum gecekondu bölgesinin nasıl şekillendiğini belgesel tarzında bir romanda okumak iyi hissettirdi. Örgüt isimleri uydurularak verilmiş, fakat çayanist ve maoist hareketler ana eksene alınmış. İçlerindeki hiyerarşi ve devrimci disiplin -burjuva bir yazardan da zaten o beklenirdi- karikatürize edilmiş. Beyşehir’den gelen muhafazakar bir aileye, yazarın dili ve yakınlığının hissedildiği gibi; alevi, kürt veya solculara tamamen uzak ve yabancı olması da anlaşılıyor. Entelektüel birikimi bir yana dursun, lümpen Müslüman burjuvaziye her daim daha sempatik görünme kaygısı güttüğünü bu romanında da hissediliyor. Aynı kaygıları “Kar” romanında da gözlemlemiştim. Orhan Pamuk bir röportajında kitabın aslında 700 sayfa olarak yazıldığını ancak sonrasında 470 sayfaya düşürüldüğünü belirtmişti. Bu sözünden çıkardığım sonuç, kaygılarının tavan yaptığının göstergesi olduğudur. Misal kelime oyunları ile resmi görüş, şahsi görüş ikilimeni romanda bir karakterin ağzından okura şöyle lanse etmiştir: “Askeri darbenin en kötü günlerinde Diyarbakırlılar hapishaneden gelen işkence çığlıklarıyla sindirilmişken, Ankara’dan şehre müfettiş kılıklı bir adam gelmiş. Esrarengiz ziyaretçi kendisini havaalanından oteline götüren taksinin Kürt şoförüne Diyarbakır’da hayatın nasıl olduğunu sormuş. Şoför de bütün Kürtlerin yeni askeri yönetimden çok memnun olduğunu, Türk bayrağından başkasına inanmadıklarını, ayrılıkçı teröristlerin hapse atılmasından sonra şehir halkının çok mutlu olduğunu söylemiş. ‘Ben avukatım’ demiş Ankara’dan gelen ziyaretçi. ‘Hapiste işkence görenleri, Kürtçe konuştu diye köpeklere yedirilenleri savunmaya geldim’. Bunun üzerine şoför ilk sözlerinin tam tersi bir havaya girmiş. Hapishanede Kürtlere yapılan işkenceleri, canlı canlı lağımlara atılanları, dövüle dövüle öldürülenleri sayıp dökmüş. Ankara’dan gelen avukat dayanamayıp şoförün sözünü kesmiş. ‘Ama az önce tam tersini söylüyordun’ demiş. Diyarbakırlı şoför de ‘Avukat bey, haklısınız,’ demiş. ‘İlk söylediğim resmi görüşümdü, ikinci söylediğim de şahsi görüşümdür.” Veya kitaptaki ana karakterlerden Ferhat’ın nezdinde sola çamur atması gibi iki görüşlü politika liberal damarını yanstıyor. Kürt ve alevi kimliği olduğu, ayrıca maoist bir hareketten olduğunu okuduğumuz Ferhat kitapta şöyle konuşturuluyor: “Aslında ben inanmam gereken davaya da ne yazık ki inanmıyorum. İleride ticaret hayatına atılıp bir iş kurmak var aklımda.” Kitabın başlarından sonuna kadar eylemliklerin önünde yer alan ferhatı böyle yansıtmak aslında sola verdiği hepiniz kapitalistleşceksiniz mesajıdır. Eleştirilerime, eksiklerine ve acabalarına rağmen okunmayı hak eden bir kitap olduğunu belirtmek isterim. İyi okumalar dostlar… Gürbüz Deniz
Kafamda Bir Tuhaflık
Kafamda Bir TuhaflıkOrhan Pamuk · Yapı Kredi Yayınları · 201913.6k okunma
··
34 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.